Sosyal medya saldırganlığı: “Siper ardından” ateş etmek

0
640
Kanal B’de Kafkas Araştırma Kültür ve Dayanışma Vakfı (KAFDAV) Başkanı Muhittin Ünal’ın KAFDAV ve KAFDAV Yayınları ile Kurtuluş Savaşında Çerkesler başlıklı iki ayrı program kaydından alıntılanarak oluşturulan bir belgesel yayınlandı. Yayından cımbızlanan bir cümle, sosyal medyada hakaretamiz ifadelerle eleştirildi. Tarık Topçu’nun “DÖRT YANIMIZ PUŞT ZULASI…” başlıklı yazısının altında yer alan, Muhittin Ünal’a yönelik hakaret ve küfür söylemleri sosyal medyada adeta bir linç kampanyasına dönüştü.

“Dört yanımız puşt zulası”

Muhittin Ünal Beyefendi yine bir televizyon programında “Osmanlı aydınları karıştırmışlar, Çerkes çıkmış ortaya. Ortalama bir kavramdır…” falan gibi şeyler söylemiş.

Evet, her halkın içinden hainler, işbirlikçiler çıkar. Ama bizim “dört yanımız puşt zulası”… 150 yıldır iflah olmamamızın nedeni de budur!

Çünkü bunlar “herhangi birileri” olarak değil, “Çerkes aydını” sıfatı ile dolaşırlar ortalıkta. Kamuoyuna seslenme olanakları vardır, TV’lere çıkarlar, gazetelere röportajlar verirler.
Sonra, kurumlarımızda “Thamate” olarak ağırlanırlar.

Görünürde hiç bir sorumlulukları ve yetkileri yoktur; ama bizi temsil ederler, karar mekanizmalarının “görünmez el”leridir.

“Kafkasya’da Çerkes yok”muş, aslında Çerkes yokmuş. Ne varmış? Kafkas varmış, Adıge varmış, Kabardey varmış…

Çerkesler, gençler…

Çerkes halkını bölmek, küçük coğrafyalarda ulus öncesi kimlikler altında siyasallaştırmak, yok etmek ve bu kimliklerin artık yaşamadığı veya sayıca az olduğu tarihi Çerkesya topraklarını yağmalamak için uydurulan bu tezlere inanmayın.

“Adıge, Kafkas, Kabardey… yoktur, Çerkes vardır. Çerkes Adıgedir” deyin!

Tarık Topçu


“Sözleri çarpıtılmış”

Muhittin Ünal’ın konuşmasını Kabardey Ümit’in koyduğu videodan izleyince aklıma bir fıkra geldi: Papa New Yor’ku ziyaretinde uçağın merdivenlerinden inerken gazeteciler, “Efendim New York’ta genelevi ziyaret edecek misiniz? diye soruyorlar. Papa da “New York’ta genelev var mı?” diyor. Ertesi gün bütün basında manşet haber: Papa uçaktan iner inmez “New York’ta genel var mı?” dedi. Konuşmayı izleyince gördüm ki Muhittin Ünal’ın sözleri aynen böyle çarpıtılmış. Eh, bu işi yapan da bu konuların erbabı olunca, olay alıp başını gitmiş. Ne demiş Muhittin Ünal, “Çerkes kavramının Kafkasya’da karşılığı yoktur. Bugün Kafkasya’ya gitseniz de Çerkesleri göreceğim deseniz, kimseyi bulmazsanız, çünkü orada Adigeler Adigey Cumhuriyetinde, Kabardeyler Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde, Abazalar Abhazya Cumhuriyetinde…” diyerek Çeçenleri, Osetleri de katarak devam etmiş. Bunun üzerine birileri de ona Çerkesleri ve Çerkes halkını yok sayıyor, “…zulası” diye kendi meşrebinde bir cevap vermiş. Şimdi o yanıtı bir yana bırakalım. Ben şöyle bir şey diyeyim. “Bugün Abhazya’da Abaza sözünün bir kavramsal karşılığı yoktur.” Bunu deyince şimdi ben “Kafkasya’da Abaza yoktur” mu dedim. Abazaların dönüp de bana hemen küfür mü etmeleri gerekiyor. Söylediğim bu sözün büyük ölçüde bir doğruluk payı vardır. Çünkü Abhazya’daki Abazalar kendilerini Apsuva-Abhaz olarak görürler. Abaza dendiğinde Karaçay- Çerkes’e git derler.

Konuşmayı sonuna kadar izledim. Muhittin Ünal konuşmanın başında genel bir tanım yapıp, tartışma yaratan o sözleri söylüyor. Sonra da belki yüzlerce kez “Çerkesler, Çerkes halkı” diyor. Ama bu sözler kimseyi ilgilendirmiyor. Büyük bir beceriyle çarpıtılmaya çalışılan o cümlenin ne anlama geldiğini, ondan böyle bir sonuç çıkarılamayacağını o kişi veya kişilerde çok iyi biliyor. Ama başta da dediğim gibi niyet farklı. Çünkü onlar üzüm yemek istemiyorlar. Aslında sorun o cümle de değil. Sorun Muhittin Ünal’ın bugüne kadar yapıp ettiklerinde ve Çerkes tanımında. Muhittin Ünal doğru veya yanlış Çerkes kavramını onlar gibi tanımlamıyor. Problem de işte buradan çıkıyor. Şimdi şöyle bir düşünelim: Muhittin Ünal “Çerkesler sadece Adigelerdir, onun dışındakiler Çerkes değildir” dese ve şöyle devam etseydi: “Ama maalesef Çerkes kavramının bugün Kafkasya’da tam olarak birebir karşılığı yoktur. Abzahlar Adigey’de, Kabardeyler Kabardey-Balkar’da yaşıyorlar ve kendilerini öyle adlandırıyor” deseydi ve bir de ekleseydi “Öncelikle bu sorunları aşmamız lazım.” O zaman aynı sözü söylemiş olmasına yani “Çerkes kavramının bugün Kafkasya’da tam olarak karşılığı yoktur” demiş olmasına karşın kimse ona saldırmaz, somut durumun somut tahlilini yapmış addederlerdi. Çünkü Muhittin Ünal o zaman “Adige=Çerkes” diyerek Çerkes tanımını onlara uygun yapmış olurdu. Yani sorun, Muhittin Ünal’ın aşağı yukarı birçok insanın söyleyebileceği o sözde değil, Çerkes tanımını o “kafalara“ uygun yapıp yapmamasında yatıyor. Gerisi lafı güzaf… Burada ayrıca bilmem ne zulası gibi çirkin sözlere ve benzetmelere girmek ve yazmak istemiyorum. Ben de edebiyatçıyım, o sözün ne anlama gelip gelmeyeceğini çok iyi bilirim. Kem söz sahibine aittir deyip geçiyorum. Ancak kısa da olsa bir konuya daha değineyim. Bu konuda söz söyleyen ve kayıtsız şartsız o şahsın arkasında durmaya çalışan bazıları var ki, onların sözleri beni çok şaşırttı: Muhittin Ünal da kim, ne iş yapar, ilk defa duyduk diyorlar ve Çerkeslik üzerine bir sürü söz ediyorlar. Bu da ayrı bir garabet…

Adnan Özveri


Kamuoyuna ve kurumlarımıza

Günümüz teknolojisinin imkan ve dayatmalarının belirlediği yeni iletişim metodu kaçınılmaz olarak biz Çerkeslerin de toplumsal ve kurumsal iletişim süreçlerimizi etkilemeye, dahası belirlemeye başladı.

Olağan dışı bir hızla değişen gündem ve ihtiyaçların toplumu yönelttiği “kolay ve hızlı” iletişim artık toplumsal hasletlerimizi gözardı etmeye, asgari nezaket kurallarını çiğnemeye ve bir fikrin tekamül etmesinin ön koşullarından olan öğrenme ve öğretme, tartışma, fikir teatisi, polemik gibi metotları bertaraf ederek hızlı, keskin, kolay sonuç almayı hedefleyen, karşısındakini (her ne şekilde olursa olsun) “dize getirmeyi” birincil hedef haline getirdi. Yanlışı düzeltmek veya eleştirmek, o fikri çürütmek yerine önce küfür, hakaret en hafifinden nezaketsizlik ve nobranlıkla kişi ve kurumlara yaklaşmayı geçer akçe edinen bir prototip her gün hayatımızda daha sık ve daha çok görünür olmaya başladı. Kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden, geleceğe taşımayı ve yaşatmayı hedef edindiğimiz kimliğimizin, kültürümüzün vaaz ettiği davranış kalıplarından oldukça uzak bir şekilde en keskin kılıçlarla, en pespaye benzetme ve hitaplarla birbirimize adeta abanır olduk.

Fikren veya metodolojik olarak karşı karşıya olduğumuz insanlar veya kurumlarla karşıtlık üzerinden değil düşmanlık üzerinden iletişim kurmaya başladık. Hepsinden daha acısı toplumda uzun yıllardır göz önünde olan, fikri ve davranışları dikkate alınan, dinlenen, zaman zaman aynı kurumu, aynı mecraları paylaşmış kişiler bile “karşıt veya yanlış görüşlünün” sunduğu en ufak bir “fırsatını” dahi kaçırmaz oldular. Sosyal medya araçlarında havada uçuşan ve sözüm ona tartışmalarda yazılıp çizilen birkaç kelimeye bakalım.
En hafifleri cahil, satılmış, kullanışlı ahmaklar, alçaklar, puşt, vatan haini, geri zekalı, işbirlikçiler, Rus uşağı, Türk aşığı vb. sıfatlar pervasızca kullanılıyor. Sinkaflı küfür ve hakaretleri dahi bu “veciz” tartışma ve konuşmalarda görebiliyoruz.
Üzülerek gözlemliyoruz ki geldiğimiz nokta toplumsal ihtiyaçlara hizmet etmek ve maksada yönelik olmak çok kısır, kışkırtıcı, incitici, topluma ve bireye olan muhabbeti zedeleyici bir hal almaya başladı.

Geldiğimiz bu noktada yukarıda özetlemeye çalıştığımız durumlarda önceliğimiz bu tür yorum ve paylaşımlarda bulunan kişilerin samimiyetle hatasını işaret etmek gerekirse kişinin buna dair telafi edici adımlara davet etmek olacaktır. Ancak dünyayı ve Çerkesliği, sorunu ve çözümü sadece kendi bulunduğu daireden gören uzlaşmacı olmaktan uzak, dışlayıcı ve hakaret erbabı olmuş kişi ve kurumlarla sosyal medya üzerinden ilişkilerimizi gözden geçireceğiz.

Gelenek ve toplumsal hassasiyetlerimizi açıkça tahkir eden, kişi ve kurumlara hakaret ile yaklaşan, temel hak ve özgürlüklerini, şeref ve haysiyetini zedeleyici tavır, yazı, paylaşım ve ifadelerde bulunan kişiler ve kurumlarla geçmişte ve halen ilişkilerimiz her ne olursa olsun evvela ikaz etmek sureti ile sosyal medyada, ısrarla devamı halinde organik olarak ilişkilerimizi keseceğimizi kurumlarımıza ve kamuoyuna ilan ederiz.

İstanbul Kafkas Kültür Derneği Yönetim Kurulu


“Kem söz sahibine aittir”

Soysal medya kullanıcısı değilim. Televizyon kültürüm de sıfıra yakındır. Bir süredir önceden başladığım çalışmalarımı tamamlamaya uğraşıyorum. Başlangıçta ayakta atlatacağımı zannederek yeterince ciddiye almadığım grip vakası ağır bir şekle dönüştüğü için 13 gündür de evde yatarak tedavi görüyorum. Durumumu yakından bilen bazı arkadaşlarım Kanal-B televizyonunda yayınlanan Çerkesler konulu bir belgeselde kullanmış olduğum bir cümleden kaynaklı olarak Sosyal Medyada karşılıklı ithamlaşmalar ve tartışmalar gördükleri için çok üzgün olduklarını söylediler. Aktardıkları ve iki sayfayı bile doldurmayacak alıntı örneklerini okudum. Böyle bir tartışmaya malzeme edilmiş olmaktan ve bu vesile ile başka insanlara da hakaret edildiğini duymuş olmaktan dolayı cidden üzgünüm.

Her şeyden önce bu belgeselde kullanılan bana ait bölümler bu program ile alakalı bir çekim olmayıp, iki ayrı çekimden (Kafdav ve Kafdav Yayınları + Kurtuluş Savaşında Çerkesler) alıntılanıp montajı yapılmıştır.

Çekim öncesinde, Kuzey Kafkasya’daki, idari yapıların Türkiye-Ürdün-Suriye gibi ülkelerdeki birey vatandaşlar olarak yaşayışımızdan çok farklı olduğunu anlatınca anlattıklarım yapımcılara ilginç geldi. Ben de kayıt esnasında bu farklı durumu bir iki cümleyle belirtmeye çalıştım.

Kafdav Araştırma Merkezinde; yirmi bin adet basılı ve dijital materyal ve otuz yedi binden fazla Osmanlı Arşiv belgesi mevcuttur. Türkiye’de yayınlanmış ve içinde bir sayfa bile olsa Çerkesleri ilgilendiren bir bölüm varsa o eseri arşivimize alıyoruz. Arşivlenen onca materyalin ilgili bölümleri dikkatle okunduğunda 153 yıldır içinde yaşadığımız halka kendimizi yeterince tanıtamamış olduğumuzu görürsünüz. O nedenle televizyon programı imkanı doğunca da önceliğimizi, kendi toplumumuzdan ziyade beraber yaşadığımız ve bizi yeterince tanımayan toplumları bilgilendirmeye veriyoruz. Bu iki çekimde de öyle oldu.
Bahse konu belgeselde bana ait olan tartışmalı cümleyi kurarken ki samimi irademe gelince, belki yeteri açıklıkla ifade edememiş olabilirim ama gerçek iradem şuydu: “Kuzey Kafkasya’dan sürülüp Osmanlı topraklarına gelen farklı dilli ve farklı kökenli insanlar “Çerkes” üst kimliği altında yaşayan bireyler olarak günümüze kadar var ola geldik.(Abhaz, Adige, Çeçen, Karaçay, Oset, Dağıstanlı ayırımı yapmaksızın bireyler olarak bir arada yaşaya geldik) Kuzey Kafkasya’ya yolunuz düşerse orada Çerkesleri, buradaki anlamıyla bulamazsınız. Zira, orada bireyler değil o bireylerin kendi boy adları ile kurdukları Cumhuriyetleri vardır.” dedikten sonra örnek olarak 4-5 Cumhuriyetin ve halkının adını saydım. Bu cümledeki “Çerkes” sözcüğünü de Osmanlıdan beri tüm Kuzey Kafkasyalılar için kullanıldığı anlamıyla kullandım. İlaveten ayrı ayrı Cumhuriyetlere sahip olduğumuzu öne çıkarmak istedim. Orada, “Adige” anlamıyla “Çerkes” yoktur demem için aklımı yitirmiş olmam gerekir. Şükür ki, henüz aklım başımdadır.

Kabardeyler, Besleneyler ve Mozdok Adigeleri’nin Adige Cumhuriyetinde, Şapsığ’da, Krasnodar’da yaşayan Adigelerle aynı halk olduğunu benim halkım zaten biliyor. O detaya girmedim. Mesajınız sizin dışınızdakilere yönelikse, detaylara inmeden en kısa şekliyle mesajınızı verirsiniz. Benim yapmaya çalıştığım da buydu.

Çerkesya ideali ise çok farklı ve önemli bir konudur. 19-20 Mayıs 1991’de Nalçik kentinde DÇB kurulurken Kaf-Kur temsilcisiydim. Kuruluşun isminde “Çerkes “kelimesinin yer alması için 8 kişilik ekip olarak özel bir mücadele verildi. İlk iki Genel Başkan Kalmuk Yura ve Şhalaho Abu’yu yakından tanıma, dinleme ve konuşma imkânım oldu. Boris Akbaş ve Nohuş Zavurbiy döneminde de 9 yılda yapılan Başkanlar Kurulu toplantılarının çoğunluğuna ve Genel Kurullara katıldım. O günlerden beri konuyu, hedefi ve hedefe götürecek alt yapı hazırlıklarının neler olması gerektiğini biliyorum. 2006’ dan sonraki DÇB çalışmaları ile ilgili yeterli bilgiye sahip değilim. Zira, o tarihten itibaren tüm mesaimi Kafdav’a ayırmış bulunuyorum.

Beni, dileyen dilediği kadar eleştirebilir. O nedenle kırılmam da, darılmam da. Ama lütfen; farklı görüşlerde olsanız bile yine de hitaplarınızda birbirinize saygıyı elden bırakmayınız.
Özellikle çocuklara, akranlarınıza, bayanlara, yaşlı insanlara hitap ederken, daha bir dikkatli olmak, geleneksel yaşamımızın bir gereği değil midir?

Bir cümlenin ne maksatla söylendiğini araştırmadan, sorup aslını öğrenmeden provokatör ya da bölücü gibi yaftaları kolayca yapıştırmak sizlere etik bir davranış ya da geleneklerimize uygun bir davranış biçimi olarak gözüküyor mu? Hiç sanmam. O nedenle beni hedefine koyanlar hiç yorulmasınlar benden bir provokatör de yaratamazlar, işbirlikçi de…

Eleştiriye açık olmak başkadır. Hakarete varacak söz söylemek ise çok daha başkadır. Türklerin güzel bir atasözü vardır; “Kem söz sahibine aittir” diye.

Son olarak söyleyeceğim şey şudur: Halkımızın, derneklerimizin, federasyonlarımızın ve vakıflarımızın ayrışmaya, kamplaşmaya değil, hemen yarından tezi yok, farklılıklarını koruyarak birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerine dünden daha çok yarın için ihtiyaç vardır. Ancak, o sayede ulusal sorunlarımıza çözüm üretebiliriz. “Çerkesya” meselesi de uzun soluklu bir strateji dahilinde çalışılması gereken o sorunlardan biridir.
Selamlar, saygılar.

Muhittin Ünal
22.12.2017

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz