Süreli Yayınlarımız 4

0
476

Diyane

İstanbul’da 1920 yılı Mart ayında, Çerkes Kadınları Teavun Cemiyeti tarafından Osmanlıca ve Latin alfabesi ile Adigece yayınlanan bir dergi. Künyesinde kendisini “bilimsel, sosyal ve edebi dergi” olarak tanımlamıştı. Hedef 15 günde bir yayınlanmaktı.
İmtiyaz sahibi Seza Pooh, başyazarı Hayriye Melek Hunç idi.
As Yayıncılık tarafından ilk ve tek sayısı günümüz Türkçesi ile 2004 yılında yayınlandı.
Cemiyet 1918 yılında Beşiktaş Akaretler’de Çerkes Örnek Okulu açtı. Osmanlıda kız ve erkek çocuklarının birlikte eğitim aldıkları ve Latin harfleri kullanan ilk Müslüman okuldu. Adigece ve Osmanlıca eğitim yapıldı. İlk ve ortaokul dengi olarak 6 sınıflı özel bir okuldu. Ayrıca 4-6 yaşları çocuklar için bir ana sınıfı vardı. Okulun kurucu kadrosu beş kadındı:
Hayriye Melek Hunç, Makbule Berzek, Emine Reşit Zalike, Seza Pooh, Faika Hanım. Hunç, dernek başkanı ve derginin başyazarı idi.
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’ndan bir ay sonra, Çerkes Teavün Cemiyeti ve Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti kapatıldı. Çerkes Örnek Okulu da, Milli Eğitim Bakanlığı’nın İstanbul Maarif Müdürlüğü’ne 5 Eylül 1923 tarihinde bildirimi ile kapatıldı. Seza Hanım İstanbul’da tutuklanmış, daha sonra Ankara’ya gönderilmiş, birkaç ay sonra serbest bırakılmıştı.
Bilindik sözdür, “geçmişi bilmek, ders çıkarmak”. Sık tekrarı nedeniyle önemini yitirmiş gibi. Farklı alanlarda dalga geçme konusu olduğuna da tanığım. Geçmişe saplanıp kalmamak gerek, doğrudur. Geçmişi bilmek de yetmez tek başına. Analiz ederek sonuçlar -diyelim ki dersler- çıkarmak, bugün ve yarının pratiğinde geçmişten yaralanmanın önünü açar ki gereken budur. Başyazar Hunç’un 96 yıl önce, 1920’de yani sürgünden 56 yıl sonra yazdıklarını bu gözle okumayı deneyelim mi?

DİYANE’NİN İŞİ – AMACI

Hayriye Melek Hunç
Bütün insanlık, özellikle bütün küçük ve zayıf milletler gibi Çerkeslik de bugün ağır ve acı bir sınav dönemi geçiriyor. Biz bunu tüm ağırlığı ve acılığı ile hissediyoruz. Fakat inanıyoruz ki, insanlığı ölçen bu büyük deneyim ne kadar sürerse sürsün, ne kadar çeşitli dönemler geçirirse geçirsin hiç şüphe yok ki zafer sonuçta insanlığın olacaktır.
İsteriz ki, halkımız buna güvensin ve hatta bizim gibi inansın, bunun aksine inanmak; onun için felaketlerin belki de en büyüğü olur.
Yüz sene Rus Çarlığı önünde eğilmeyen Çerkeslik, kendisindeki cengâverlik özelliklerinin ne kadar temiz ve yüksek bir dereceye vardığını dünyaya göstermiştir.
Şimdi ise Çerkes varlığı artık başka bir alanda savunma bekliyor. Fikirlerini yaymak amacıyla çıkardığı dergiye “Diyane” adını veren Çerkes kadınları, bu halkın savaşta gösterdiği cengâverlik duygu ve heyecanının diğer özelliklerine zarar verecek oranda gelişmiş olmasından korkuyorlar. Cesaretlerin en büyüğünün savaşırken gösterilen olmadığı gibi en büyük zaferlerin de savaşta kazanılanlar olmadığını düşünüyorlar. Uygar dünyada savaş artık başka meydanlarda ve başka silahlarla yapılıyor.
Biz halkımızı artık bu meydanlarda, kolunu değil, aklını kullanırken görmek istiyoruz. Bu yüzden “Diyane”yi, bizde pek çok bulunduğuna emin olduğumuz aydınlar için belirli bir amacı gösteren bir meşale gibi tutuyoruz. Bu meşalenin altında gençlerimizi tarih, dil, edebiyat, sanat, müzik ve sosyal yaşamda ulusal varlığımızı araştırma, yayımlama ve bu varlığı en yüksek derecede geliştirme ve olgunlaştırmaya çağırıyoruz. Bu çağrıyı yaparken de çok acı çekmiş, ama sonunda yavrusunu mutlu etmenin sırrını keşfetmiş bir anne sesinin şefkati ve heyecanı ile sesleniyoruz. Eminim ki, gerçek ulusal ruh taşıyan her Çerkes bu sesteki şefkat ve isabeti anlayacak ve onun gösterdiği amaç etrafında kuvvetli bir kitle halinde toplanmak için koşacaktır. (Çeviren: Fikri Tuna – As Yayıncılık).
Söz konusu sayıdaki diğer yazı ve yazarlar; Diyane, Diğer Bir Deyişle “Millet Anası” – Met İzzet; Sosyal Yaşamda Kadının Rolü – Seza Pooh; Ulusal Dilin Bilim ve Uygarlıktaki Önemi- Blenav Batuk; Habze – Cankat Lostanbiy; “Çerkesçe Gramer” Kitabının Değerli Yazarına.
Seza Pooh “Sosyal Yaşamda Kadının Rolü” yazısına şöyle giriş yapmış: “Sosyal yaşamda kadına önemli rol veremeyen toplumlar, uygarlık yolunda henüz adım atamamış olanlardır. Bir halkın uygarlık ölçüsü kadınlarının sosyal yaşamdaki rolü ile doğru orantılıdır”.

Kafkasya Kültürel Dergi
Sayı 11 Haziran, Temmuz, Ağustos 1966

Kuzey Kafkasya’ya İslâmiyet’in Girişi ve Sonuçları

Dr. Vasfi Güsar

Çerkesler; Kafkasya’da tarihçe belli olan binlerce senelik varlıklarında hiçbir zaman dinsiz, dini inançsız yaşamamışlar, çağların gelişine göre kendileri için tapınak seçmişlerdir. İlk dini inanç çokça insanların tabiat ile münasebete girdik­leri zaman duyduğu zaaf, korku yüzünden takındıkları uysallık ve uygulamaktır. Bu bakımdan Çerkesler de eski çağların Tabiat İnancı’na (Druidizm) yönel­mişler ve bu inanç içinde uzun süre yaşamışlardır. Her görülen, her duyulan ola­yın ya da yaratığın bir yaratıcısı, tanrısı, kurucusu, koruyucusu olduğu inancında idiler ve sıralarlardı:
Şible-Yale (Yıldırım Tanrısı), Seuseres (Fırtına Tanrısı), Zavetha Zavguçtha (Harp Tanrısı), Tlepş (Demirciler Tanrısı), Mezitha (Orman Tan­rısı), Vezermes (Güzellik Tanrıçası), Akhin (Hayvanları Koruyan Tanrı), Pseguaştha (Yağmur Tanrısı), Yemittha (Tarım Tanrısı), Tzerguttha (Kaza ve Belâdan Koruyan Tanrı), Hadeguaş (Bahçeleri Koruyan Tanrı), Marissa (Arı ve Bal Tanrısı), Hapeguaş (Deniz Tanrıçası), Hakutaş (Çift Koşu Öküzleri Koruyan Tanrı), Thakofeser (Evleri Yangından Koruyan Tanrı) gibi. Tanrıları ve bunların üstünde Tanrılar Tanrısı olarak Teşub mâbuda taparlar ve her hareketlerinde, işlerinde yerine göre bunlardan yardım beklerlerdi.
Kafkas ülkesi; Avrupa’nın İsviçresi gibi doğunun İsviçresidir. Hatta dünya cennetidir. Son Alman dergileri bile “Kaukasus, Paradies Der Sowyets-Sovyetler Cenneti Kafkasya” (1) demiyor mu? Tabiatın verdiği, bağışladığı uçsuz bucaksız birçok güzelliklerinden faydalanan, güzel her şeyi göğsünde barın­dırıp ondan ilham ve kuvvet alan bir milletin; bunların yaratıcısını düşünmeme­si, tapmaması imkânsızdır.
Kuzey Kafkasya’daki Çerkesler (Kerket, Serset, Kas, Sind, Meot, Kirkas) Mezopotamya’daki ve Anadolu’daki Hittit’lerle beraber Teşub (2) ve İstar Tayı Mabud:Tabu tanırlardı. Bilhassa Teşub müşterek tanrıları idi. Kuzey Kafkasya’da kazı yapan (Rus eski eserler komisyonu) tarafından Çerkesya’da Teşub heykelinin bulunması ortak Tabu inancını aydınlatır. Teşub Tanrı heykellerde uzun elbiseli, ucu kalkık çizme, başta külah, belde kemere bağlı kama şekilleri onların bugün Çerkeslerin kullandıkları ecdat kıyafetlerinin aynı olması ve sair hususlarda (3) iştirak bulunması dikkati çekmektedir.
Çerkesler; her güzel şeyi yaratan tanrıya taptıkları gibi sık ormanlar içindeki göklere set çekmiş, hayatı uzun yıllar geçirmiş meşe ve dişbudak ağaçlarına Tan­rının bir sembolü, amblemi olarak da taparlar ve buna Kuedş adını verirler. Tan­rı Kuedş’in Tgalek dedikleri ve her ailenin, soyun ayrı ayrı seçtikleri ve köyle­rinin yanındaki ormanda ya da evlerinin bahçesinde beğendikleri küçük çapta Tanrıları (Tabu) vardı. Bunlara kalpaklarını çıkararak ve kurban keserek saygı gösterirlerdi. Tgalek mabuddan istedikleri yardımı görmezler ya da aksi olursa “İsteğimizi yapmadın” diye ağacın dalını, budağını kesip yakarlar, yerine başka bir ağacı seçerek tapınak yaparlar (4).. Bu ibadet eski zamanda insanların tabiata tapma anlayışına uygun ve her iptidai kavimler gibi Çerkeslerin eski çağ hayatı yaşadıklarını da göstermektedir.

Bizans’la Temas

Çerkeslerin (Kerket) Yunanlılarla teması İsa’ın doğuşundan (milât) önce 7.-8. yüzyıllara varır. Fakat Bizans Ortodoks Hıristiyanları ile yanaşıklıkları MS 6. yüzyıla (507 yılına) rastlar. Bu yakınlık daha ziyade Çerkeslerin Jüstin dedikleri Jüstinyen zamanında (527-565) yıllarında hızını al­mış, Karadeniz kıyılarında Pitzunda’da ilk büyük Ortodoks Kilisesi Bizanslı­lar tarafından kurulmuş, Bizans’tan (İstanbul’dan) papazlar getirtilmiş, Çerkesler arasında propaganda ile telkin, ikna ve irşad yoluyla Hıristiyanlığın yayılmasına çalışılmış, daha sonra da papaz yetiştirmek için Bizans’a öğrenciler gönderilmiş ve temaslar fazlalaştırılmıştı. Çerkesler papazlara Şögen derler. Bugün de Çerkesler arasında bu adı taşıyan aileler vardır.
Karadeniz yolu ile Çerkesya’ya giren ve yayılan Hıristiyanlık için kilise ve manastır gibi ibadet yerleri inşa edilmiş olduğu gibi aynı yoldan Gürcistan ve Ermenistan’a da Hıristiyanlık girmiştir. Gürcistan’dan Asetin (Oset), Çeçen ve Lezgiler arasına yayılan misyonerler; oralarda da Hıristiyanlığı yaymışlar, Oset ve Çeçenya’da kiliseler kurmuşlardır. Bütün yerlerde Rumcadan (Hellen) yerli dil­lere dini kitaplar tercüme edilmiş ve yayınlanmıştır. Son zamanlara kadar bu kitaplara bazı Çerkes evlerinde de rastlandığı söylenir. Lezgilerin bulundukları yerlerde kilise izleri görülememiştir.
Kuzey Kafkasya’ya Musevilik (Yahudilik) 8. yüzyılda Bizans’tan çıkarılan Yahudilerin ve aralarında bulunan Musevi din âlimi İshak Sangari’nin telkin­leriyle girmiştir. Ve Musevi dininin Karayim mezhebidir. Khazar (Hazar) hükümdar ailesi bu mezhebe girince Khazarların çoğu Musevi dinine girmişlerdi.
Bizans’tan gönderilen ruhaniler yalnız Rum Ortodoksu değildirler. İçlerinde Latin kiliselerinin gönderildikleri misyonerler de vardı. 14. yüzyılda (1333 yılı) Katolik Hıristiyan mezhebine girmeleri için Çerkesler arasında propaganda yapılmış ise de ancak Karadeniz kıyılarında ve Ubikh Çerkesleri arasında yer bulabilmiştir.

Arap Ordularının Kafkasya’ya Saldırışı

7. yüzyılda (643 yılı) İran seferinde başarı bulamayan Halife Ömer’in Arap ordusu Başkumandanı Suraka Bin Amr; Kafkasya istilâsına gönderilmiş, kumandanlardan Rebia Bin Abdullah ile Abdurrahman Bin Rebia ilk önce yarısı Bizanslıların, diğer yansı İranlıların elinde bulunan Ermenistan’a sevk edilmiş, oraları istilâ eden Arap ordusu Gürcistan’a (Georgiya) yürümüş­tü. Bir kısım Gürcüler Daryal geçidi yolu ile Kuzey Kafkasya ve ülkelerindeki sarp dağlara çekilmişlerdi. Suraka Asetinlere karşı da kumandanların­dan Hazifetül Yemani’yi göndermişti. Arap ordusu köyleri yakıyor, halkı sü­rüyordu. Suraka; Kuzey Kafkas sınırında şiddetli mukavemetler görmüş ve çetin savaşlar başlamıştı.
Don ve Volga nehirleri çevreleri ile Kuzey Kafkasya, Khozar (Hazar) adı al­tında Kumuk, Lezgi, Çeçen, Oset ve Çerkeslerin katıldığı beylikler, hanlıklar, krallıklar toplumunun konfedere şeklinde birleştiği bir hükümet idi. Cumhuriyet sistemi içinde, bazen da krallıklardı. Khazar hükümetinde vicdan ve din hürriye­ti olduğu için herkes inancında serbest idi. Druidizm (Tabiata tapanlar), Mezdeizm (Ateşe tapanlar) yanında Hıristiyanlar ve Museviler yan yana idi bu ülkede.
Arap-Khazar savaşları pek kanlı oluyor ve Arap ordusu ilerleyemiyordu. Bu ülkenin belli başlı şehri Derbend (Kuzey Kafkasya’da) için gerçek olup olmadığı pek kestirilemeyen bir Hadisi şerifle Arap ordusunun maneviyatının kuvvetlendiril­mesine çalışılıyordu. Dağları aşamayan ve mevcudu 4-5 bini geçmeyen Arap ordu­su sahil yönünden (Hazer denizi kıyısı) ilerlemeyi düşünmüş ise de bunu başara­mayınca Derbend hükümdarı ile Lezgi (Leje-Lekz) ve Oset (Alanlar) ile bir anlaşma yapıldı. Hazreti Ömer’in onayladığı bu anlaşma Suraka’nın ölümüne kadar devam etti ve Derbend’in zaptından vaz geçildi. Arap ordusu istilâ ettiği yer­lerdeki idareyi eline almış, valilerle idare amir ve çoğu memurları kendi mem­leketlerinden getirmişlerdir.
Suraka Bin Amr’in vefatından sonra yerine geçen Abdurrahman Bin Rebia, anlaşmayı bozarak Kuzey Kafkasya’ya tekrar saldırdı. Harekât alanı Hazer deni­zi kıyıları olmuş, Derbend alınmış, karşı tearruza geçen Khazarlar; Derbend’i tekrar almışlar, Araplar hezimete uğramışlardı. (722)
Emevi Halifesi II. Yezid; Khazarlar’a karşı koymak ve kuzeye yürümek üzere Abu Ubeyde Bin Elcerrah’ı kumandan tayin etmiş, Derbend alın­mış, kuzeye yürüyen ordu Khazarlar’ın Volga nehri üzerindeki başşehri Blancar yağma edilmiş (735) ise de ordu daha ileri gidememiş, gerilemek zorunda kalmış, bu sırada yapılan savaşta ordunun 40 bini bulan toplamının çoğunu ve Başkumandanları Abdurrahman Bin Rebia’yı şehit verdikten sonra oraları terk etmiştir. Halife, şehit olan Abdurrahman’ın yerine kardeşi Selman Bin Rebia’yı göndermiş ise de bir sonuca bağlayamamış ve Kuzey Kafkas yedi yıl taarruzdan uzak ve rahat yaşarmış, fakat Derbend hâlâ Arapların elinde kal­mıştı.
Abbasi Halife – Hükümdarı Harunnerreşid Derbend’e gelmiş ise de Khazarlar tekrar savaşa başlayarak ordularını Araplara karşı göndermişler ve binlerce telefat verdirmişlerdir.
737-738 yıllarında Araplar; Abkhazya’ya da akınlar yapmışlar, İslâmiyeti yaymaya çalışmışlar, Sokhum şehrini yakıp yıkmışlar, fakat Abkhaz Çerkesleri karşı gelerek bir daha dönmemek üzere Arapları yurtlarından çıkarmışlardır. Bun­dan faydalanan Bizanslılar tekrar Abkhazya’ya girerek idareyi ellerine almış­lardır.
Khozar-Arap mücadelesi, Halife Harunnerreşid ve Memun zamanın­da son bulmuş, Arap orduları Kuzey Kafkasya’dan 801 yılında tamamıyla uzaklaşmış­lardır. Arapların Kafkasya’ya varışları olan 7. yüzyılda Khazar devleti fede­ral bir devlet idi. Ansiklopedi “Kuzey Kafkası içine alan Khazar devletinin kurulması bir kaç asır için Ortaasya’dan gelen insan akımının önünü almış ve Çerkeslerin İnkişafına müspet bir tesir yapmış, Çerkesler Hazarlar’ın yardımı ile müstakil bir devlet kurmaya muvaffak oldukları ve aralarında sıhriyet ve sıkı bir dostluk bulunduğu anlaşılmıştır” (5) der.
“Kuzey Kafkasya’dan (Dağıstan bölgesi) çekilen Araplar Güney Kafkasya’da bir süre daha kalmıştır. Ermeni Kralı II. Aşut (915-928) Bizanslıların silâh yar­dımı sayesinde muzaffer olmaya ve İberya (Gürcistan) ve Abaza (Çerkes) krallarının yardımı ile Araplardan kurtulmaya muvaffak olmuştu” (6). “Hazarlar da on birinci asrın ilk yarısında sahneden çekilmişlerdir” (7).
Araplar Güney Kafkasya’da Haçlılar devrine kadar (1100) kalmışlar ve bu tarihlerde Kafkasya’yı tamamıyla bırakıp güneye yurtlarına dönmüşlerdir. Haçlıların gelişi ile Hıristiyan dinine girmiş Gürcülerin pek azı (Acaralılar, Lazlar) Müslüman dininde kalmışlardır.
Müslüman Arapların Kafkasya’dan çekilmelerinden sonra İslâm olan ve az sayıda bulunan Kafkasyalılar, İslamiyetin üstünlüğünü, yüksekliğini belirterek hemşerilerinin de bu yeni dine girmeleri tavsiyesinde bulunmuşlar, propaganda yaparak faaliyete geçmişlerdir. 16. yüzyılda (1535) Osmanlı Padişahı Üçüncü Murad devrinde aslen Çerkes ve Khuştoka ailesinden bulunan Özdemir Osman Paşayı Kuzey Kafkas’a göndermişlerdir. Dağıstan’da bulunan İranlılar püskürtül­müş, Derbend alınmıştı. Osman Paşa Kuzey Kafkaslı bir kız ile evlenmek suretiy­le onlarla bir de sıhtiyet tesis etmiştir. Bu suretle İslâmiyeti yaymaya kısmen muvaffak olmuştu.
17. yüzyılda Abkhazya Çerkeslerinin bir kısmı Kırım Tatarlarının teşviki ile İslâmiyeti benimsemiş, kabul etmişler, yalnız Samurzakan bölgesi Hıristiyan kalmıştır. Bugün Kafkasya’da Abkhaz Çerkeslerinin çoğu Hıristiyan, azlığı İslâmdır. Kuban’da hüküm süren Kırım Tatarlarının İslâm dinini yaymak için yaptıkları baskı, zulümden başka “Çerkeslere senede üçyüz kız ve erkek çocuğu esir ve köle olarak göndermek gibi insaniyete sığmayan bir hareketi hoş görmüşlerdir” (8).
İslam Ansiklopedisi Lezgiler için:
“Esasen Dağıstan ahalisi Osmanlılar zamanında hiç bir vakit Müslüman sayılmamışlardır” (9) der. Bu bakımdan Dağıstan’ın tamamıyla İslâm oluşunu 16. ve 17. yüzyıllara bağlamak yerindedir.
Yine 17. yüzyılda (1659) Çerkesya’yı ziyaret eden Evliya Çelebi Çerkeslerin ağaçlara taptığını görmüş ve eserinde bundan uzun uzadıya bahsetmiş­tir. Yine “17. asırda Osmanlı Padişahı II. Selim devrinde (1569) İslâmiyetin Çerkesya’da kuvvet kullanılarak yayılmasını emretmiştir” (10).
“18. asırda Osmanlı Hükümetinin isteği üzerine 1717’de ve daha son­ra Kırım Hanı Devlet Giray ve Has Giray devirlerinde silahla ve zor kulla­nılarak İslamiyetin yayılmasına başlanmış ve bu esnada birçok Hıristiyan din adamları ve papazları idam edilmiş, mukaddes kitaplar yakılmış, asaları parçalanmıştı” (11).
Tarihçi Cevdet Paşa tarihçesinde Çerkeslerden bahsederken “Bu akvamın ya­kın vakitlere dek din ve devlet ne olduğunu bilmezlerdi. Ferah Ali Paşa Çerkesistan valisi nasbolunmakla (1781) ondan sonra dini İslâm oralarda gereği gibi mün­teşir olmuştur” (12). Ferah Ali Paşa aslen Gürcüdür.
“18. asırda Çerkes Hükümdarı (Pşisi) Adil Hatuğzoka, Kadı İshak Abuk’un tavsiyesi üzerine Çerkesleri ikna ve telkin ile İslamiyete davet etmiş, İslamiyetin üstünlüğünü (ulviyetini) belirtmiş, çoğunluk İslâm olmuş ve şer’i hükümlerin tatbikine başlanmış birçok mescid ve medreseler vucuda getirilmişti” (13).
19. yüzyılda İmam Şamil İslâmiyeti yaymak ve Ruslara karşı birleşik cephe halinde savaşa katılmak amacıyla 1842 yılında Hacı Muhammed’i nâib (vekil) olarak Çerkesya’ya göndermişti. Hacı Muhammed, Rus tehlikesinden kurtulmak için tek çarenin İslâmiyeti kabul olduğunu ve kabul ettikleri takdir­de Şamil’in onlara yardım edebileceğini bildirmiş, mescidler kurmuş, fakat iki sene sonra vefat etmişti. 1844’te yerine gönderilen Hacı Süleyman İslâmiyeti en çok kabul etmiş durumda olan Abzekhler arasında yer almış, fakat Şapsığlardan gördüğü mukavemet üzerine oralara gidememişti. 1846 yılında naib olarak gönderilen ve Çerkes olan (14) Muhammed Emin, İslâmiyetin yayımı için çok çalışmış, fakat (şovenlik derecesinde) aşırı teassubu olduğu için halk arasında teassür ve infial uyandırmıştı. “1847 yılında Pşaha nehri kenarında top­ladığı halka İslâmiyeti kabul etmelerini ve İslâmiyetin bütün fertleri eşit tanıdı­ğını, bir Müslümanın kardeşi diğer bir Müslümana tehakküm edemeyeceğini be­lirtmiş, imtiyazlı Verk ve Tlekveleş’lerin ellerindeki fazla hakkın geri alınarak diğer insanlar sırasına girmelerinin gerekli bulunduğunu ve herkesin hürriyetine sahip olduğunu açıklamış ve ancak bu suretle düşman Ruslara karşı gelinebile­ceğini ilave etmiştir. Üzülen asillerin itirazıyla karşılaşmış, baş gösteren silahlı mü­cadelelerde bir kısım asil öldürülmüş, bir kısmı Ruslara iltica etmiş ve bunların malları halka dağıtılmıştır. Bunun üzerine bir kısım halk mescidlere saldırmış, yakmış ve yerlerine haçlar yerleştirilmişti” (15).
Nâib Muhammed Emin’e en çok yardımda bulunanlar Abzekhler, en çok mukavemet gösterenler Şapsığ ve Ubikhler olmuştur. 25 Nisan 1849’da 20 bin kadar Abzekh’in ve bin kadar taraftarı Şapsığın teşkil ettiği ordu ile mevcudu 6 bini bu­lan Hıristiyan olan Şapsığlar (16) ile savaşmışlar, başlangıçta yenilmeye uğrayan Nâib, ertesi gün yapılan savaşta her iki tarafın 500 maktul vermesi sonunda Nâib zaferi kazanmıştı. Abin Savaşı denen bu savaştan sonra Nâib Natkhuaç’lar üzerine yürümüş, fakat güzel karşılanmış ve İslâmiyeti kansız kabul etmişlerdi.
İmam Şamil’in 6 Eylül 1859’da Ruslara teslim olması üzerine Nâib Muham­med Emin 2 Aralık 1859’da Rus Kumandanlığına başvurarak savaşa son verdi­ğini bildirmiş, halka da mukavemetin faydasızlığından bahsederek onların da savaşı bırakmalarını tavsiye etmiş ve kendisi Türkiye’ye (İstanbul’a) dönmüştür. Nâib bir aralık Kuban’da Müridlik tarikatı için propaganda yapmak istemiş ise de Çerkesler oralı olmamışlardır. Müridlik tarikatı 19. yüzyılda Araplar tarafından Irak’tan Dağıstan’a sokulmuş mistik bir dini mezhep idi. Lezgi ve biraz da Çeçenler arasında yer bulan bu tarikat İmam Şamil’in idaresi ile bir hayli ilerlemiş ve Rus tehlikesi karşısında ideolojik bir mukavemet savaşını sağlamıştı.
(Devam edecek)

(1) Bünte İllustrete. München-Frankfurten. No 46. 10 Nov. 1965 ve No 47, 17. Nov. 1S65. s. 60 – 67
(2) Teşub – Thaşub. Adigece uzun gömlek giyen anlamınadır. Dr. M. A. Pçihaluk, İkazulmüverrihin, Şam. 1939. s. 48.
(3) Dr. Vasfi Güsar. Din ve İtikad. Kafkas Dergisi. No 4. 1953. s. 4.
(4) İslâm Ansiklopedisi. Abaza bahsi. s. 49-50
(5) Aynı eser, Çerkeler bahsi, İstanbul. 1945. cilt 3. s. 379-380
(6) Aynı eser. Ermeni bahsi. İstanbul. 1946. Cüz 32. s. 320.
(7) Hüseyin Namık Orkun. Türk Tarihi, İstanbul. 1946. Cilt 2. s. 151.
(8) İsmail Berkuk. Tarihte Kafkasya. İstanbul. 1958. s. 319.
(9) İslâm Ansiklopedisi. Cilt 3 Cüz 26. S 455.
(10) Şora Nogumuka. Kadim Adige Tarihi. Arapça tercüme: Dr. Şevket Habjoka. Amman. 1953. s. 126.
(11) Aynı eser. s. 44.
(12) Cevdet Paşa. Kırım ve Kafkas Tarihçesi. İstanbul. 1891. s. 49.
(13) Şora Nogumuka. Kadım Adige Tarihi. Arapça tercüme: Dr. Şevket Hab­joka. Amman (Ürdün). 1953. s. 166.
(14) İsmail Berkuk. Tarihte Kafkasya. İstanbul. 1958. s. 320.
(15) Dr. Şevket Habjoka. Abatire ve Abtal fi Tarihulkokaz. Kafkas Tarihinde Şefler ve Kahramanlar, Kudüs. 1962. s. 173.
(16) Aynı eser. s. 161.

 

Önceki İçerikYeni STK “Adil Rusya” kuruldu
Sonraki İçerikMitolojik roman: Sümer’in Şifreleri
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz