‘Diğerlerine gözdağı vermek için bir saldırı başlattılar’
Açık, şeffaf, cesur, vizyonu olan röportajları hemen fark edersiniz.
Martin Koçesoko ile Jineps sohbetinden tam da böyle bir röportaj çıktı.
Şartların elverdiği ölçüde açık soruldu, açık yanıtlandı.
Martin’e mütevazı ofisimize konuk olduğu ve içtenlikli yanıtları için teşekkür ederiz.
Bu röportaj ile biz diaspora ve anavatandaki güçlerin ‘kimlik’ ekseninde bir arada durabilmesinin ne çok şeyi değiştirebileceğini bir kez daha fark ettik.
Cinsiyetçi olmayan söylemlerin bu yolun açılmasında katkısı olacağını düşündük.
Kendisinin sözleri ile;
”Kadının da erkeğin de katkıları ile bu işleri daha ileri götürebiliriz diye düşünüyorum. Tek başına erkeklerle veya tek başına kadınlarla bu işleri yürütebilmeniz, başarılı olabilmeniz söz konusu değil.
Halk iseniz bu iki cinsiyet eşit haklara sahip olduklarında, bu ikisi birlikte mücadele ettiklerinde başarılı olunabilir, halk olabilmek de buradan geçer.”
-Okuyucularımıza kendi anlatımıyla Martin’i tanıtabilir miyiz?
-Martin Koçesoko (MK): Koçesokolardanım. Kabardey’de -Adige vatanının Kabardey bölümünde- Abzıyuanhable’de (Къулъкъужын) dünyaya geldim, köyde doğdum. 2005 yılında Nalçik’te Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Devlet Üniversitesi Tarih Bölümü’nde okumaya başladım. 5 yıl okuyup üniversiteyi bitirdim.
2005 yılından itibaren toplumumuzla ilgili konularda yapılan çalışmalara elimden geldiğince katkı sağladım. Aynı görüşleri paylaştığımız bir grup genç arkadaş 2018 yılında resmi olarak bir dernek kurmaya karar verdik. “Xabze Derneği”ni kurduk. Aslında Halkın Birliği (Жылэгъуа Зэгухьэныгъэ) kâğıt üzerindeki adı fakat Xase olarak anılıyor. Xabze adını vermemizin nedeni de; çalışmalarımızın asıl amacı, esas hedefi, Xabze ve anadili üzerine. Sadece anavatan ile sınırlı kalmayıp anavatan dışında yaşayan Adigeleri de kapsayacak çalışmalar yapmak amacıyla kurduk derneği.
-Yaşar Güven (YG): Kurulduğundan bugüne neler yaptınız?
-MK: Derneği kurduğumuz gün başlamadık çalışmalarımıza. 2006 yılından itibaren, anma günlerinde, Adige Bayrak Günü’nde, Adige Giysi Günü’nde, Adigelerin önemli günlerinde, bu günlerin başarılı bir şekilde yapılmasına yönelik çalışmalar yürüttük. Gençlik çalışmalarına, düğünlerin organize edilmesine, internette (sosyal medyada) yapılacaklara yönelik bütün faaliyetleri yürütmeye çalışıyorduk. 2018 yılında resmi olarak bir derneğimizin olması gerekliliğine karar verdik ve hayata geçirdik. Bundan sonra da anlattığım çalışmaları yürütmeye devam ettik.
-YG: Yapılan çalışmalar sadece Nalçik şehriyle mi sınırlı kaldı?
-MK: Organizasyonları yapan sadece biz değiliz, birçok kurum katılıyor bu çalışmalara. Her kurum kendi gücüne göre ne yapabileceğini ortaya koyuyor, hangi kurumun nasıl görev alacağı konusunda anlaşıyoruz, birlikte çalışıyoruz. Çalışmalarımızı sadece Kabardey ile sınırlı tutmadık, Çerkesk’e, Maykop’a gidip oralarda da düğünler yaptık, gençleri tanıştırıp kaynaştırdık. Düşüncelerini paylaşmalarını sağladık. Mezdegu’e gidip orada da benzer etkinlikler yaptık, kısaca anavatanda Adigelerin yaşadığı bütün bölgelerde benzer etkinlikler yapmaya çalıştık. Nart Xeku (Нарт Хэку), Jegu (Жьэгу), Şuwey Şuu Xase (Шу Хасэ) gibi diğer derneklerle de, gençlik gruplarıyla birlikte çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
-YG: Dernek çevresinde kaç kişi var, yaş ortalaması nedir?
-MK: Dernekte faal olarak çalışan sayısı 20 civarında. Fakat bir organizasyon yapacağımız zaman sadece bizim derneğimizle sınırlı kalmıyor, anavatandaki tüm gençlik dernekleriyle ortak çalışmalar yürütüyoruz, aynı düşüncede, aynı görüşte olduğumuz… Yapacağımız etkinlikle ilgili gençlik örgütleriyle birlikte çalışıyoruz.
Diğer derneklerle birlikte, yapacağımız etkinlikte bir derneğe üye veya değil ona bakmadan, yararı dokunacak her kim varsa ona ulaşıyor ve onlardan destek alıyor, birlikte çalışıyoruz. Örneğin, Adige Bayrak Günü gibi önemli bir günün organizasyonunu yapacağımız zaman Nart Xeku, Şuwey Xase, Kabardey Kongres, Sovyetski Organizastsiya, Adige Halk Dernekleri Birliği, Perit Derneği… birlikte yapıyoruz, hepimiz bir dernek gibiyiz. Nalçik çok büyük bir kent değil, İstanbul ile kıyasladığınızda bir ilçesi kadar, gün içerisinde tüm kurumlara ulaşmak mümkün oluyor.
-Erdoğan Yılmaz (EY): Hatukşoku Gazi Dil Derneği ile biz de çalışıyoruz. Siz de onlarla ortak çalışma yapıyorsunuz galiba?
-MK: Sorunun ne olduğuna bağlı olarak, hangi kurum veya kuruluş uzman ise onunla çalışıyoruz. Örneğin anadiliyle ilgili sorun üzerine çalışırken bu dernekle çalışıyoruz.
Türkiye’ye geldiğimde bir şey fark ettim. Dernekler bir işi yapacakları zaman “falanca dernek böyle bir iş yapacak” diye duyuruyorlar. Anavatanda ise; bir anlaşmaya varılmış gibi, hiçbir derneğin adını öne çıkarmadan, her Adige için önemli olduğundan -örneğin bayrak günü- “Şu gün şu saatte falanca yerde kutlama yapılacak, ayağına ayakkabı giyen herkes bu etkinliğe katılıyor” diye duyuru yapılıyor, böyle organize ediliyor.
-Birgül Asena Güven (BAG): Martin’in kimliğinde bizim gözleyebildiğimiz; milliyetçi duruşuyla, yani kimliğini öne çıkaran duruşuyla İslami inancını birlikte taşıyor olması. Bu, Xabze Derneği’nin gençlerinin ortaklaştığı bir duruş mu, Martin’e özel bir duruş mu?
-MK: Bizim bir arada olmamızın nedeni halkımızın sorunları; insanların inançlarına müdahale edilmesini Adigeliğe de yakıştırmıyoruz. Bu nedenle insanların inançlarına kesinlikle karışmıyoruz. Bu konuya karışmaya başladığınızda kaçınılmaz olarak sorunlar, anlaşmazlıklar çıkıyor. Böyle olunca da yürüttüğümüz çalışmalara zarar vermeye başlıyor. Biz insanların inançlarına karışmamak üzere çalışmalarımızı oluşturuyoruz. Esas olarak yaptığımız çalışmalar; halkımızın sorunlarına yönelik; Xabze’mizi, kültürümüzü, dilimizi popüler hale nasıl getiririz, gençleri bu konularda nasıl harekete geçiririz gibi…
“Anavatanımızı yitirmemiz, halkımızın çoğunluğunun anavatanlarını kaybetmelerinin ötesinde, topraklarımızın bölünmesinin dışında, düşüncelerimizi de böldüler”
-BAG: 20 kişilik gençlik grubu faal çalıştığını ancak etki alanının çok daha geniş olduğunu ifade ettiniz. Sizin yaşadığınız süreci düşündüğümüzde Adige kimliğini koruyan çalışmaların iktidar için rahatsız edici olduğunu mu anlamalıyız?
-MK: Her şeyden önce söylenmesi gereken; bu olanların devletin tüm birimlerinin bilgisi dahilinde yapıldığını düşünmüyorum. Her devletin, yasaları, uyulması gereken kanunları var, devletin tüm çalışanları bu kanunlara uymakla yükümlüdür. Başıma gelenler yasalara uygun değildi. Ben bu konuya “devletin bazı çalışanlarının kanunsuz bir iş yaptıkları” şeklinde yaklaşıyorum.
-YG: Bu kişiler Adige miydi?
-MK: Karşılaştıklarım, bu işin içerisinde olanlar Adige idi. Çok az diğer halklardan insanla karşılaştım.
-Zafer Süren (ZS): Birçok dernek/yapı var. Cumhuriyetiniz var, kendi dilinizde konuşma, okuma hakkınız var. Sizin derneğinizin farklılığı ne?
-MK: Halkımızın sorunları bir dernekle, kurumla, yapıyla, kişiyle çözülebilecek bir şey değil. Halkın her bireyinin bakışını önemsemeli, düşüncelerine cevap verebilmeli. Biz farklı bir yol, herkesin takip etmesi gereken bir yol önermiyoruz, biz halkımızın sorunlarının çözümüne bir katkı koyabilir miyiz düşüncesindeyiz. Tüm bireylerin sahip çıkarak yürütülmesi gereken bir çalışma olmalı diye düşünüyoruz.
-BAG: “Yöneticilerin halk tarafından seçilmesi” talebiniz olduğunu biliyoruz. Bu bilgi doğru mu? Talep hangi zeminde gelişti ve kapsama alanı nedir?
-MK: Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası, Rusya Federasyonu, federasyon prensiplerini esas alarak yola çıktı. İlk kuruluşu sırasında; Kabardey-Balkar, Adigey, Karaçay-Çerkes, Tataristan, Çeçen… hepsi cumhuriyetti. Kendi meclisleri, başkanları olan, başkanlarını cumhuriyette yaşayan halkların seçimle işbaşına getirdikleri. Anadilleri resmi dil olarak cumhuriyette kullanılıyordu Rusça ile birlikte. Polis teşkilatı, devletin diğer kurumları da cumhuriyetlerin kendi başkanlarına bağlıydı. Fakat her yıl değişiklikler yapıldı. Bir yıl polis teşkilatı Moskova’ya bağlandı, başka bir yıl başkanlık seçimleri kaldırıldı, Moskova atadı, sonra başkanlık da kaldırıldı, cumhuriyetin kanun yürütücüsü gibi bir isme dönüştürüldü başkanlık. Federasyonun prensipleri ortadan kaldırıldı. Biz bu konuda yapılanları doğru bulmuyoruz, razı değiliz. Kabardey’de ve Moskova’da büyük bir konferansta bu görüşlerimi dile getirdim.
Eklemek isteğim bir nokta daha var. Görüşümüze göre; hangi toplum, hangi halk veya hangi devlet olursa olsun gelişmesi, refaha ulaşması için, demokrasi prensiplerine uygun bir şekilde yönetilmeli. Her halkın, her yerel birimin, kendi vekillerini seçtiği, vekillerin kendi halklarının sorunlarını devlet düzeyinde dile getirdikleri, kendi halkının faydasını gözettiği, kendi yasalarını yapabildikleri bir sistem olmalı ki, Rusça ‘mestnoye samoupravleniye’ (местное самоуправление – yerel yönetim) dediğimiz, kendi kararlarını alabildikleri prensiplerle bir arada olunmalı. Cumhuriyetimiz var diyorsak -Adigeleri temsil eden üç cumhuriyet var- bunların başkanlarını, yereldeki yöneticileri kendimiz seçebilirsek, bu sistemler doğru çalıştığında problemlerimizin daha az olacağını, işlerimizin daha ileri gideceğini, sorunlarımızın azalacağını düşünüyorum.
-ZS: Sevindim, bir amaç varmış; Demokrasi. Federasyon ile ilgili talepleri, sadece kendileri mi istiyor, halk da istiyor mu, diğer dernekler/kurumlar da aynı düşüncede mi? Bu görüşü paylaşıyor mu?
-MK: Bu soruya cevap vermek çok zor. Uzun zamandır seçimlerle ilgili istatistikler, bağımsız kurumların yaptığı araştırmalar yok artık. Sadece devletin kurumlarının yaptıkları yayınlar dışında elimizde bir veri yok. Bu soruya doğru cevap verebilecek bir kurum da bilmiyorum. Fakat dünyadaki gelişmeleri izlediğiniz zaman; birlikte çalıştığımız bütün grupları göz önünde bulundurduğumda demokrasi dışında başka bir çözümün olamayacağı görüşündeler.
“Görüşümüze göre; hangi toplum, hangi halk veya hangi devlet olursa olsun gelişmesi, refaha ulaşması için, demokrasi prensiplerine uygun bir şekilde yönetilmeli”
-BAG: Cumhuriyetleri, bölgeleri birbiriyle karşılaştırırsanız hepsinde bu talebin aşağı yukarı aynı ağırlıkta olduğunu söyleyebilir misiniz?
-MK: Devlet yönetim şeklini artık halka sormuyor veya nasıl bir sistem olacağını halkla birlikte belirlemiyor. Devletin sistemi ile halkın yaşamı birbirinden kopuk şekilde bir süreç yaşanıyor. Bu duruma halkın müdahale etme şansı da gün geçtikçe azalıyor. Hiç kalmadı gibi. Bu nedenle de bütün cumhuriyetlerdeki halkın aynı düşüncede olduğunu, demokrasi istediğini düşünüyorum.
-YG: Martin’in başına gelenleri duyunca, buradan okumamız şöyle oldu: “Martin, iktidardakilerin, iktidar yanlısı Çerkeslerin işine gelmeyen bir şeyler söyledi ya da yaptı.” Çünkü daha önce; Adigey’de Murat Berzeg’in, Kabardey’de İbrahim Yağan’ın, Tsipine Aslan’ın başına geleni biliyoruz. Genellikle anavatandakiler, özellikle Türkiye’den gidip oraya yerleşenler, “Anavatana dair bir şeyler söyleyip yazmayın, sonra biz burada rahatsız oluyoruz” derler. Senin olayında diasporanın sosyal medya üzerinden ciddi katkıları oldu. Bunu değerlendirir misin? Anavatan-diaspora ilişkisinde beklentileriniz ne?
-MK: Yabancı devletlerde fazla sayıda Adigenin yaşıyor olması, insanlarımıza güven veriyor, güç katıyor, “Biz az değiliz, başımıza bir şey gelirse bizi destekleyecek, bize sahip çıkacak bir gücümüz var” inancındalar. Çoğunluğu bu şekilde düşünüyor, bundan mutlu oluyorlar. Belki net anlatamadım; güveniyoruz dedim, hatalı ve yanlış bulmuyorum. Gelecekte de güveneceğiz. Neden derseniz, halkımızın yüzde 90’ı anavatanın dışında, Türkiye’de yaşıyor. Hangi halk olursa olsun, gücünü halkından alır. Bizim de halkımızın çoğunluğu Türkiye’de yaşıyor, halkımızın gücünün büyük bir bölümü de burada. Bugün halkımız refaha erecekse, güçlü olacaksa, sesimizi güçlü çıkarabileceksek, diğer halklar bize kıymet verip saygı duyacaklarsa gücün ve güvenimizin olduğu yer burası diye söylemek istemiştim. Kökümüz nasıl anavatanda ise, gücümüz de burada, işte bu topraklarda, Türkiye’de.
-EY: “Martin’in bize güvendiği kadar bir güç var mı?” diye Martin adına sizlere soruyorum…
-BAG: Anavatandaki çalışmalardan bahsederken; “Yapılardan herhangi biri bir iş yapılırken öne çıkmaz, hep birlikte yaparız ve onu ilk önerinin kim olduğu da çok önemli değildir” dediğinizi anladım. Çok kıymetli ve Türkiye diasporasında sık karşılaşmadığımız bir zemin bu. Martin Koçoseko’ya destek kampanyası ise güzel istisnalardan biri oldu bence. Birbirinden çok farklı yerlerde duran oluşumlar destekledi. Somut bir olay karşısında eylem birliği yapmanın mümkün olduğunu gördük.
Bugünkü sohbet fırsatı için teşekkür ederiz. İzleyebildiğim kadarıyla birbirinden çok farklı derneklere, yapılara ziyarette bulunma şansınız oldu. Aslında sizinle ilgili kampanyanın yürütülüşündeki dayanışmaya denk düşen bir durum oldu bu. Demek ki olabiliyor. Erdoğan’ın “Gücümüz var mı?” sorusunun, kendi kendimize sorduğumuz sorunun yanıtı buralarda bir yerlerde olsa gerek. Anavatanda farklı uygulamalar olduğu için ben de Martin’e yöneltiyorum aynı soruyu; dayanışma ve bir arada hareket edebilme örneklerini çoğaltabilmek adına söyleyeceğiniz bir şeyler var mı?
-MK: Doğrusunu söylemek gerekirse, farklı düşünceleri olsa da, farklı bakışları olsa da, buradaki derneklerin, kurumların, yapıların benim olayımda birlikte verdikleri destek bize büyük güç verdi. Bu şekilde başka konularda, halkımızla ilgili konularda da diasporanın bu şekilde birlikte destek vermeleri bizim özlemimiz.
Halkımızla ilgili konular gündeme geldiğinde, politik bazı kararlar almak gerektiğinde, hepsi aynı şeyi düşünmüyor, her kurum kendi yolunu belirlemiş olabilir. Bunun korkulacak bir durum olduğunu kendi adıma düşünmüyorum. Fakat gücümüzü aynı yöne hep birlikte yönlendirebilmemiz için çalışmamız gerekiyor. Gelecekte halkımızın güçlü bir birliktelik oluşturacağına olan inancım arttı. İnancımı artıran şey, 10-15 yıl öncesine oranla bugün birlikteliğin daha çok artmış olması, çok daha güçlü olduğunu görüyorum. Bunun nedeni de teknolojik gelişmeler, bizim halkımıza da çok yararı dokunuyor, çok rahat bir şekilde, nerede olursanız olun haberleşme imkânı doğdu, tanışacaksak da, birlikte bir şeyler yapacaksak da, teknolojik gelişmelerin çok yararımıza olduğunu düşünüyorum. Teknolojik gelişmelerin bize sağladığı imkânları ne kadar iyi kullandığımıza bağlı olarak, gücümüzü birleştirebilirsek toplumsal konularda da yararını görürüz diye düşünüyorum.
Şunu eklemek istiyorum… Örnek olarak; büyük devletleri, İngiltere’yi, Almanya’yı, Fransa’yı, Türkiye’yi ele aldığımızda farklı görüşlerde birçok parti var parlamento dediğimiz sistemde. Bu partilerin olaylara bakışları tamamen farklı olmasına rağmen, hepsinin ortak amaçları devletlerini güçlü kılmak. Aynı bu şekilde bizim halkımızda da farklı görüşte olanlar var, bunda korkulacak bir durum yok. Hepimiz kendi halkımızın sorunlarını önde tutarsak, başka devletlerin işlerinden önce kendi halkımızın işine çözüm ararsak, hepimizi aynı yola çıkarır diye düşünüyorum.
-YG: Umutluyum dedin ya, biz de umutluyuz. Bir de Erdoğan, senin soruna yanıt olarak; Türkiye diasporası tek başına bile güçlü aslında, bir de genel anlamda Adige diasporasını düşünürsek bu güç katlanır diye düşünüyorum. Çünkü bunun içinde Amerika da var, Almanya da var, İsrail de. Kafkasya’da, Rusya Federasyonu’nun içinde Adigeler özel durumda diğerlerine göre. 3 cumhuriyet bir de Şapsığ bölgesi, bunlar bir bütün içinde değiller. Osetya iki tane ama en azından sınırdaş. Abazalar iki parça Karaçay-Çerkes ve Abhazya’da, ama farklı bir durum var. Adigeler dörde bölünmüş durumda. Bu böyle mi gidecek, bir çözümü olabilir mi? Üstelik Karaçay ve Balkar unsurları da var. Martin’in hayalini soruyorum? Anavatana dair. Bir de diasporaya dair hayalini, demokratik haklar için mücadele ediyoruz ama aynı zamanda da UNPO gereği vatan topraklarımıza koşulsuz geri dönebilme hakkımız var.
-MK: Rus-Kafkas Savaşı sonucunda halkımız soykırıma uğradı, geri kalanların çoğunluğu da sürüldü. Bunların ötesinde Adige vatanı, Çerkesya dediğimiz vatanımız haritalardan silindi.
Anavatanımızı yitirmemiz, halkımızın çoğunluğunun anavatanlarını kaybetmelerinin ötesinde, topraklarımızın bölünmesinin dışında, düşüncelerimizi de böldüler. Örnek olarak; hepimiz bir halk gibi duruyorsak da; hepimiz kendimizi Adige diye tanımlıyorsak, Xabze’mize; Adige Xabze, dilimize Adığebze diyorsak. “Sen kimsin?” diye Şapsığa gidip sorduğumuzda, “Ben Adigeyim” diyecek, “Dilim Adığebze, Xabze’m Adige Xabze” diyecekler, Kabardey’e gidip “Sen kimsin?” diye sorduğumuzda onlar da; “Adigeyim, dilim Adığebze, Xabze’m Adige Xabze, Adigeliğimi yaşatmalıyım” diyecek. Kısa söylemek gerekirse hepimiz tek bir halk olmamıza rağmen Adigey, Çerkes, Kabardey, Şapsığ diye dörde böldüler bizi. Her şeyden önce düşüncede bir olmamız, tek bir halk olmamız gerekiyor.
Her şeyin başında gelen konu, düşüncede bir olmamız gerekir diye bakıyorum. Halkımızın ortak bir düşüncede birleşmesi gerekiyor. Öncelikle hepimizin Adige olduğumuz… Adigey’de, Şapsığ’da, Kabardey’de, Çerkes’te, Türkiye’de, Suriye’de, Ürdün’de, Avrupa’da, Amerika’da… nerede yaşıyorsak da Adige olduğumuzu, dilimizin Adığebze olduğunu, Xabze’mizin Adige Xabze olduğunu, başka halkların bizi tanıdığı şekliyle Çerkes ismiyle anıldığımızı, vatanımızın haritalarda geçen haliyle Çerkesya olduğunu… Vatanımız Kabardey’de bitmiyor, Adigey’de de, Karaçay-Çerkes’te de, Şapsığ’da da, Mezdegu’de de bitmiyor. Tüm bu bölgeleri kapsayan Adige vatanıdır. Örnek vermek gerekirse; Psıhuabe’ye gittiğimde vatanımın dışına çıktım diye düşünmüyorum, Bjeduğ bölgesi Krasnodar’a, Soçi’ye gittiğimde de… İşte bu şekildeki bir düşünceyle bir olursak, sonrasındaki konuları rahat halledebiliriz.
Bu düşüncede ortaklaştığımız, anlaştığımız zaman diğer konulara çözüm bulmamız kolaylaşacaktır. Bir Adige nerede yaşıyorsa, özgürce istediğinde anavatanına dönebilecek şartlar sağlanabilir, bütün bunlara çare bulunur. Öncelikli konuyu, düşüncede birlik olmamız diye görüyorum.
-YG: Kimlik bilinci.
-EY: Adige olduğunu, Adigeliğini unutma.
-Yaşar Güven: Xeku?..
-MK: Xeku dediğimizde Nalçik, Maykop, Çerkes değil, Karadeniz’den Mezdegu’e kadar olan tüm toprakları Adige Xeku olarak kabul etmemiz gerekir. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Rusya devleti sınırları bu şekilde çizmişse de, biz aklımıza bu şekilde yerleştirmeliyiz. Çareler üretip orada işler yapmamız, bağımızı tekrar kurmamız gerek. Köklerimizin orada olduğunun bilincinde olmalıyız. Bugün herkes gelip anavatanına yerleşemiyorsa da, her zaman anavatanıyla bir bağı olmalı. Bu düşüncede birleştiğimiz takdirde, diğer sorunlarımıza çözüm bulmak daha kolay olacaktır. Bunun gerçekleşmesi için çalışmalıyız.
-YG: Bütün bunların olabilirliği örgütlenmeye bağlı. Dünya Çerkes Birliği’ni nasıl değerlendiriyorsun, öncesiyle sonrasıyla, Kalmuk Yura’dan bugüne?
-MK: Dünya Çerkes Birliği, Kalmuk Yura başkan seçildiğinde; toplumumuzun, halkımızın isteğiyle, akil insanların ortak çabaları, istekleriyle bir birlik olarak kuruldu. 2000 yılına kadar bu şekilde devam etti. 2000’li yıllarda ise durum tamamen değişti. Bu sadece benim görüşüm değil, anavatandaki diğer kişi ve kurumların da görüşleri bu yönde.
-YG: 2000’den sonra. Yani Putin’le beraber. 1999 Putin geldi, merkezileştirdi yapıyı. Merkezin kontrolünde DÇB sonuç olarak.
-MK: Merkezin talimatlarını yerine getirmenin ötesinde, toplumla olan bağları da tamamen kopmuş durumda. Halka herhangi bir konuda danışmıyor, toplum yararına, faydasına olabilecek hiçbir çalışma da yapmıyorlar. Bir şeyler yapmış gibi gösteriyorlar, kâğıt üzerinde zorunlu yapmaları gereken bir şey varsa o zaman ancak yapıyorlar.
21 Mayıs’taki anma gününde o kadar insan bir araya geliyor. Bu tür toplumumuzu ilgilendiren etkinliklerde en az insanın katılması için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Fakat o gün gelip çattığında da olayı sanki kendileri organize etmiş gibi konuşmalarını yapıyor ve işi sahipleniyorlar.
“Halkımızın çoğunluğunun yaşadığı ülkelerde kendimizi anlatmamız, halkımızın uğradığı sürgün ve soykırımdan bahsetmemiz, Rusya’da da seslerin yükselmesinin önünü açıyor. Rusya’da konuyla ilgili açıklamaların artmasının nedeni diasporadaki bu çalışmaların sonucudur diye düşünüyorum”
-BAG: Bütün bu çalışmaların içerisinde kadınların yeri ne? Xabze Derneği çalışmaları, kimlik bilinci diye tarif ettiğimiz çalışmanın içerisinde özellikle genç kadınların katkıları var mı? Faaliyetlerde, etkinliklerde katkı vermelerinden bahsetmiyorum, bu oluşumun içerisinde varlar mı? Çerkes kadınlarının kültürel, özellikle anadiliyle ilgili bir kısım çalışmalarda, organizasyonların içerisinde olduklarını, hatta örgütlemekte olduklarını biliyorum ama burada sözünü ettiğimiz kimlik bilinci oluşturma mücadelesine ilişkin ve daha da önemlisi, gençlerden ivme alan bir şey. Bu ivmenin içerisinde Çerkes kadını var mı?
-MK: Derneğimizi ele aldığınızda erkekler daha fazla. Yazı/çizi işlerinde -bürokratik işler diye anlaşılabilir- kadınlar daha çok görev alıyorlar. Fakat örnek olarak; Nart Xeku adında gençlerin yoğun olduğu bir derneğimiz var, daha çok düğün organizasyonları yapıyorlar, orada kadınlar daha çok. Başkanları erkek ama bütün çalışmaları yürütenlerin çoğunluğu kadınlar. Bu konuyla ilgili olarak kadınlar da erkekler de eşit şekilde çalışmalara katılıyorlar diyebiliriz, toplum yapımızın gereği olarak da, Xabze gereği olarak ortada erkekler daha çok ön planda görünüyorsa da… Bundan aşağı kalmayacak şekilde kadınlarımız da Adigelikle de, toplum işlerinde de, kültürümüzle, giysilerimizle, yiyeceklerimizle ilgili de, internette olsun, her konuda çalışmalar yürütüyor. Bu konuyla ilgili olarak anavatanda bir problemimiz yok. İnsan kendisini nasıl ortaya koyuyorsa, işler nasıl gerektiriyorsa, ona göre kim yapabilecekse o ele alıyor. Başka bir problem olduğunu görmüyorum.
-EY: Feminizm denilen görüş, hareket anavatana pek uğramadı herhalde…
-MK: Feminizm ile ilgili olarak; biz en öne Adigelik ve Xabze’yi koyuyoruz. Adigelikte de Xabze’de de kadının da erkeğin de toplum içerisinde bir yerleri vardır ve bellidir. Kadının ve erkeğin toplum içerisindeki yeri farklıdır. Görünüşleriyle, duruşlarıyla farklıdırlar. Örneğin Xabze’miz; kadına, erkeğe, bebeğe, yaşlıya, engelliye bakış açılarının nasıl olacağını belirlemiştir. Farklı bakış açılarının olmasının, yaşlı ile gencin aynı sofraya oturmamalarının nedeni de Xabze’den geliyor. Birinin hakkının kaybolmaması, güçlü olanın zayıf olanın hakkını gasp etmemesi, birinin hakkının diğerinde kalmaması için, her bireyin kendi haklarını alabilmesi üzerine kurulmuş bir sistem. Toplumsal yaşamda her türlü konuda çözüm üretilmiştir Xabze’de. Bu nedenle mümkün olduğunca Xabze’yi önde tutmaya çalışıyoruz.
BAG: Kimlik bilincinden bahsettik. Üç cumhuriyet ve Şapsığ bölgesinde, yani bölgelerin tamamında, kendisini Adige olarak tanımlayabilen kimlik bilincine bugünün koşullarında geri dönülmesi, öncelikle akılda, düşüncede bunun oluşması kolay bir süreç değil. Özlediğimiz kimlik bilincine ulaşma mücadelesinde kadının bugünkü varlığı nicelik ve nitelik olarak yeterli midir? Sizce, daha fazlası Xabze ile çelişir mi?
-MK: Bu konuyla ilgili olarak anavatanda yapılan çalışmaları daha fazla bildiğimden; erkekler daha fazla katkıda bulunuyor, kadınlar daha az katkıda bulunuyor diyebileceğim bir durum yok. Kadınlarımız kendilerini göstermeleri gerektiği zamanlarda, ortamda olmaları gerektiğinde “yiğitlik” gösterebiliyorlar. Kadınlarımız da gerekli olduğunda erkekler gibi çıkıp gerekli çalışmalara katılıyorlar. Bu nedenle ayrılamaz bağlarla birbirine bağlı bu ikisi. Kadının da erkeğin de katkılarıyla bu işleri daha ileri götürebiliriz diye düşünüyorum. Tek başına erkeklerle veya tek başına kadınlarla bu işleri yürütebilmeniz, başarılı olabilmeniz söz konusu değil. Halk iseniz bu iki cinsiyet eşit haklara sahip olduklarında, bu ikisi birlikte mücadele ettiklerinde başarılı olunabilir, halk olabilmek de buradan geçer. Bizim halkımızın düşünce biçimi de bu şekildedir. Halkımız da bugün bu şekilde mücadelesini veriyor.
Örnek vermek gerekirse; başıma gelen olaylardan sonra özgür kalınca, internette izlediğim kadarıyla bana destek verenlerin, anavatandaki durumu esas aldığımda, çoğunluğunun kadın olduğunu fark ettim. İnternetteki tepkilerde, çalışmalarda kadınların ön planda olduğunu gördüm. Önde erkeleri görüyor olsak da arkada işleri yürütenlerin çoğunun kadın olduğu çalışmalara da rastlamak söz konusu. Bazı işlerde kadın, bazı işlerde erkekler daha başarılı oluyor. Bu nedenle; kadının daha iyi yaptığı işi kadına, erkeğin daha iyi yaptığı işi erkeğe yaptırmak daha doğru sonuçlar veriyor. Kadın olduğu için dışlamak, erkek olduğu için sahip çıkmak gibi bir görüşün doğru olduğunu düşünmüyorum kendi adıma.
“Toplumsal yaşamda her türlü konuda çözüm üretilmiştir Xabze’de”
-YG: Türkiye’de bir Ermeni meselesi var, Türkiyeli aydınlar, akademisyenler el atınca daha bir konuşulur, soykırım telaffuz edilebilir hale geldi ve daha çok insan bu konuda bilinçlendi. Rusya’da da Tamara Polovinkina, Yakov Gordin var. Bu insanlar kitaplar yazdılar ve Rus aydınları olarak Çerkes soykırımı konusunu gündeme getirdiler. Orada temasta olduğumuz diğer halkların Çerkes soykırımı konusunda ses çıkarmaları daha değerli diye düşünüyorum. Nasıl bir durum var, nasıl bir iklim var orada?
-MK: Soykırım konusunda açıklıkla konuşanlar var, fakat bizim istediğimiz, beklediğimiz kadar sayıları çok değil açıkçası. Örnek vermek gerekirse; gazeteci, politikacı Maksim Şevçenko, bir kaç kez bahsetti soykırım konusundan. Ruslan Kurbanov, Dağıstanlı, soykırım konusunu gündeme taşıyan insanlardan biri o da. Açıklıkla konuyu gündemde tutan insanlar var. Rusya’daki diğer halklardan ismi öne çıkanlar soykırım konusunu dile getirmeye başladılar. Yavaş yavaş sayıları artıyor. Birkaç yıl öncesinde yukarıda ismini saydıklarım da yoktu. Tümünün temel aldıkları nokta, konuyla ilgili olarak kendi halkımızın tavrı esas belirleyici olan. Halkımızın güçlü olarak sesini duyurması, birlik içinde olmamız durumunda bunun diğer halklara da cesaret verip bizimle hareket etmeye başlayacaklarına inanıyorum. Konuyla ilgili bizim çok fazla olanağımız var, halkımızın çoğunluğu anavatan dışında, başka ülkelerde yaşıyor. Halkımızın çoğunluğunun yaşadığı bu ülkelerde kendimizi anlatmamız, halkımızın uğradığı sürgün ve soykırımdan bahsetmemiz, Rusya’da da seslerin yükselmesinin önünü açıyor. Rusya’da konuyla ilgili açıklamaların artmasının nedeni diasporadaki bu çalışmaların sonucudur diye düşünüyorum. Diasporada yaşayan büyük bir sürgün nüfus olduğunu da belirterek konuyu gündeme getiriyorlar. Bu nedenle diasporada yapılan çalışmalar, konuyu güçlü biçimde ortaya koyması önemli oluyor.
-YG: Özelde neler yaşadığını anlatır mısın? Sıkıntılı bir süreç yaşadın. Söz konusu olan şey uyuşturucuydu. Rusya’da çok uygulanan bir yöntemle gözaltına alındın, mahkeme süreci, itibarsızlaştırmaya yönelik bir durum…
-MK: Bu olay gerçekleşmeden yaklaşık iki hafta önce, 2019 yılı mayıs ayının 19’unda -başıma gelen olay 7 Haziran 2019’da gerçekleşti- Baksan Rayonu’nun yönetici yardımcısı ailemizi ziyarete evimize geldi. Annem, babamla birlikte büyük amcamı da çağırdılar, beni de çağırdılar. Bu gelen devlet görevlisi bize şöyle dedi: “Beni amirlerim görevli olarak gönderdi. Eğer Martin bu uğraştığı işleri bırakmazsa başına bir çorap örecekler. Üzerine bir suç yükleyecekler, en az 5 yıl ceza alacak veya tamamen yok edecekler.”
Bu görüşmenin ertesinde sosyal medyada; Facebook, Instagram, Telegram vb. mecralarda trollerin (polislerin gizli kurdukları feyk sayfalardan) saldırı başladı. Saldırılar sadece beni hedef almıyordu. 16 Mayıs günü Nalçik’te bir konferans toplamıştık. Federalizmin sorunlarını tartıştığımız. Bu konferansa katılanların tamamını suçlamaya başladılar. Hepimizin başka ülkeler adına ajanlık yaptığımızdan tutun da, benim uyuşturucu kullandığım şeklinde, bizi küçük düşürmeye, itibarsızlaştırmaya yönelik yayınlar başladı.
Tüm bunlar bu konferanstan sonra başladı.
-BAG: Yöneticileri halkın seçmesini de talep ettiğiniz konferans, değil mi?
-MK: Federasyon konusu, anadili sorununu ele alınca ortaya çıktı. Yeni bir kanun çıkarılmış, anadilleri seçmeli hale getirilmişti. Bu konu sadece Adige halkının değil, Rusya’da yaşayan tüm halkların sorunu haline geldi. Tabii anadili konusunu masaya getirince federasyonun kuruluşundaki prensiplerin teker teker ortadan kaldırılması da gündeme geldi.
Konunun daha anlaşılır olması için biraz daha geriye gidip oradan anlatayım. Anadiliyle ilgili çıkan yeni kanunu, seçmeli anadili meselesini tartışmaya açan; Rusya’daki neredeyse tüm halkların temsilcilerinin katıldığı (30’a yakın halkın temsilcisi) (Демократический конгресс народов России) “Rusya Federasyonu Halklarının Demokratik Kongresi”, Moskova’da Mayıs 2018’de toplanmıştı. Tataristan, Dağıstan, Osetya, Çeçenya, Çuvaşistan, Yakutistan ve diğer cumhuriyetlerden temsilciler katıldı. Bu kongreye biz de katıldık. Bizim Nalçik’te 16 Mayıs 2019 tarihinde yaptığımız toplantının nedeni şuydu: 24-25 Mayıs 2019’da Moskova’da yapılacak II. Kongre’ye Kabardey’den katılmak isteyen birçok kurum, kuruluş ve kişi vardı. Bu nedenle Xabze Derneğimizde 16 Mayıs 2019 tarihinde bir toplantı yaptık, toplantıyı videoya aldık ve 19 Mayıs günü sosyal medyada yayımladık. Akşam da bahsettiğim yönetici geldi evimize.
Nalçik’te yaptığımız bu toplantıya; Hatajıkua Valera (Хьэтэжьыкъуэ Валера), İnsani Araştırmalar Enstitüsü (Институт гуманитарных исследований), diğer kurumlar da katıldı. Demokrasi Kongresi adını verdiğimiz bir toplantıydı.
-EY: Kabardey’deki neredeyse tüm aktivistler, kurumlar katılmış yaptığınız toplantıya. Bu toplantıyı sizin organize ettiğinizi temel alarak sana saldırmaya mı başladılar? Seni niçin öne çıkardılar?
-MK: Bizim Xabze Derneği organizasyonu üstlenmişti. Bir de bizim grubumuz daha çok gençlerden oluşuyor ve bu nedenle de gençler bizi daha çok dinliyor. Beni herkese, bu tür sosyal, toplumsal konulara ilgi duyanlara örnek olması için seçtiklerini düşünüyorum. Gençlerin bizi dinlemesi, örnek alması, bizimle ilişkilerini sıcak tutmaları sonucunda, diğerlerine gözdağı vermek için böyle bir saldırı başlattılar diye düşünüyorum.
Bunun öncesinde de, arazi sorunlarıyla, köylerdeki arazilerin eşit dağıtılmaması, halkın yöneticilerini seçememesi konularında da çalışmalar yapmaya başlamıştık. Toplumsal sorunlar dediğinizde, anadilimizi, Xabze’yi korumak, halkın birlik olması, kültürümüzü ayağa kaldırmak gerekiyor dediğinizde, sosyal, toplumsal birçok sorunla, insanların bağımsızlığı, halkların özgürlüğü sorunlarıyla yüz yüze geliyorsunuz. Bu tür konularda da çalışmalar yürütmemiz, bu sorunlara çözüm üretmemiz gereği ortaya çıkınca, tüm sorunlara cevap olması amacıyla Xabze Derneği’ni kurduk. Xabze adının nedeni de; Xabze günümüzde yaşlının yanında genç nasıl oturacak/duracak konusundan önce, tüm halkların birlikte yaşamalarının temelini oluşturan ve ‘Xase’lerde alınan kararların Xabze şeklini almasından geliyor.
Bütün bu olayların sonucunda; bu konferansa katılanların ortak imzaları ile Kabardey-Balkar Devlet Cumhurbaşkanı’na bir yazı yazdık. 24 Mayıs 2019 tarihinde Kukue Kazbek’e (Kazbek Kokov) “Yaptığımız çalışmaları yönetiminizdeki devletin yasalarına uygun olarak yapmaktayız. Fakat devlet yönetiminde çalışan bir kişi evimize gelerek yasalara uymayan bir şekilde bizi tehdit etti, sosyal medyada yine devlet yönetiminde çalışan kişilerin yönettiği bilinen feyk sosyal medya hesaplarında bizleri karalayan asılsız suçlamalarda bulunmaya başladılar. Bu konuda gerekli tedbirleri alıp yöneticilerinizi durdurmanız, uyarmanız” şeklinde bir yazı gönderdik.
Evime gelinmesi ve hedefe benim oturtulmam nedeniyle Nalçik’teki toplantıya katılanların ortak kararıyla Moskova’daki 24-25 Mayıs’ta yapılan kongreye beni gönderdiler. Kongrede tüm gelişmeleri açıkça ifade ettim. Medyada da benimle yapılmış röportajlar yayımlandı.
Böylece tehdit ve saldırıyı deşifre etmiş olduk.
Moskova’dan döndükten sonra pek bir şey yapmadan 6 Haziran’a kadar köyde kaldım. 6 Haziran’da Uruh’ta yaşayan halama gittim. Yolda kardeşimle telefonla konuşmuştuk “Akşama kadar kalırım, gece kalmam, akşam dönerim” diye. Akşam dönmek isteyince halam izin vermedi, gelişen olayları duymuştu, kalmam için ısrar edince kıramayıp gece kaldım.
Ertesi gün 7 Haziran’da kardeşimle 10 yaşındaki oğlu, yeğenim bir arabada, ben tek başıma başka bir arabada köyden çıktığımız gibi peşime bir polis arabası takıldı. Durdum, bizde gelenektir, arabadan inip selamlaşırız, hal hatır sorarız. Ben de arabadan inip yanlarına gittim, belgeleri verdiğim anda yoldan iki aracın geldiğini gördüm. Arabalar hızla yaklaştı, durunca da içerisinden silahlı ve maskeli insanlar üzerime saldırdılar ve beni yakalayıp yolun ortasına yatırdılar.
Ellerimi bağladılar. Yolun ortasından kıyısına götürürlerken “Bu sizin üst düzey yöneticilerinizin tezgâhladığı bir şey, biliyorum. Ben de herhangi bir şey yok. Bana bir suç yüklemeye çalışmayın. Yasal olmayan bir şey yapmayın” demeye kalmadan birkaç yumruk attılar, sonra tekrar yere yatırdılar. Bu arada da cebime bir şey tıkıştırdıklarını, arabaya da bir şeyler koyduklarını fark ettim. Üzerime de bir şeyler sürdüler.
Yerde yatarken biri karşıma oturdu, “İki çıkış yolun var bu durumdan kurtulmak için. Bize direnip söylediklerimizi harfiyen uygulamazsan yattığın yerde işini bitireceğiz. Yok söylediğimiz her şeye harfiyen uyarsan, suçlamaları kabul edersen konu yargıya intikal eder ve mahkemeye çıkarsın” dedi Adigece. “Peki, yargılanmayı kabul ediyorum” dedim. Neler yapabileceklerini tüm cumhuriyetlerde bir-iki defa değil birçok defa gözümüzün önünde icra ettiler. Bu arada kardeşimi bana yaklaştırmıyorlar, uzaktan izliyordu.
Dört kişi kardeşimin yanına gidip oradan ayrılmasını istediler, “O benim kardeşim, bir yere gitmiyorum” dedi. “Sende de bir şeyler vardır büyük olasılıkla, silah falan” deyince “Martin’in arabasına ve cebine bir şeyler koyduğunuzu gördüm. Canınız ne istiyorsa taşıyor olabilirim” diye cevap verdi. Yeğenim, beni yerde yatar görünce bağırmaya başlamıştı “Martin’e ne yapıyorsunuz” diye. Bunun üzerine “Bu çocuğu da al ve uzaklaş buradan” dediler, yeğenime bir zarar verecekler korkusuyla kardeşime gitmesini, diğer kardeşlerime de haber vermesini istedim. Orada bir saate yakın yattım yerde. Bu arada haberi alan kardeşlerim de gelmişti. Fakat kimsenin bana yaklaşmasına izin vermediler. Bu arada tutanak düzenlemişlerdi.
Polis merkezine gittiğimizde bana, “Gece döneceğim demiştin telefonda. Niçin dönmedin, dönseydin işimiz bitmiş olacaktı. Şanslıydın ki gece dönmedin. Bugün de bize direnmedin. Yoksa şimdi ailen cenazeni kaldırıyor olacaktı. Toplumun sorunlarını dile getiren birçok insanı yok ettik, hiç kimse onlara sahip çıkmadı, sen sana sahip çıkacaklarını mı düşünüyorsun?” şeklinde sözler söylediler.
“Yalancı şahitler bulup onların ifadelerini delil olarak dosyaya koydular, başka suçlar da yüklemeye çalıştılar. Bunlar da bir işe yaramadı tabii”
-YG: Bu diyalogları hangi dille yapıyorlardı? Adigece mi Rusça mı?
-MK: Maskeliydiler, Adigece konuşuyorlardı. Sonrasında da başkaları da geldi, gece 02.00’ye kadar sorguladılar. Fakat bir keresinde maskesiz biri geldi. Beni sırtım kapıya dönük, pencereye bakar şekilde oturttular. O sol tarafıma oturdu. Kapı açıktı ve yüzünü göremeyeceğim şekilde birinin oturduğunu gördüm, hafifçe geriye döndüğümde, açık kapıdan oturduğu sandalyeden sarkan dizleri görülebiliyordu. “Geriye dönüp bakma” diye uyardılar bunun üzerine. Alt kata indirmek için odadan çıkardıklarında başka bir odada camdan gördüm yüzünü de. Sonra başkaları da beni sorguladı. Fakat soruların hiçbiri uyuşturucu ile ilgili değildi. “Çerkes’e, Maykop’a niçin gittin, kimlerle görüştün…” buna benzer sorulardı sordukları.
İkinci günü Xabze Derneğimizden 4 arkadaşımızı daha gözaltına aldılar. Gelenler yine maskeliydiler. Hepsinin telefonlarına el koydular. Derneği basıp arama yaptılar, oradaki bilgisayarlara, belgelere el koydular. Evimizi basıp arama yaptılar, bilgisayarıma el koydular.
Sonrasında beni hapishaneye götürdüler. Bir hafta hiç kimseyle görüşemedim. Dünyayla bütün bağım kopmuştu. Bu süre içerisinde iki kez hapishane görevlileri beni bir odaya çıkarıp, “Yaptığın çalışmalara son vermezsen başına gelenlerin benzerleri aile bireylerinin de başına gelecek. Sana başka suçlar da yükleyecekler” diyerek tehdit etmeye devam ettiler.
Bir keresinde de sıkışık bir şekilde oturabildiğim bir araçla beni kırlık araziye çıkardılar. Götürenlere nereye gittiğimizi sormama rağmen “Cevap vermemiz yasak” dediler. Avukat olan kız kardeşimi aramak istediğimi söyledim onlara fakat “Bizim böyle bir yetkimiz yok” diye kabul etmediler.
Bir süre dolaştırdıktan sonra beklemeye başladık. Öğlene doğru bekleme nedenimiz netleşti, birini bekliyorduk. Beklediğimiz kişi geldi. Yasalara göre hem avukatın hem de bu kişinin olması gerekiyordu. Tutanağı hazırlayacak olan kişi olay yeri incelemedendi. O gelince ne yapmak istediklerini anladım.
Oralarda bir yerlere sakladığım uyuşturucuların yerini göstermek üzere götürülmüştüm. Gelen bu kişiye yaptıklarının veya yapacaklarının yasal olmadığını, avukatımın olması gerektiğini, avukatımla görüşmek istediğimi fakat bir haftadır bana bu olanağın verilmediğini anlattım. Avukatım olan kız kardeşimin telefonunu ezbere biliyordum, bu kişi onu aradı, telefonun ahizesini açıp arabanın üzerine koyarak konuşmamı sağladı. Avukatım “Orada ne yaparsanız, hangi tutanağı tutarsanız tutun, yasal olarak hiçbir geçerliliği olmayacak. Benim de orada hazır bulunmam, bana da haber verilmesi gerekiyordu” deyince beni getirenlere dönüp, “Bunu nereden getirdiyseniz geri götürün, bir şey yapamayız burada” dedi. Bunun üzerine geri getirdiler.
Soruşturmanın tamamlanması için iki ay boyunca gözaltına alıyorlar. Eğer soruşturma bitmezse bu süreyi uzatıyorlar. Bu hapishanede iki ay yatıp da soruşturması bitip çıkan veya ceza alan kişi sayısı binde bir diye anlatılıyordu. Yani iki ayda soruşturmayı bitirmiyorlar anlaşılan, ben 18 gün kaldım. Olayların gelişimini öncesinden deşifre etmiş olmamız, benim dünya görüşümü tüm arkadaşlarımın, birlikte iş yaptığımız herkesin biliyor olması -içki, tütün kullanmayan biriydim-, bunların tümünü bir arada değerlendiren çevremdeki insanlar seslerini yükseltmeye, destek vermeye başladılar. Birçok kişi ve kurum destek verdi. RF Halklarının Demokratik Kongresi toplantısına katılan halklardan, diasporadan birçok kurum, kişiden destek geldi. Kanokua Arsen avukatlarını gönderdi. Sonunda işler bunu tezgâhlayanların istediği gibi olmadı.
20’ye yakın avukatım olmuştu. Herkes avukat gönderiyordu.
Sonrasında da çok fazla tehdit aldım. Hepsini anlatmaya çalışırsam epey uzun sürecektir. Yalancı şahitler bulup onların ifadelerini delil olarak dosyaya koydular, başka suçlar da yüklemeye çalıştılar. Bunlar da bir işe yaramadı tabii.
Sorduğunuz soruyu öncesinden başlayıp anlatmamın, biraz konuyu uzatmamın nedeni buydu. Başıma gelenlerin tümünün açık ve toplumun gözü önünde gerçekleşmesi, öncesinde tehdit almamız ve bunu deşifre etmemizin sonucunda herkesin yüklenmek istenen suçu işlemediğimizin farkında olması nedeniyle destekçilerim çoğaldı. Yargılayanlar bana gizlice, “Sana yapılanların doğru olmadığını biliyoruz, yaptığın çalışmaları da destekliyoruz, fakat sana nasıl suç yüklemeye çalıştılarsa aynı şekilde bizi de tehdit ediyorlar, bunun için üzgün olduğumuzu bilmeni istiyoruz. Özür diliyoruz” dediler.
Örnek vermek gerekirse; mahkeme bir gün öncesinden suçsuz olduğuma karar verdiği raporu ikinci gün açıklamak üzere hazırlanırken, o gece gelen baskı sonucunda değiştirmek ve beni suçlamak zorunda kaldıklarını sonradan anlattılar. Alınan karara itiraz ettik tabii ki. Bu itirazımız hâlâ devam etmektedir. Bu karara itiraz etmememiz için de çeşitli şekillerde tehditler almaya devam ettim. “Eğer sen suçsuz bulunursan bu olayları tezgâhlayan 14-15 kişinin yargılanması ve cezalandırılması gerekecek. Bunlar her şeyi yapar, mahkemenin kararına itiraz etmezsen senin için daha iyi olur” şeklinde mesajlar ilettiler sonrasında da.
Avukatlarım iletiyordu gelişmeleri, destekleri. 3.5 ay hiçbir iletişim aracı olmadan ev hapsi yaşadım. Sadece yakınlarımla görüşebiliyordum. Fakat onlarda da telefon yoktu. Evdeki telefonu da kapattılar.
-YG: Kaç kere mahkemeye çıktın?
-MK: 17-18 oturum, belki 20’ye yakın oturum sonucunda karar verildi. Serbest bırakıldıktan sonra devam edenlerle birlikte. Birinde bu işin içinde olan polislerden biri gelmiyordu, sonrasında diğeri gelmiyordu. Yalancı şahitlerini, genelde ellerinin altında olan bu kişileri mahkemeye getirmek için bulamadıklarını beyan ediyorlardı, bu şekilde mahkemenin karar vermesini engellediler.
-YG: Türkiye ziyaretini nasıl planladın, sen mi düşündün, davet mi geldi?
-MK: 2 Mart tarihinde serbest olduğuma dair yazıyı mahkemeden aldım. Olaylarla ilgili üst mahkeme henüz karar vermemişti. Daha sonra fırsatım olmaz diye düşündüm. Bana destek verenleri ziyaret edip teşekkür etmek, bu insanlarla tanışmak istedim. Kimse beni davet etmedi. Yola çıkma kararımı da ailem ve çok yakınımdakiler dışında kimseyle paylaşmadım. Fazla dillendirirsem belki yurtdışına çıkışımı engellerler diye.
-YG: Pasaport?
-MK: 2 Mart’ta mahkeme kararıyla birlikte pasaportumu da iade ettiler. Daha doğrusu son 6 ay pasaportum yoktu. Ondan önce pasaportum yanımdaydı ve mahkeme devam ederken yurtdışına çıkabilirdim. İstemedim, yoksa çıkabilirdim. Mahkeme sonuçlanmadan çıkmak istemedim. 6 ay öncesinden pasaportumu teslim etmemi istediler. Geçen yılın ekim ayında pasaportumu teslim etmiştim. O tarihten itibaren her ay karakola gidip imza attım.
-EY: Türkiye’yi nasıl buldun?
-MK: Bir arkadaşın evinde kalıyorum. Türkiye’de ne gördüm? Adigelerin nüfus olarak çok olduğunu gördüm. Sevinçle karşıladılar nereye gittiysem, bu bana büyük cesaret verdi. Burada daha özgür bir çalışma ortamı olduğunu fark ettim. Halkımızın sorunlarıyla ilgili daha fazla olanak olduğunu düşünüyorum.
-Jineps gazetesi adına teşekkür ediyoruz bu güzel sohbet için.
-MK: Ben de davetiniz için teşekkür ediyorum. Ayrıca, tüm yazarlarınıza/okurlarınıza, bana destek veren tüm insanlarımıza sizin aracılığınızla buradan da tekrar teşekkür etmek istiyorum.