Mitolojik roman: Sümer’in Şifreleri

0
1213

“Su boğar, ateş yakar, akrep sokar, vahşi hayvanlar parçalar. Ama insan bunların hepsini yapar.” Eridu Bilgelerinden

Adnan Özveri

Sivas- Şarkışla doğumlu. İlköğrenimi Şarkışla, ortaokul ve liseyi Gümüşhane ve Sivas Lisesi’nde okuduktan sonra, Zonguldak Maden Fakültesi’nde yükseköğrenimine devam etti.
Yazarlığa üniversite yıllarında siyasi dergilerde ve yerel gazetelerde yazmakla başladı. 12 Eylül askeri darbesinden sonra tutuklanıp cezaevinde yattı. Çıktıktan sonra 1985 yılında Varlık dergisinde şiir ve öyküleri yayınlandı. Aynı yıl Gırgır mizah dergisinde mizah öyküleri yayınlandı. Bu dönem çok kısa sürdü. Özel nedenlerden, dönemin dergi yöneticilerinin devam konusundaki ısrarlarına karşın, yazın hayatına ara verdi.
2000 yılında Kafkas Dernekleri Federasyonu yayını Nart Dergisi’nin yayın kurulu üyeliği başladı. 2003 yılında arka arkaya Alev ve Eylül yayınlarından üç mizah kitabı yayınlandı. Özellikle Üniversite sınav sistemini mizahi yoldan eleştiren “Kapı Gibi ÖSS Soruları” basında geniş yer buldu. Diğerleri “Banka Sıçanının Anıları” ve “Koyunistan’dan IMF Mektupları” idi. Daha sonra yakın çevresinin de yönlendirmesiyle çocuk edebiyatına yöneldi. Kırkın üzerinde çocuk öykü ve romanı yayınlandı. Bir çocuk öyküsü de Milli Eğitim Bakanlığı Türkçe ders kitaplarında yer aldı.

***

-Çocuk Edebiyatı ile uğraşan, büyüklere mizah kitabı hediye eden Adnan Özveri’yi mitolojik roman yazmaya yönelten ne oldu?
-Ben, aslında edebiyatın bütün dallarıyla az çok ilgiliyim. İlk önce şiir ve mizahla başladım yazın hayatına. Eş zamanlı olarak Varlık ve Gırgır dergilerinde şiir ve mizah öykülerim yayınlandı. Daha sonraları uzun bir kopukluk dönemi oldu, 2000 sonrası yeniden yazın hayatına döndüm. Çocuk edebiyatını ilk zamanlar hiç düşünmüyordum doğrusu, biraz zorunluluk gibi oldu. Çünkü o konuda benden yoğun bir istek vardı. Şimdi düşünüyorum da iyi ki de başlamışım çocuk edebiyatına.
Mitolojik roman ise önceden tasarladığım bir şey değildi. Başka bir roman düşünürken biraz kendiliğinden gelişti. Mitoloji insanlığın geçmişi, edebiyat anlamında da bence romanın, şiirin anasıdır. Her edebiyatçının bir parça olsun mitoloji bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim ise ailece mitolojiye karşı özel bir ilgimiz vardır. Abim Ümit Özveri’nin mitolojiyle çok içli dışlı olması, bir araya geldiğimizde sürekli mitoloji konuşur olmamız (daha doğrusu hep onun konuşması, bizim dinleyici pozisyonunda olmamız(!)) mitolojiye karşı ister istemez bir ilgi uyandırmıştı, ben de fırsat buldukça zevkle okuyordum. En son okuduğum kitaplar da Sümer mitolojisi ile ilgili olanlardı. Sümer mitolojisi beni çok şaşırtmıştı. Hele Abhazya’ya gidince bu şaşkınlığım daha da arttı. Çünkü Sümer mitolojisinde okuduğumuz birçok tanrı, bölge, klan isimleri Abhazya’da halen mevcuttu. Ayrıca Sümer’de geçen birçok terimin Adige- Abhaz dillerinde birebir karşılığı vardı. Bunları görüp de kayıtsız kalmak olamazdı. İşte bu koşullar altında diğer bütün çalışmalarımı bir yana bıraktım ve “Sümer’in Şifreleri” kitabı böyle doğdu. Tabi ki çalışmanın her aşamasında Abim Ümit Özveri’nin büyük destek ve yardımlarını gördüm. Belki de normal koşullarda on beş, yirmi yılda edineceğim bilgilere onun sayesinde kısa sürede ulaştım. Bu vesileyle kendisine çok teşekkür ediyorum.

-Sümerler’in İÖ 5000-2000 arası insanlık tarihinin en gelişmiş uygarlığını kuran bir halk olduğunu kitabın hemen başında “kısa bilgi notu” ile veriyorsunuz. Çerkes mitolojisi ile ilgilisiniz. Şimdi Abhazya’da yaşıyorsunuz. Romanda dip notlar halinde Kafkasya ve Mezopotamya’daki coğrafi ve tanrısal isim benzerliklerine işaret ediyorsunuz. Bütün bunları bir arada değerlendirdiğinizde?
-Daha önce de değindiğim gibi, mitoloji insanlığın karanlık geçmişini aydınlatmada en iyi yoldur. Biz mitoloji sayesinde insanlığın çocukluk düşlerinin gizlendiği tarih öncesi dönemden haberdar olabiliyoruz. İnsanoğlu ve kızı var oluğundan bu yana hep geçmişini merak etmiştir. Bir anlamda bu bir uygarlık sorunudur aynı zamanda. İnsanlığı ileriye götüren hep bu merak ve araştırma dürtüsü olmuştur. Kimiz, nasıl var olduk, nereye gidiyoruz? Bu soruların yanıtını insan hep aramıştır ve aramaktadır. Bu roman, işte biraz da bu merak dürtüsünün sonucudur. Ben bu kitapta hem soruyor, hem okuyucuyla birlikte düşünüyorum. Kafkasya ve Sümer coğrafyası arasındaki bu tanrı ve coğrafi isim benzerlikleri nereden geliyor? Aynı insanların kurduğu bir uygarlık mı yoksa tamamen bir tesadüf mü?

-Roman bir kurgu tabi ki. Ancak Sümer deyince Çerkes ve Orta Asya Türkleri algılanmalı değerlendirmesi anlaşılıyor. Bu da mı bir kurgu? Tarihsel gerçeklik?
-Evet, roman bir kurgu, ama bu roman var olan tarihsel gerçeklik üzerinden bir kurgu. Ben, başta da söylediğim gibi, durup dururken, bir mitolojik roman yazayım, bu mitolojik romanda da Çerkesleri ve Orta Asya Türklerini Sümer’e bağlayayım diye düşünmedim. Bu durum çok komik olurdu şüphesiz. Ben gördüğüm, okuduğum bir somut gerçeklikten hareket ettim, bu benzerlikleri, verileri başka türlü açıklayabilen varsa çıksın, açıklasın. Kaldı ki benim yazdıklarım var olanın onda biri bile değil. Sonuçta bu bir roman, ben geçmişi tamamen bir roman havası içinde anlattım.
Sorunun ikinci kısmının yanıtı bence çok net: Evet, nasıl ki Hatti, Maykop uygarlığı denince Çerkesler akla geliyor veya gelmesi gerekiyorsa, Sümer deyince Çerkesler ve Türkler akla gelmeli. Ama sadece bu iki halk değil, başta Sami halkları olmak üzere başka halklar da var kuşkusuz. Ama ben Çerkesleri anlatırken daha çok bilim adamlarının Ubeyd uygarlığı dediği Sümer öncesi dönemden, yani Sümer’in oluşumunu hazırlayan uygarlıktan söz ediyorum. Bu noktada tam bir Çerkes ağırlığı söz konusu. Asıl Sümer ise bir kavimler ortaklığı; Çerkes, Türk, Sami ve bugün tam olarak yerli yerine oturtamadığımız bazı diğer kavimler.

-2015 yaz aylarından bu yana raflarda olan “Sümer’in Şifreleri” için edebiyat çevrelerinden yorumlar nedir? Okuyuculardan değerlendirmeler var mı? Yayınevi üzerinden bu anlamda bir geri dönüş oluyor mu?
-Edebiyat çevreleri deyince; eskiden olduğu gibi salt okuduğunu değerlendiren, dergilerinde edebiyat eseri ile ilgili yorumlar yapan bir edebiyat çevresi yok. Olay tamamen profesyonel, yani moda bir deyişle olay “tamamen duygusal.” Aslında her şeyin para olduğu bu zamanda bunun da anlaşılabilir yanı çok. Sonuçta herkes geçinmek zorunda. O nedenle kitapla ilgili yorumlar, eser ne kadar edebi ve nitelikli olursa olsun, reklama, ilişkiye ve tanıtıma dayanıyor. Bu tanıtım ve reklam atağı içerisinde tabii ki finansman desteği güçlü olanlar öne fırlıyor.
Sümer’in Şifreleri yayınlamadan önce ve sonra da tanıdık, bildik, edebi dürüstlüğüne, yetkinliğine inandığımız, güvendiğimiz kişilerden çok olumlu değerlendirmeler almıştı zaten. Benim de bu söyleşi esnasında haberim olduğu o yazılardan birini aşağıda sizlerle paylaşmak istiyorum. Okurlardan da çok çok olumlu değerlendirmeler geldi. “Daha önce mitoloji kitabı, ya da mitolojik roman okumadım, ama bu kitap sayesinde mitolojiyi sevdim” diyen birçok okur mesajı aldım. Hoşlanmayalar, kitabı sessizlikle karşılayanlar da oldu kuşkusuz, bunların da daha çok “Bu Kafkasyalılar da nerden çıktı. Sümer sadece bizimdir” diyen ulusalcı çevreler olduğunu biliyorum.
Ama kitabın daha tanıtılması için bir piar çalışmasına gereksinim var. Henüz herhangi bir dergide kitapla ilgili bir tanıtım yapılmadı, bir satır yazı yayınlanmadı. Bunların hepsi bir maliyet, ayrıca mitolojik roman konusunda söz söyleyebilecek eleştirmen çok az ve Türk edebiyatında mitolojik roman geleneği de yok; bu da haliyle ayrı bir handikap.

-“Su boğar, ateş yakar, akrep sokar, vahşi hayvanlar parçalar. Ama insan bunların hepsini yapar”. Yine Eridu Bilgelerinden. Bu ve diğer sözlerin doğduğu kadim topraklarda aynen bunlar oluyor. Ortadoğu ve Suriye ve de Türkiye. Bir değerlendirme yapmak ister misiniz?
-Bu söz aslında tüm insanlık tarihi için söylenecek bir söz. İnsanlık tarihini özetleyin derlerlerse, bundan uygun söz bulunamaz.

-İkinci devam kitabı için bir hedef koydunuz mu? Başka projeler?
-Şu an için bir hedef koyup bir tarih belirlemedim. Bu biraz da birinci kitabın ulaşacağı noktayla ilgili bir şey.
Başka projelere gelince: Sümer’den sonra bir çocuk romanı bitirdim. Sanırım bu yıl yayınlanır.
Ayrıca şu sıralar bir başka roman üzerinde çalışıyorum, sanırım bu da bir ay içerisinde biter. Çanakkale Savaşı’ndaki lağım savaşlarıyla ilgili bir roman bu. Zonguldaklı ve İskoçyalı lağımcılar ile, biri İngiliz, biri Osmanlı iki keskin nişancının ekseninde dönen olaylar zinciri. Çanakkale’de yerin üstünde olduğu gibi, yerin altında da bir savaş yürütülüyor. İngilizler, İskoç madencileri getirip bir lağım savaşı başlatıyorlar, Osmanlılar da Zonguldaklı madencileri çağırıyorlar. Böylelikle yeraltında lağım savaşları başlıyor. Bu kitapta 1900’lü yılların Zonguldak maden ocaklarını, amelelerin yaşamını, işçi grevlerini, hem de Çanakkale savaşlarının bilinmeyen bir yönü olan lağım savaşlarıyla, İngiliz ve Osmanlı vatandaşı iki keskin nişancıyı anlatıyorum. İlginç bir kitap olacağını düşünüyorum. Sanırım yakında onu da yayınevine teslim ederim.

-Okuyucularımıza mesajınız?
-Jıneps sadece Çerkesler için değil, demokrasi güçleri açısından da önemli ve değerli bir yayın organı. Hele şu sıkıntılı ve zor günlerde Jıneps gibi yayın organlarının önemi bir kat daha artmakta, böylesi misyon gazetelerinin omuzlarındaki yük ve görev daha bir ağırlaşmaktadır. Jıneps okuru bilinçli ve demokrattır. Böylesi zamanlarda hepimizin Jıneps’e sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.
Jıneps’e yayın hayatında başarılar diliyor ve bu güzel söyleşi için size teşekkür ediyorum.

-Eridu Bilgeleri demiş ki; “Önce tanrı insanı yarattı, sonra insan tanrıyı var eti. Efendiyle hizmetli, köleyle köle sahibi gibi hep birbirlerini besleyip durdu”. Bu vb. birçok bilgece sözü romanda okuyoruz. İÖ ve İS, hatta bugün için bu söz üzerinden bir şeyler söyler misiniz?
-Bu güzel bir soru. Teşekkür ederim. Sümer mitolojisinde önce baş tanrı (An) ve ona bağlı tanrılar (Anunnakiler) var. Bir de en aşağıda, yaratıcı tanrıların hizmetlilerini sağlamakla yükümlü İgigi denen küçük hizmetçi tanrılar bulunuyor. Daha bu aşamada mitolojiye göre insan yok. Ama bu saadet zinciri bir noktada kopuyor; çünkü İgigi denen hizmetli tanrılar fazla iş yükünden bunalıp “Yeter artık biz de tanrıyız. Size hizmet etmekten bıktık!” diyerek isyan ediyorlar. Yaratıcı tanrılar bu isyanı bastırmakta zorlanınca, bilge tanrı Enki, tanrıların bu tür ihtiyaçlarını karşılamak üzere, insanı yani Ade (baba) ve Havva- Nise’yi yaratıyor. Sümer’de yaradılış Tevrat ve İslam’daki yaradılışın neredeyse aynısı, Sümer mitolojisini okudukça Tevrat’taki birçok şeyin ilkinin Sümer olduğunu anlıyorsunuz.
Bu mitolojik söylemi yorumlayacak olursak; Sümer bir tarım toplumu. Baş tanrı (An) ve yanındaki tanrılar (Anunnakiler) yönetici sınıfları ve kabile ileri gelenlerini temsil ediyorlar; hizmetli tanrılar (İgigiler) ise topraksız köylüler. İgigilerin ayaklanması tarihteki ilk köylü ayaklanması. Gelişen olayların sonucunda da insan yaratılıyor, yani köleci döneme geçiliyor. Nitekim ilk insan Ade’ye tanrı Enki’nin kölesi denmesi de bu örneği doğruluyor. Zamanla şehir devletleri aşamasına geçilince gökteki tanrısal krallık yeryüzüne indiriliyor ve tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olan yarı tanrı krallar dönemine geçiliyor. Kral her şeyi tanrı adına ve ondan aldığı yetkiyle yapıyor, bu yetkiyi kullanırken bir de yanında ruhban sınıf var. Onlar da ayrı bir güç, kimi dönemlerde bu güç tek elde toplanıyor, kimi dönemlerde ise birbirleriyle çatışıyorlar. Bu çatışmayı aslında bütün Ortaçağ boyunca Avrupa’da görebiliyoruz. Zaman zaman çok kanlı geçen bu çatışmalar sonuçta bir noktada bir uzlaşma ile sonuçlanıyor. Bu da bildiğimiz laiklik ya da sekülerizm.
Bugünkü Ortadoğu’da bence aynı sıkıntı ve sancıları izlemek mümkün. Ortadoğu’da gelişen her düşünce ya da erk arayışı hep dinsel motifle hareket ediyor, çünkü bunun tarihsel kökleri var. Yetkisini tanrıdan aldığını iddia etmeyen hiçbir düşünce akımının, ya da iktidar paylaşımcısının başarılı olabilme şansı yok. İslamiyet’ten beş yüz yetmiş sene önce gelen Hıristiyanlık bu aşamayı geçiyor ama İslamiyet bu aşamayı henüz geçememiş durumda. Erk arayışı içinde olanlar, hâlâ kendi erklerini pekiştirebilmek için tanrıyı ve dini kullanıyorlar, onlar adına hareket ettiklerini söylüyorlar. Hıristiyanlık gibi İslamiyet de kendi aydınlanmasını yapmadan bu işin durulması mümkün değil.

Önceki İçerik23 ŞUBAT SÜRGÜNÜ
Sonraki İçerikSümer’in Şifreleri
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz