Arşiv belgelerinde Avrupa ve Çerkesya

0
1040

Çerkeslerle ilgili arşiv belgeleri Avrupa’da nasıl tercüme ediliyor? Kafkas Savaşı’na hangi Avrupalılar katıldı? Avrupa ve Çerkesya ülkelerini hangi ticari ilişkiler birbirine bağladı?  

Gazeteci Mairbek Vaçagayev, 30 ciltlik “Avrupa ve Çerkesya: 1760-1870*” kitap serisinin başeditörü, Cambridge Üniversitesi Tarih Fakültesi doktora öğrencisi Azamat Kumuk ile Avrupa ve Ortadoğu arşivlerindeki Çerkesya tarihine dair belgeler hakkında konuştu. 

  

-Çeşitli yabancı arşivlerdeki kaynakları Çerkesya ile ilgili tek bir belge koleksiyonunda bir araya getirme fikri kimden çıktı? 

-Kuzey Kafkasya’da 18.-19. yüzyıllarda gerçekleşen olaylarla ilgili değerli tarihi belgeler içerebilecek yabancı arşivleri incelemenin anlamlı olabileceği fikri, 2015 yılında Yale Üniversitesi’nde okurken ortaya çıktı. Öğretmenlerimiz arasında düzenli olarak üniversiteye gelen ve jeopolitik üzerine ders veren Henry Kissinger vardı. İlk derslerden birinden hangi milletten olduğumu sormuştu. O sıralarda Avrupa arşivlerinde Çerkesler hakkında ilginç belgeler olabileceğine, 19. yüzyılda sadece Batı Çerkesya’nın değil, sıklıkla tüm Kuzey Kafkasya’nın siyasi statü sorunu olarak anlaşılan Çerkes meselesinin rolünün günümüz tarihçileri tarafından hafife alındığına ve Çerkesya’nın aslında bir tür marjinal karaktere sahip olmamasına rağmen o dönemin büyük güçlerinin en önemli ilgi alanlarından biri olduğuna dair hipotezlerim vardı.  

Bu hipotezlerimi Cambridge Üniversitesi’nin tarih bölümünde yüksek lisans yaparken test etme imkânım oldu. Kuzey Kafkasya’da meydana gelen olaylar hakkında en azından nesnel bir fikir edinmek için sadece İngiliz arşivlerinin yeterli olmadığı ortaya çıktı, bu yüzden Fransa ve Türkiye’de arşivlenen belgelerle çalışmanın da gerekli olduğuna karar verdim. Bunları İtalya, Almanya, Amerika, Hollanda, Avusturya, Ukrayna, Gürcistan, İran arşivlerinde yapılan çalışmalar izledi. Ve bu da bir son değildi, kısa vadeli olsa da Polonya, Yunanistan, İspanya ve Mısır arşivleri de işin içine girdi. 

Yapabileceğim en iyi şeyin, tarihçilerin işini kolaylaştırmak için, ortaya çıkan materyalleri bilimsel yayın haline getirmek olduğunu hemen fark ettim. Neyse ki, “Kafkasya Arkeografya Komisyonu Belgeleri”, SSCB Dışişleri Bakanlığı “Rusya Dış Politikası” Koleksiyonu ve hatta önyargılı olsa da yine de çok değerli “Şamil – İngiliz sömürgecilerinin bir ajanı” gibi koleksiyonlar var.  

  

-Yayınla ilgili çalışmaların ne kadar sürecek ve kaç yazar olacak? 

– Bu çalışmada çok sayıda insan yer alıyor. Türkiye’de Cambridge mezunu Dr. Banu Turnaoğlu, İtalya’da Oxford mezunu Dr. Lorenzo Caravaggi; Balliol Koleji’nde David Urquhart’ın büyük hacimli arşivini araştıran Eleanor Kerfoot; diğer İngiliz arşivlerini (Büyük Britanya Ulusal Arşivleri, İngiliz Kütüphanesi ile Southampton, Glasgow, vb. üniversiteler) inceleyen Dr. Khatuna Gvaradze’nin yanı sıra Cambridge’den Dr. James Morris ve Felix Waldman; Tahran ve Kum’daki İran arşivlerini araştıran Dr. Ali Tarafdari; Fransa arşivlerini inceleyen Dr. George Mamulia; Hollanda, Avusturya ve Almanya arşivlerinde araştırma yapan Dr. Georgy Astamadze; Ukrayna arşivlerinde inceleme yapan Olga Morozova ve Sergey Berezin. 

Ayrıca birçok kişi, arşiv belgelerinin deşifre edilmesi üzerinde çalışıyor: Çoğunluğu elyazması olan materyallerle uğraşıyoruz. Ancak, okunaksız yazılmış materyaller var; örneğin William Lamb, Viscount Melbourne tarafından yazılmış belgeler. Veya birkaç kişinin aynı anda bir belgede ayrıntılı olarak yazdığı Osmanlı ve Pers materyalleri: Burada mesele çok daha karmaşık hale geliyor. Çünkü Avrupa belgelerinin aksine, kimin, kime, nereden ve ne zaman yazdığı her zaman net olarak anlaşılmıyor. 

Örneğin, George Mamulia tarafından yapılmakta olan Raphael Scassi elyazmasının deşifresi sekiz aydır devam ediyor ve iki ay daha sürecek. Cambridge’den Clemence Legrand tarafından yapılan Vasily Norov’un elyazmasının deşifresi ve düzenlemesi bir yıl sürdü. Dr. Hivel Maslen ve Dr. Khatuna Gvaradze, Büyük Britanya Ulusal Arşivleri’nden diplomatik yazışmaları kopyalamak için dört yıldır çalışıyorlar. Doğal olarak, elyazmalarının deşifre edilmesiyle iş bitmiyor. Ardından, çeşitli sürümlerini tercüme etmeniz ve farklı sürümlerini doğrulamanız gerekiyor; bu da çok uzun zaman alıyor, aylarca sürebiliyor. 

 

James Bell ve ailesinin rolü 

 

Farklı ülkelerden arşiv belgeleriyle çalışmak, meydana gelen olaylar hakkında objektif bir fikir edinmek için eşsiz bir fırsat sunar, ancak kaynaklar konusunda büyük özen ve eleştirel bir yaklaşım gerekir. Örneğin, tarihçiler artık sadece İngiliz James Bell’in Çerkesya’da kaldığı süreci anlatan kitabıyla değil, aynı zamanda İngiliz hükümeti ve diğer muhabirler için yazdığı mektup ve raporlar, kardeşi George’dan gelen mektuplar ile de çalışabilecekler. James Bell’in biyografisi yayımlanacak, bu biyografi de Bell ailesinin rolüne, Balkanlar ve Kuzey Kafkasya’da yaptıkları işlere ışık tutacak. Kitabın ilk bölümünde buna yer vereceğiz.  

30 ciltlik eserin tüm etaplarının yayımlanması en az 10-12 yıl içinde gerçekleşebilecek. Genel olarak tespit ettiğimiz tüm belge dizisinin yayımlanmasından bahsedecek olursak, bu çalışmanın yaşamımız boyunca bütünüyle tamamlanacağını düşünmüyorum. Proje kapsamında toplanan materyallerin sadece Çerkes halkını ilgilendirenlerle sınırlı olmadığını vurgulamak isterim. O zamanlar Kuzey Kafkasya’da yaşayan diğer halklarla ilgili belgeleri de araştırdık: Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler ve İnguşlar, Osetler, Dağıstan halkları, Nogaylar. Bunun nedeni, ilk olarak, daha önce de söylediğim gibi, Çerkes meselesinin sıklıkla tüm Kuzey Kafkasya’nın siyasi statü sorunu olarak anlaşılması ve ülkenin etnik haritasının yanlış yorumlanmasından dolayı herkesin genellikle Çerkes diye adlandırılmasıydı. İkincisi, Çerkes halkının 18. yüzyılın ikinci yarısı ve 19. yüzyıldaki tarihini komşularının tarihinden ayrı düşünmek kesinlikle yanlıştır. Mevcut yabancı kaynaklar, Kuzey Kafkasya halkları arasındaki derin kültürel, ekonomik, askeri ve siyasi bağlantıyı kanıtlamaktadır. 

  

-Belgeler hangi formatta yayımlanacak? Rusçaya çevrilmiş belgelerin yanında orijinalleri de olacak mı? 

-Tüm belgeler İngilizceye ve Rusçaya (orijinal dil olduğu durumlar hariç) çevrilerek yayımlanacak. Yayınevinin eserleri öncelikle Batılı bilim çevresine odaklanıyor, Rusçaya çevirme kararı büyük tartışmalar sonrasında ve benim ısrarımla alındı.  

Elyazmalarını deşifre etmek için çok dikkatli bir yaklaşım sergiledik, ancak elbette bazı hatalar olmuştur. Belgelerin bazı bölümlerini deşifre edemedik. Bu nedenle, okuyuculara belgelerin yüksek çözünürlüklü taranmış kopyalarına erişim sağlamayı planlıyoruz. Gelecekte, doğrudan kaynaklarla çalışan araştırmacılar, yaptığımız bazı hataları tespit edebilecek ve eksik kalanları deşifre edebilecekler. 

“Hollanda kraliyet ailesi, Batı Çerkesya’daki olaylarla çok ilgilenmiş ve hatta Hollanda Kralı I. Willem, I. Nicholas’tan Çerkeslere karşı insancıl davranmasını ve çatışmaya bir tür barışçıl çözüm bulmasını istemiştir”

  

-Türkiye ve İran arşivlerindeki çalışmaların nasıl gittiğini anlatır mısınız lütfen… 

-Türkiye arşivleri, özellikle 1829’daki Edirne Antlaşması’ndan önceki dönem, malzeme açısından son derece zengin, erişim kolay. İran’daki arşivlere erişim söz konusu olduğunda durum oldukça farklı. Tahran ve Kum’da çalışmaya geçen yılın sonunda başlamış olsak da oldukça ilginç materyaller geliyor. 

“Rusya hizmetinde yer alan yabancıların anıları açıksözlüdür, sansürsüz yazılmıştır” 

-Bildiğim kadarıyla, Kafkas Savaşı sırasında Çerkes halkının özgürlük mücadelesine bazı Avrupalılar katılmıştı. Buna dair anılar, mektuplar ve raporlar var mı? 

-Avrupalılar, Kafkas Savaşı’na sadece Çerkesler tarafında katılmadılar. 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Rus ordusunun saflarında Çerkeslere karşı savaşan çok sayıda Avrupalı vardı. Bunların arasında, hem savaş hem de Çerkeslerle diplomatik ve ticari ilişkiler hakkında çok ilginç yazılı kanıtlar bırakan Richelieu Dükü ve Fransa’dan Kont Lanzheron gibi çok ünlü şahsiyetler de vardı. Rusya hizmetinde yer alan yabancıların anıları açıksözlüdür, sansürsüz yazılmıştır ve keskin görüşler, ilginç gözlemler ve orijinal düşünceler içerir. Şimdiye kadar, örneğin Richelieu Dükü gibi şahsiyetlerin Rus-Çerkes ilişkilerinde oynadığı önemli rol çok az biliniyordu ve bahsedildiğinde de küçümsenir ve eleştirilirdi. Bunun iyi bir örneği, önemli eserinde Richelieu’ya oldukça temelsiz bir eleştiriyle yarım sayfa ayıran Vasily Potto’dur.  

Avrupa’nın çarlık birliklerine karşı Çerkes saflarına katılımı hakkında konuşursak, 19. yüzyılın 30’lu yıllarının ilk yarısında başlar ve 1860’ların ortalarında Batı Çerkeslerinin nihai askeri yenilgisine kadar devam eder. Avrupalıların Çerkesler arasında en büyük birliği (Rus sığınmacılar hariç) hiç şüphesiz ki Polonyalılardı. Katılımları ilk başta Rus ordusundan kaçan asker ve subaylarla sınırlıydı, ancak 19. yüzyılın 30’lu yıllarının ortalarından itibaren giderek daha organize bir özelliğe büründü. Polonyalı subaylar, askeri operasyonların planlanmasında yer aldı ve sürgündeki Polonya hükümeti, Kuzey Kafkasya’da Rusya’ya karşı büyük ölçekli düşmanlıklar başlatmak için ciddi planlar geliştiriyordu. 

Örneğin, 1836 yılının başlarında, Polonyalı General Jozef Bem, Fransız ve İngiliz hükümetlerine, sürgündeki hükümetin himayesi altında Batı Çerkesya’da Rusya’ya karşı bir Polonya lejyonunun oluşturulmasını içeren bir savaş planı önerdi. Çerkeslerle birlikte hareket ederek ve Polonya düzenli ordusuyla dağlıların çete harbinin en iyi özelliklerini birleştirerek Batı Çerkesya’yı Rus varlığından kurtarabilir ve ardından Kabardey’i işgal edebilir, Dağıstan halklarıyla birleşip Rusların Transkafkasya ile iletişim hatlarını kesebilirlerdi. Bem’in planı aslında daha da ileri gitti ve Polonya’da bir ayaklanmanın başlamasına, yanı sıra Kırım ve Yeni Rusya topraklarında askeri operasyonlara neden oldu. 

1834’ten itibaren Batı Çerkesya’ya İngilizlerin gelişi başladı: Bunların bir kısmı İngiliz hükümeti tarafından onaylanan gizli görevle gelenler, çoğunluğu ise kişisel ziyaretlerdi. 

  

-Avrupa ülkelerinin liderlerinin Kafkas Savaşı’yla ilgili nasıl konumlandıklarını öğrenmek isterim. Anlaşmaya mı varılmıştı, yoksa her ülke bu bölgede kendi oyununu mu oynadı? 

-Avrupa ülkelerinin konumlanmaları birbirlerinden farklıydı ve zaman içinde değişti. Büyük Britanya hakkında konuşursak, 19. yüzyılın 30’lu yıllarının başından itibaren, İngiliz dış politika kurumunun büyük bir bölümü, Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında başka bir askeri çatışmanın kaçınılmaz olduğu ve büyük olasılıkla Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, Rusya’nın Konstantinopolis’i işgali, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nın Rusya tarafından ele geçirilmesiyle biteceği sonucuna varmıştı. Yani, İngiltere’nin hiçbir koşulda izin vermemesi gereken bir senaryo… 

 

Fransa Büyükelçisi Sebastiani’nin önerileri 

 

Bu durum, kaçınılmaz olarak ülkenin Akdeniz’deki deniz iletişimi için bir tehlikeydi ve aynı zamanda Rus İmparatorluğu’nun İngiliz Hindistan’ına bir kara işgali tehdidi oluşacaktı. Başka bir deyişle, Rusya ile Türkiye arasında oluşacak bir çatışma, Rusya ile Büyük Britanya arasındaki çatışmayı kaçınılmaz kılacaktı. Birkaç etkili İngiliz politikacı, İngiltere ile Rusya arasında savaşın erken bir tarihte başlamasının İngiltere’nin çıkarına olduğuna inanıyordu, çünkü Rusya’nın askeri yetenekleri yavaş ama emin adımlarla giderek büyüyordu ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki askeri, ekonomik ve siyasi reform süreci İngiliz hükümetinin istediği kadar hızlı ilerlemiyordu. Ancak en önemli faktör, Karadeniz havzasında hayati çıkarları olan büyük güç Avusturya İmparatorluğu’nun alacağı tutumdu. Rusya’ya karşı başarılı bir savaş için ya Büyük Britanya’nın yanında yer alması ya da en azından Büyük Britanya’ya karşı cömert tarafsızlığı gerekiyordu. 

Fakat Avusturya’nın jeostratejik konumu, 19. yüzyılın 30’larında çok korunmasızdı. Bir yandan, yeni askeri yapılanmanın ve intikamcı bir dış politikanın ortaya çıkması an meselesi olan Fransa bir tehdit oluşturuyordu. Avusturya, Fransa ile gelecekte olası bir çatışmada Rus İmparatorluğu’nun yardımına güveniyordu. Öte yandan Avusturya, ülkeler arasındaki ilişkilerde bir bozulma olması durumunda kendisi için potansiyel bir tehdit olabilecek Rus İmparatorluğu ile sınır komşusuydu. Ve son olarak Avusturya, Macar sorunu (aslında 1848 devrimleri sırasında kendini gösteren) gibi bir saatli bombanın üzerinde oturuyordu. Bu bombanın patlaması durumunda, Macar ulusal hareketinin bastırılması konusunda Rusya’nın yardımına güvenebilirdi. 

Fransa’ya gelince, Kuzey Kafkasya’daki durumu 19. yüzyılın başından beri neredeyse sürekli olarak izliyordu.  

Dördüncü Koalisyon Savaşı (Prusya-Büyük Britanya-Rus İmparatorluğu-Saksonya arasında, Fransa İmparatorluğu’na ve onun uydu devletlerine karşı kurulmuş koalisyon) sırasında Fransızlara karşı askeri operasyonlar için Rus birliklerinin bir kısmının Batı Çerkesya ve Kabardey’den Avrupa’ya transfer edilmesinden sonra, Fransa’nın İstanbul’daki büyükelçisi Sebastiani, Napolyon adına Osmanlı liderliği ile görüştü; Abhazya, Batı Çerkesya ve Kabardey’de Rusya’ya karşı ikinci bir cephe oluşturma, ayrıca Dağıstan ve Çeçenya’da ayaklanmalar başlatma ihtimallerini konuştu.  

Napolyon’un yenilgisinden sonra Fransa, 1920’lerin başından itibaren Kafkasya ve Yeni Rusya ‘daki diplomatik varlığını geliştirmeye başladı, ancak temsilcilik düzeyi Kırım Savaşı’nın başlangıcına kadar siyasi ve askeri istihbaratla sınırlı kaldı. Bu arada, Fransız konsoloslarının raporları araştırmacılar için oldukça geniş ve zengin bir materyal. Serinin ikinci cildinin tamamı Çerkes meselesine ilişkin Fransız diplomatik belgelerinden oluşacak. 

Kafkasya’daki olaylara diğer Avrupa ülkeleri de büyük ilgi gösterdi, özellikle Hollanda’dan bahsetmek istiyorum. 1770 yılında Amiral Jan Hendrik van Keensbergen gibi Çerkesya’da Rusya tarafında yer alan ve çatışmalara katılan Hollandalılar çok ilginç materyaller bırakmış. 

Hollanda kraliyet ailesi, Batı Çerkesya’daki olaylarla çok ilgilenmiş ve hatta Hollanda Kralı I. Willem, I. Nicholas’tan Çerkeslere karşı insancıl davranmasını ve çatışmaya bir tür barışçıl çözüm bulmasını istemiştir. Lahey’deki Hollanda Ulusal Arşivleri ve Lahey’deki Kraliyet Arşivleri, hem Çerkesya hem de bir bütün olarak Kuzey Kafkasya’daki olaylar hakkında büyük miktarda materyal içeriyor. 

 

Köle ticareti 

 

-Çerkeslerin Avrupa ile ticareti, özellikle köle ticareti hakkında neler söyleyebilirsiniz?  

-Çerkesya’nın ana ihracat kalemi her zaman tarım ürünleri olmuştur: Ekin ve hayvancılık ürünleri, yani katma değeri düşük ürünler. Bu ürünlerin alıcıları sadece tüccarlar değil, aynı zamanda 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Çerkesleri tarımsal üretime teşvik etmek için büyük çaba sarf eden Osmanlı devletiydi. Tabii ki tüccarlar arasında Türk tüccarlar baskındı, ancak farklı Avrupa ülkelerinden girişimciler de çok faaldi; deri, kereste, bal, balmumu, tahıl vb. ürünler ihraç edildi. 

Ana ithalat kalemlerine gelince, bunlar katma değeri yüksek ürünlerdi: Farklı kalitelerde kumaşlar (yün ve ipek), kürkler, mutfak eşyaları.

19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, Tatar yayları gibi küçük silahlar ithal edilmeye başlandı. Bunlar arasında İngiliz barutunun ve kurşununun yanı sıra giderek daha erişilebilir hale gelen ateşli silahlar da vardı. Hatta o dönemin Çerkes şarkılarında da bunların adı geçmektedir.

Çerkesya’daki köle ticaretine gelince, dürüst olmak gerekirse “köle ticareti” terimini sevmiyorum. Çünkü muğlak olan bu olgu, negatif etiketlerden kaçınılarak incelenmelidir. Örneğin, şimdi Inozemtsevo’nun bulunduğu günümüz Pyatigorsk topraklarında, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde bir İngiliz kolonisi olan Karras vardı. Ve İngilizler fakir yerlilerden çocukları satın alıp vaftiz etti. Onlara İngilizce isimler verdiler, çocuklar bir okulda yabancı dil ve bilim eğitimi aldı. Bu çocuklar köle değildi, yedi yıl sonra serbest bırakıldılar. Birçoğu kariyerlerine devam etti. Örneğin, Çerkes dilinin Kabardey lehçesine ek olarak Türkçe, İngilizce (mektuplarını şahsen okudum ve İngilizcesinin çok iyi olduğunu söyleyebilirim), Almanca ve Rusça konuşan Kabardey John Mortlock ayrıca iyi düzeyde Fransızca ve Farsça biliyordu. John Mortlock büyüyünce Petersburg’a taşındı… 

 

“Osmanlı devletinde anavatanla irtibatını sürdüren, akrabalarını ve ayrıca Rusya ile savaşta direniş hareketini destekleyen çok güçlü bir Çerkes lobisi vardı”

 

Ya da örneğin Karaçay Jabermes’in oğlu Edigey de misyonerler tarafından satın alındı. Karaçayca, İngilizce, Çerkesçe, Türkçe biliyordu ve çok ilginç bir kariyeri oldu: Uzun süre İran’da, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve David Urquhart için tercüman olarak çalıştı, Büyük Britanya Kralı IV. William’ın sarayını ziyaret etti. Daha sonra Rus yetkililer tarafından işe alındı ve casus olarak İngilizlere karşı çok başarılı bir şekilde çalıştı. 

Ek olarak, fakir ailelerden gelen Batı Çerkeslerinin gençleri (hem kız hem de erkek), çoğu zaman ailelerinin bilgisi olmadan kendi istekleriyle köle olduklarını da hesaba katmak gerekir; anne-babalarına, küçük erkek ve kız kardeşlerine yardım etmek istediler. Ve ayrıca özgür olmayı, Türkiye’de başarılı bir evlilik yapmayı ya da bir işe girip iyi bir kariyer gerçekleştirmeyi umdular. Bu insanlar Konstantinopolis’e seyahat etmek, oraya yerleşmek ve fırsatlar aramak için maddi güce sahip değildi, bu yüzden “kendini satmak” bir sosyal hareketlilik yoluydu ve çoğu zaman işe yaradı. 

Osmanlı devletinde anavatanla irtibatını sürdüren, akrabalarını ve ayrıca Rusya ile savaşta direniş hareketini destekleyen çok güçlü bir Çerkes lobisi vardı. Osmanlı’nın Avusturya elçisi Ahmed Fethi Paşa, Mart 1837’de padişahın karar alma konusunda üç Çerkes eşinin ve iki kayınbiraderinin ne kadar etkili olduğunu ve Osmanlı yönetiminin Çerkeslerle dolu olduğunu İngiliz elçisine anlattı. Ve bu arada İngilizler bu Çerkes lobisini istihbarat ve lobicilik amacıyla çok aktif ve yaratıcı bir şekilde kullandılar. Örneğin, Sultan’ın hareminde doktorluk yapan siyasi aktivistlerden Julius Millingen böyle biriydi. 

Köle olarak satılan Çerkeslerin hayatının her zaman güzel olduğunu söylemiyorum. Arşiv belgelerinde, 1762’de Konstantinopolis’te bir kadının dayak ve hakaretlerine dayanamayan bir Çerkes kızının onu bıçakla öldürmesi gibi trajik kaderlere de atıfta bulunuluyor. Bu kız, köle pazarında herkesin gözü önünde asılarak idam edildi. 

  

-Bir araştırmacı olarak, mevcut belgelerin içinde sizin için değerlisini sorsam… 

-Sadece bilimsel ilgiye değil, aynı zamanda büyük duygusal etkiye neden olan belgelerden bahsedersek, bunlar galiba mektuplardır. Örneğin, Osmanlı Babıali veya Batı Çerkeslerinin Kabardey prenslerinden ve soylularından Konstantinopolis’teki temsilcilerine giden mektuplar, Şeyh Mansur’dan Osmanlı padişahına veya Muhammed el-Yaragi taraftarı olan Dağıstan bilimadamlarına giden mektuplar. Bazıları bireysel mektuplardır, bazıları da bir topluluk tarafından ortak yazılmıştır, ama onlarda mektubu yazanın karakteri kendini gösterir. Batı Çerkeslerinin mektupları gerçek halk sanatı örneğidir ve tek bir harf bile üslup olarak tamamen farklı ifadeler içerebilir. Genellikle mecazi ifadeler ve güçlü özellikler içeriyorlar. Kâtip ya da tercüman, bunları doğrudan katılımcıların sözlerinden kâğıda döker. 

Bu nedenle, yabancı arşivlerdeki kaynakların yayımlanmasının, Çerkesya tarihini ve Kuzey Kafkasya ile ortak tarihimizi aşama aşama daha derinden anlamamıza olanak sağlayacağını umuyorum. (kavkazr.com) 

*Almanya’daki “De Greuther Yayınevi” ile 30 ciltlik “Avrupa ve Çerkesya: 1760 – 1870” kitap serisinin yayımlanması için Ocak 2022’de bir sözleşme imzalandı. 

  

Çeviri: Serap Canbek 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz