31 yıl önce 14 Ağustos 1992 tarihinde Gürcistan Devlet Konseyi’ne bağlı silahlı birlikler, Abhazya’yı işgal etmek için saldırmış, 413 gün sürecek bir savaş başlamıştı.
Açgözlü zaman, kaç sabah derisini yüzmek için aydınlanmış, kaç sabah yaşama yeniden tutunmak için kan dökmek ve can vermek zorunda kalmıştı benim ölümsüz halkım! İkinci binyılın son demlerinde yeniden olmak ya da olmamak sınırına gelip dayandı. Abhazya’nın paslı bir çivi gibi kalplerine saplı kalmasına daha fazla dayanamayacaklarını tahmin etmek zor değildi, ama halkımızı yok etmek için kendi insanlarını böylesine feda edeceklerini kolay kolay kimse öngöremezdi. Her şeye rağmen olacakları önceden sezip, bunu engellemenin yollarını aramaya koyulmuştu, kadim tarihi ve bu devletlerin diplomasisini iyi bilen büyük akademisyen Vladislav Ardzınba. Politik oyunları da çok iyi bilmekte ve bu yüzden de “bilge” bazı kişilerin kendisine önerdikleri geri adım atma fısıltılarının aslında yenilgiye zemin hazırladığını da bilmekteydi elbette. Nüfus olarak azınlıkta olmamızı kendileri açısından bir avantaja çevirmeye çalışan düşmanlarımıza, şartlar gerektirdiğinde denizin karşı yakasındaki ve dağların ardındaki kardeşlerimizin Abhazya’da mücadeleye girişenlerin yanı başlarında yer alacaklarını göstermek gerekiyordu. Böylece onları hezimete uğratacak bir güce sahip olduğumuzu iyice gözlerine sokmak için savaşın hemen öncesin günlerde Türkiye ziyareti programladı. O dönemler, bizim anayasasına geri dönüş yaptığımız ortak devletin bakış açısı da ortadaydı. SSCB’yi oluşturan bağımsız cumhuriyetlerden biri sıfatıyla eski anayasamıza dönmüş, bayrak, devlet arması ve ulusal marş kabul edilerek bu adım pekiştirilmişti. Açıkça ifade etmese de, kimseden yardım dilemese de bunun bir savaş ilanı olduğu ortadaydı. Vladislav Ardzınba her şeye rağmen sorunun barışçı yöntemlerle çözülmesi için her yolu deneme kararındaydı. Devlet sembollerinin kabulü ve yoğun nüfusumuzun yaşadığı Türkiye diasporasına yapılan ziyaret, tarihi olaylardı. Vladislav kendisini bekleyen ağır sorumluluğu omuzlamaya daha da kararlı bir şekilde geri döndü, zira bu kez ardında tüm diasporanın gücü ve desteği de bulunmaktaydı. Tüm dünya, Abhazların sayıca az ve yalnız olmadıklarını görmüştü. Abhaz ulusu, düşman karşısında kendisini asla sahipsiz bırakmayacak, canla başla yanı başında yer alacak kardeşlere sahipti. Artık sayısal verilerin hiçbir önemi kalmamıştı.
Halkımızın bin yıldır ektiklerinin hasat mevsimi gelmişti artık. İşte o zaman “Abhazya’yı yalnız zannedenler ancak zavallılardır. Ama yine de dünyanın dört bir yanından böylesine bir destek alacağımızı ben bile tahmin etmemiştim” diyecekti Vladislav Ardzınba. O, bazılarının sayısal üstünlüklerinden dolayı başkalarının kaderi üzerinde her türlü hukuksuzluğu yapma hakkını kendilerinde görme anlayışının, dünyanın sonunu getiren zavallı bir anlayış olduğunu iyi biliyordu. Savaş kararı alıp bu yola çıktığında hezimet zincirinin boynuna geçirilmemesi için yiğitçe mücadele etmek gerektiğini de çok iyi bilmekteydi ve bu yangının içinde halkının geleceğine ait tohumların filizlenmekte oluşunu da görmekteydi. “Yaşamak için koşuyorduk biz ölüme!” derken, işte tam da bunu kastetmekteydi Vladislav Ardzınba.
Abhazya’nın binlerce evladının yaşamları 14 Ağustos 1992’den, zafere ulaştıkları 30 Eylül 1993 tarihine kadar şarapnel parçalarıyla kaplandı. Bütün bu süreci halkının başında geçirdi Abhazya’nın bağımsızlığına baş koyan Vladislav Ardzınba.
…Yüksek tepelerin ateş diliyle, müjdeleri de ölüm haberlerini de koca Abhazya coğrafyasına ulaştırdığı gibi, binlerce yıldır kahramanlar eliyle nesilden nesile aktarılarak getirilen bağımsızlık ateşi de, önümüzdeki binyıllara ulaştırılmak üzere yüce bir tepede yeniden alevlendirilmişti. Bu ateşi halkının yüreğine taşıyarak orada harlamak şerefi ise ölümsüz Vladislav Ardzınba’ya nasip oldu…
Vladislav
“Kurbanınız olayım!” – Sağırdı bunu duymayan,
Kördü onun sımsıcak gözlerini görmeyen,
Nasibin çiçeklendiği bir kıyıdayken biz
Bize olan ona olsun diye dünyaya gelen
“Kurbanınız olayım!” – Abhazya için duada,
Gözlerini dikerdi masmavi gökyüzüne,
Geçmişten geleceğe kaybedilen zamanı
Derleyip halkını korudu yeryüzünde.
“Kurbanınız olayım!” – yangının közlerinden
Sıçrayan ateşler sönmedi hep yanmakta,
“Kurbanınız olayım!” – fırlattığı tüm oklar
Bağımsızlık uğrunda devamlı yol almakta.
Onun halkı, kaderi dünyanın kaderi olan,
Uzaklardan gelen – giden uzaklara,
Yükselen sesleri benzemez başka bir sese
“Sonsuza dek kurbanım sana Abhazya!”
Çeviri: Oktay Chkotua