Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Kırk katır mı kırk satır mı?

Malum masala göre, adamın biri işlediği bir suç için padişahın huzuruna çıkarılır. Padişah, huzuruna getirilen adama sormuş: “Kırk katır mı istersin kırk satır mı?” Kırk satır ile idam edileceğini düşünen ve seçenek olarak kendisine kırk katır sunulduğunu sanan adam “Kırk katır!” demiş. Aman ne büyük yanılgı! Adamın bedeninin kırk parçası kırk katıra bağlanmış, ayrı yönlere giden katırların kırbaçlanmasıyla büyük acılar içinde parça parça olarak ölmüş. 

Dilimizde bu hikâyenin anafikrini anlatan ne çok deyim ve atasözü var. “Ölümlerden ölüm beğen”, “Denize düşen yılana sarılır”, “Ölümü gösterip sıtmaya razı etme”…  

Bu sözleri genellikle de bir “kriz” durumunda yaşadığımız dilemmayı anlatmak için kullanıyoruz. Çünkü adı üzerinde “kriz”, kalp krizi gibi, kapı kapı dolaşıp fikir danışacağınız, uzun uzun ne yapacağınızı düşüneceğiniz, planlar yapacağınız zamanınız yoktur. En kısa zamanda en “optimal” çözümü bulmanız ve uygulamanız gerekiyordur. Bombanın patlamasına 5 saniye kalmış, kırmızı kablo mu mavi kablo mu? Hani derler ya, ‘en kötü karar kararsızlıktan iyidir’. Kriz anında da böyledir. Bir kalp ameliyatı olacaksınız ve “masada kalma” durumunuz var; ama ameliyat olmazsanız da bir kalp krizi sonucu ölme ihtimaliniz var. Kendiniz hakkında karar vermeniz belki daha kolay ama anne-babanız, eşiniz, çocuğunuzun hayatı ise karar vermeniz gereken? 

Kriz kavramı tıptan sosyal bilimlere aktarılmıştır. Ekonomik kriz, siyasi kriz, gıda krizi, şimdi de birkaç yıldır artık ajandamızın baş maddelerinden biri olan iklim krizi. Bu toplumsal ve politik “krizler”de kalp krizindeki gibi bir “zaman sorunu” yaşarız. Yani ideal çözümler için zaman yoktur, önce kalp krizi durdurulacak, sonra kişinin/toplumun kriz yaşamasına neden olan sorunlar daha etraflıca incelenerek çözümler geliştirilecektir. Türkiye’de genellikle ekonomik kriz zamanında bir IMF şefi gelir, “stand by” planı yapar, “15 günde 15 yasa” ile “by pass” yapılır. Siyasi kriz durumunda da, ‘önce şu hükümetten kurtulalım, sonra her bir meseleyi ayrıntılarıyla ele alırız’ denir. Ve topluma “asgari müşterekler”de bir programa destek vermesi çağrısı yapılır.  

Kriz tanısının konduğu her konuda buna benzer bir duygu durumu yaşarız. Kriz tanısı konan durumlar karşısında yaklaşımımız genellikle duygusaldır. Ve genellikle de vereceğimiz karara destek olarak bir “otorite”ye sığınırız. Kalp ameliyatı olacaksak, bu “otorite” doktordur. Siyasi krizlerde bu “otorite” bir siyasi liderdir. Ya karizması, ya da “temiz, dürüst” olması gibi ahlaki meziyetleri vurgulanarak bu “otorite”ye irademizi -geçici de olsa- teslim etmemiz istenir. Ekonomik krizde ise “otorite” genellikle bir uzman ya da uzmanlar kurulu olarak karşımıza çıkar. 2000’deki krizde bu uzman Kemal Derviş’ti. Şimdi de TÜSİAD gibi büyük burjuvaların nezdinde Daren Acemoğlu. Partilerin de ekonomi programlarını yazan “uzmanları” vardır.  

Küresel iklim değişikliğine birkaç yıldır “iklim krizi” demeye başladık. Örneğin The Guardian gazetesi 2019 yılında “iklim değişikliği” yerine “iklim krizi” kavramını kullanacağını açıkladı. Oxford Sözlüğü de 2019’da “iklim krizi”ni yılın kavramı ilan etti. Bu Greta Thunberg’in liderliğinde başlatılan “iklim grevi” kampanyasının devamında gelen adımlardı. Küresel iklim değişikliği yerine “iklim krizi” denmesinin de haklı, bilimsel ve politik gerekçeleri var. Hatırlanacağı gibi, Birleşmiş Milletler 1970’lerden beri, biliminsanlarının ekonomik kalkınma politikalarının bir sonucu olarak yeryüzündeki canlı yaşamın ciddi bir yıkım yaşadığı ve buna bir çare bulunamazsa bütün sistemlerin çökebileceği uyarılarınca küresel iklim değişikliğine çare bulunması için toplantılar, zirveler düzenliyor, raporlar yayımlıyor. Aradan geçen bunca zamanda yayımlanan bilimsel raporlara, imzalanan “iklim anlaşmaları”na, verilen sözlere rağmen, hiç somut ilerleme sağlanmadı ve BM Genel Sekreteri son durumu “kırmızı alarm” olarak açıkladı. İklim değişikliğinin yeryüzündeki canlı yaşam açısından geri dönüşsüz bir noktaya varmaması için küresel ısınmanın 1,5 santigrad derecede tutulması hedefinin artık tutulamayacağı kesinleşti. 2030 yılına kadar 1,5 santigrad derece sınırının, 2050’ye kadar da 2 santigrad derecenin aşılacağına kesin gözüyle bakılıyor.  

“İklim krizi” tanımlaması yapılmasının haklı gerekçeleri var. Fakat diğer örneklerde olduğu gibi, “iklim krizi”nin nedenleri ve çözümleri konusunda da “zaman sorunu” gerekçesiyle birçok ses tartışma dışı bırakılıyor. Bazı kesimler “Bilimin arkasında birleş” çağrısı yaparak “iklim krizi” konusunda ne yapılması gerektiğini bize söylemesi için “otorite” olarak “biliminsanları”nı işaret ediyor. ABD Başkanı Biden da, dünya liderleriyle yaptığı zirvede “Biliminsanlarıyla görüştüm, bu krizi çözeceğiz” vaadinde bulundu. Ama “çözüm” diye önerdiği şeylerin hiçbirinin “iklim krizi”nin nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelik olmadığı da ortada. Diğer taraftan “iklim değişikliği” konusundaki en temel referans metni olan ve Birleşmiş Milletler’in Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC) bine yakın biliminsanı tarafından hazırlanan raporlarının bile hükümet temsilcilerinin lobileri nedeniyle “uzlaşma” ile yazıldığını biliyoruz. İklim krizi tartışmasında da “İklimi değil sistemi değiştir” diyenlere, şimdi “Sistemi değiştirmeye zaman yok, önce iklimi kurtaralım, sonra sistemi düşünürüz” denilmektedir.  

Bütün bu “kriz” tartışmasında, toplumun, halkın, biz sıradan insanların, kriz durumunda düşünme, karar verme ehliyetimiz olmadığını görüyoruz. Çünkü karar vermeye yetecek kadar bilgi, deneyim sahibi değilizdir. Karar verilmesi gereken konular son derece hayatidir, hata kabul etmez, zaman da hiç yoktur. Kriz nedenlerinden dolayı, normal zamanlardaki bazı yasaların, prosedürlerin vb. paranteze alınabilir olmasının nedeni de budur. Kriz anında lider hızla karar vermelidir ve bu parlamento gibi çıkar çatışmalarının yaşandığı bir kurulda tartışılmadan hayata geçirilmelidir ki, çözüm gücü olabilsin. İnsanların kafasının karışmaması için basın ve ifade özgürlüğü kısıtlanabilir. Başka “bireysel özgürlükler” de kısıtlanabilir. 

Kriz tartışmalarının hepsinde karşımıza “zaman sorunu” çıkıyor. Krizler karşısında doğru çözümler geliştirebilmemiz için öncelikle bu psikolojik baskıya direnmemiz gerekiyor. Çünkü bu “zaman yok” baskısı altında vereceğimiz cevap “kırk satır mı kırk katır mı” durumuna düşürebilir bizi. 

Cemil Aksu
Cemil Aksu
Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yüksek lisans yaptı. Sudan Sebepler, Türkiye'de Neoliberal Su-Enerji Politikaları ve Direnişleri kitabının (Sinan Erensü ve Erdem Evren ile birlikte) ve Ekoloji Almanağı 2005-2017'nin (Ramazan Korkut ile birlikte) editörlüğünü yaptı. Birçok dergi, gazete ve internet sitesinde yazıları yayımlandı. Polen Ekoloji Kolektifi aktivisti.

Yazarın Diğer Yazıları

Bu yüzyıl melankoli çağı mı olacak?

Lars von Trier’in filmi “Melancholia”da ağır ağır Dünya’ya yaklaşan “ölüm meleği” Melancholia gezegeninin yaratacağı kaçınılmaz sonucunu bilmenin zorluğu içinde bireysel varoluşumuzun dayanağı anlamların kifayetsizliğini...

Savaş, kıyamet, gelecek

Kapitalizm ve onun siyasi biçimi olan ulus/devlet hakkında en azından 200 yıldır sayısız analiz yapıldı. Son 50 yıldır da ulus/devlet biçiminin aşılması gerektiğini ya...

Her yer Akbelen… Ama her yer!

Muğla’ya bağlı İkizköylüleri ve onlarla beraber Akbelen ormanını savunanları günü gününe izledik. Bazılarımız kanıksamış olabilir ama bu “olağanüstü” bir durumdur. Bir kere zaten “olağanüstü” bir...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img