Her yer Akbelen… Ama her yer!

0
1539

Muğla’ya bağlı İkizköylüleri ve onlarla beraber Akbelen ormanını savunanları günü gününe izledik. Bazılarımız kanıksamış olabilir ama bu “olağanüstü” bir durumdur.

Bir kere zaten “olağanüstü” bir dönemde yaşıyoruz. Hükümetler ve şirketler yani tuzu kuru olanlar kulak arkası ediyor ama yeryüzünde canlı yaşamın oluşmasını sağlayan ılıman iklim koşulları ortadan kalkmak üzere. Hükümetlerin politikaları ve mevcut üretim faaliyetleri nedeniyle, Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin raporlarına göre, küresel iklim ısınmasında kritik eşik olan 1,5 derecelik ısınma aşılmak üzere. Bu gidişatı durdurmak için yapılması gerekenlerin başında orman varlıklarının korunması, kömür gibi karbon içeren maddelerin enerjide ve sanayide kullanımının radikal bir şekilde azaltılması gerekiyor.

Diğer taraftan Türkiye, son yıllarda olağanüstü kuraklık yaşıyor. Meteoroloji Müdürlüğü hem yaz hem de kış aylarında bu kuraklığın olağanüstü düzeyde olduğunu açıklıyor. Ve bu nedenle birçok göl kuruyor. Orta Anadolu’da yeraltından su çıkarmak için her geçen gün daha derine sondaj yapılmak zorunda ve tükenen yeraltı su yataklarındaki çökmeler sonucu her yer devasa obruklarla doluyor.

Türkiye zaten su kıtlığı sınırında bir ülke. Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye’de kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1.652 metreküp, 2009 yılında 1.544 metreküp, 2020 yılında ise 1.346 metreküp oldu. Kişi başına düşen su miktarı bin metreküpün altında olan ülkeler su fakiri, bin ile 3 bin metreküp arasında olan ülkeler ise su stresi çeken (su azlığı yaşayan) ülkeler olarak tanımlanıyor. Yani çok yakın zamanda Türkiye’de su kıtlığı yaşanmaya başlayacak.

Orman varlığı ise sürekli azalıyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi verilerine dayanarak, 2005-2015 yılları arasında il il Türkiye’deki orman alanlarının ne şekilde değiştiğine dair çalışmaya göre, 60 ilde ormanlar artıyor fakat 19 ilde azalıyor, 2’sinde ise değişmiyor. Doğu’da ve Orta Anadolu’da bulunan, işsizlik sebebiyle devamlı göç veren kırsal alanların sürekli boşaldığı, tarım ve meraların terk edildiği ve bu tarım ve meraların daha sonra kendiliğinden ormana dönüşmesine karşılık Batı’da bulunan, devamlı göç alan, çarpık kentleşen, hızla çeperlere doğru yayılan, betonlaşan Marmara Bölgesi’nde (3 il hariç) bütün illerde orman azalışı var.

İşte böyle “olağanüstü” bir dönemde devlet, bir termik santralın 2-3 yıllık kömür ihtiyacı için Akbelen ormanını katletti. Ve köylülere, onlara desteğe giden yurttaşlara açık şiddet uygulayarak bunu yaptı. Köylüleri de terörist ilan ederek!

Ki o köylüler, daha önce aynı kömür ocağı için köylerinden edilen insanlardı. 2018’de tarihi köy merkezi Işıkdere Mahallesi’ni maden ocağı yutmuştu. Mahalleliler de ovaya yerleştirilmişti, burada onlara kimse dokunmayacak vaadiyle…

Ama Türkiye’de “Mevzu şirketlerin çıkarlarıysa gerisi teferruattır” sözü devletin “kırmızı çizgisi”. Önce orman kesimi ile ilgili mahkeme kararının temeli olan “bilirkişi raporu” değiştirildi, sonra da sabahın köründe jandarma baskınıyla orman kesimine başlandı.

Akbelen’in başına gelenler ne ilk ne de son olacak.

TEMA Vakfı’nın yürüttüğü çalışmalar Türkiye’de orman varlıklarının yüzde 58’inin, tarım alanlarının ise yüzde 60’ının madenlere ruhsatlı olduğunu ortaya çıkardı. Doğal alanların korunabilmesi için bu oranın yüzde 30 ile sınırlı olması gerekiyor.

Türkiye’nin yalnızca 24 ilinde madencilik çalışmaları için 20 bin maden ruhsatı verildi. Bu ruhsatları Türkiye geneline yaydığımızda tüm ormanların yüzde 58’inin, tarım alanlarının yüzde 60’ının, önemli doğa alanlarının yüzde 64’ünün, milli parkların ise yüzde 51’inin madencilik için ruhsatlandığı ortaya çıkıyor. Kıyı şeritleri, tarım alanları, milli parklar, sulak alanlar, sürekli değişen düzenlemelerle madenciliğe açılıyor ve bu uygulamalar, çevre için olduğu kadar sosyal yapı için de tehdit oluşturacak aşamaya geliyor.

Yani “Her yer Akbelen…” derken boşuna denmiyor. Yandaş medyada her gün yeni bir maden rezervi bulunduğuna dair müjdeler veriliyor. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü her ay yüzlerce yeni maden sahasını ihaleye çıkarıyor. İktidar yandaşlarını maden şirketi kurmaları için teşvik ediyor.

İktidarın bu maden sevdası geçici değil. Küresel ekonomide Çin’i geriletmek isteyen dünya kapitalistleri, yeni hammadde ve tedarik üsleri seçiyor kendine. Bunlardan biri de Türkiye. Türkiye’nin “küçük Çin” yapılması için emperyalist kapitalistler ile iktidar ve Türk burjuvazisi kollarını sıvamış durumda. Tarımı bitirilen Anadolu’nun boşalan köyleri, meraları, yaylaları maden ocağı şantiyesine dönüştürülüyor. Toprağından olan ve hızla kent merkezlerine doluşturulan köylüler de organize sanayi bölgelerinde asgari ücretle yaşamaya mecbur bırakılıyor, işçi yapılıyor. Türkiye’nin yürürlükte olan kalkınma modeli bu şekilde işliyor. Hem doğayı hem de emeği ucuz birer kaynak haline dönüştürerek…

İktidarın bizim için reva gördüğü “kader planı” bu. Her yeri Akbelen gibi ezip geçmek… Her yeri Akbelen gibi maden ocağı haline getirmek. Herkesi de maden ocaklarında köle gibi çalışacak işçi yapmak…

Önceki İçerikOrman yangınları
Sonraki İçerik‘İnancımızı ve kimliğimizi tanıyacaksınız’
Cemil Aksu
Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yüksek lisans yaptı. Sudan Sebepler, Türkiye'de Neoliberal Su-Enerji Politikaları ve Direnişleri kitabının (Sinan Erensü ve Erdem Evren ile birlikte) ve Ekoloji Almanağı 2005-2017'nin (Ramazan Korkut ile birlikte) editörlüğünü yaptı. Birçok dergi, gazete ve internet sitesinde yazıları yayımlandı. Polen Ekoloji Kolektifi aktivisti.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz