Alışkanlıklar – Oubykh Mektupları Eylül 2022

0
382

Alışkanlıklarımın esiri olduğumu düşünüyorum. İlk gittiğim yere bir daha gitmek hissi, üstelik bunu defalarca yapmak hissinden kaçamıyorum bir türlü… 

Her defasında oraya gittiğimde, görmediğim yeni bir şeyler keşfetmenin yarattığı haz, en kuvvetli anti-depresan ilaçlardan daha güçlü etki bırakıyor gibi geliyor bana. Bu arada serotonin veren o ilaçları hiç kullanmayan biri olarak bunu söylemem, ne deli cesaretidir, o da başka bir konu. 

Bahsetmem gereken bir başka husus ise, hem gördüğüm bildiğim yerleri tekrar tekrar ziyaret etmek, hem de bu arada yeni yeni yerleri görmeyi aynı anda yapmak ve bundan çok hoşlanmak inanılmaz keyif veriyor bana. Bunu yaparken bir güne, yirmibeşinci saati sığdırmak ise biraz sihir işi. 

Çok uzattım, eskiden bu kadar kafa karıştırmadan yazardım, sanırım benim kafam karışık, hemen yazdıklarıma yansıyor, ben bile fark ediyorum. Sizin adınıza da üzülüyorum, bana katlanmak zorunda olduğunuz için… 

Çegem Cafe – Sohum

Bu karmaşık olarak bahsettiğimi, örnek vererek açıklayayım kısaca. İlk gittiğim yerlerde alışkanlık kazanmam, ilk deneyimim ile başlıyor, şöyle ki, öncelikle yürüyerek karşıma ansızın çıkan güzel tesadüflere göre günümü güzelce geçiriyorum, fakat o kadar yürüdükten sonra yorgunluğumu atmak için karşıma çıkan ilk kafeteryaya oturduğum zaman, yorgunluğumdan bağımsız oturduğum koltuk, masanın dizaynı, içeride çalan müzik, hatta bazen canlı müzik, şanslıysam piyano sesi. Duvarda gördüğüm duvar saati, tavandan sarkan devasa avize, artık beni ne cezbediyorsa, o ilk deneyimim çok önemli… 

Kahvemi bitirip hesabı ödedikten sonra, buraya muhakkak bir defa gelirim diyorsam, işte o anda esir olmuş durumdayım, ben buna alışkanlığımın esareti, diyorum. Siz ne derseniz diyebilirsiniz, benim için kafayı yemiş bile diyebilirsiniz, çok fark etmez, nasıl olsa o sakinleştirici ilaçları henüz keşfedip kullanmadım… 

Alışkanlığımın esiri olarak, bir sonraki gelişte içtiğim kahvenin aynı olmasını, piyanoda çalan müziğin aynı olmasını hep beklerim… Artık ilkinde ne hissettiysem daha sonra, esaret döneminde de aynı olmasını beklerim, hatta bekliyorum… 

 

Tanrının, insanlardan saklayıp, kendine ayırdığı bir yer varmış, bir başından diğer başına değil yirmibeş saatte, iki üç saatte bile gidilebilirmiş… İster iki saat, ister üç saat, orada geçen süre sofrada geçen süreden pek farklı değilmiş… Bu toprakların sahipleri, sofrada geçen zamanı ömürden saymazlarmış… 

İşte, kaç defa tanrı katına çıktım bilmiyorum, yoksa alışkanlığımın esiri olarak, bir dinlenme molası mı verdim, yoksa molanın kendisi için mi oraya gittim, artık o kadarını pek bilemiyorum. 

O tanrı katı ziyaretine, yirmibeş saat içinde geldiğim anlardan birisinde, adına Çegem denen duvarı olmayan bir mekânda, içtiğim en güzel kahveden dolayı, en güzel esaret zamanlarımı geçirdim diyebilirim… 

Dev insanlar için sandalyeler, dev insanlar için masalar, kırık mermer taşlarından üst üste yatay konarak yapılmış sütunlar ve onun üstünü örten bir kubbe, arı kovanı görüntüsünde olan bir başka kubbe ise hemen yanı başında… 

Yoğun yağmurlu geçen bir günde, bir tam günde, hatta yirmibeşinci saatimi geçirebileceğim kadar güzel bir mekân burası. Ağaçlardan pat diye, yere düşen ‘Âdem Elmaları’, kimin yediğini bilemediğimiz bu elmalar da şimdilerde azaldı, ama farkında değiliz… 

O duvarı olmayan, ama bende alışkanlık yaratan Çegem Kahvesi… 

Esir olduğum dönemde en çok sevdiğim yerdi. Esaretin bedeli çoktan ödendi, artık esir olarak gidecek bir yerim yok… 

Duvarı var, dev insanların değil, ölümlülerin yeri olmuş… Ne közde kahvesi var ne de yanında istediğiniz zaman ikram ettikleri bademli likörü… 

Âdem bile küsmüş olabilir, ne elması ne de kendisi yok ortada… 

Ben alışkanlıklarımın esiri olarak kendimi özgür kıldım, ne mutlu bana, kendi kendimi bu esaretten kurtardım, üstelik duvarı olmadığı dönemde esir iken, duvarı varken kendimi kurtardım bu esaretten… 

 

Tüyden kalemi kırık Penguen, eski soğuk zamanlarını arıyor. Ona sarılanlar sadece çocuklar değil, sevgi yumağında erimemek için, zor duruyor. 

Tüy kalemin yerinde yeller esiyor, zamana karşı zor duruyor. Masada geçen zamanın, ömürden geçmediğini düşünüyor, sevgili penguen… 

Karlı bir hava olmasa bile, denizden gelen yosun kokusu, evine yakın olduğunu düşündürtüyor ona… Esareti devam ediyor, alışkanlıklar yüzünden… 

Eski zamanların dondurma kaplarına konan, dolu dolu iki kaşık sade dondurmadan, benim gibi tercih edenler az değil. Garibim ne yapsın, bu sıcakta, o soğuk dondurma, penguene bile yetiyor… 

 

Bir acı kahve, bir badem likörü ile beni kendine esir etmiş Çegem, artık o eski Çegem değil… O bunun farkında değil ama ben artık özgürüm. Özgürlükten bu kadar mustarip olan da yoktur, bu ölümlü dünyada… 

Sen sahip çıkmazsan, sahip çıkan biri elbet olur. O zaman, esaretin bedelini ödemek, benim gibi şikâyet edenlerin sorumluluğundadır. 

Bir kadeh şarap, gürül gürül akan şelale ya da yirmibeşinci saat uğruna dinlemek için mola verilen bir kahvedir Çegem… 

Ve, özgürlük ile esaret arasında gidip gelen, bizim tercihimizdir aynı zamanda… 

 

Gün doğmadan gönderilecek, hep esir kalmak umuduyla… 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz