Hamas’ın 7 Ekim sabahı İsrail’e karşı başlattığı saldırılar ve sonrasında İsrail’in misillemesiyle tetiklenen savaş, taraflar açısından bir katliamın ilk işaretlerini verirken komplo teorisyenleri kanaatlerini büyük bir aymazlıkla kusmaya başladılar. Uluslararası ilişkiler alanındaki dinamikleri ve siyasal alanın çatışmalı doğasını stratejik hesaplarla okumaya alışmış kanaat teknisyenlerinin iştahını kabartan son hadise, İsrail istihbaratının böylesi bir operasyona dair enformasyonu ıskalamasının imkânsız olduğunda düğümleniverdi. “Ortadoğu’da kartların yeniden dağıldığı”, “büyük oyunların oynandığı”, nihayetinde birilerinin ötekileri “tuzağa çektiği” türünden kalıplaşmış ve artık gülünçleşmiş ifadelerin gırla gittiği tartışma masalarında uzmanlar tarafları nobran bir soğukkanlılıkla değerlendiredursun Gazze’de 2 bin 700’ün üzerinde çocuğun yaşamını yitirdiği haberleri yayılıyor. Hal böyleyken, Gazze Gettosu üzerine kalem oynatmak, klavye başında esip gürlemek veyahut akademik serinkanlılığı koruyarak aktörlerin konumlarını ve savaşın olası sonuçlarını iç rahatlığıyla tartışmak ne kolay ne de ahlaki.
Kendi adıma böylesi bir yazıya yeltenmenin temel güçlüğünü şöyle özetleyebilirim: İlk cümleyi tamamladığımdan bu yana bir gözüm sosyal medyaya kilitlendiğinden önceden tasarladığım yazı akışını üç defa değiştirmek zorunda kaldım. İlk paragrafı tamamlamıştım ki İsrail polisinin Filistinli oyuncu Maisa Abd Elhadi’yi sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına aldığı haberi ulaştı. Söz konusu gözaltı İsrail yurttaşı Filistinlileri ya da İsrail’in resmi söylemiyle, İsrail yurttaşı Arapları, yakın dönemde ne türden baskıların beklediğinin habercisi. “Gaza Mon Amour” (Sevgilim Gazze) ve “Baghdad Central” gibi yürek yakıcı ve sarsıcı yapımlarda oynayan Elhadi, belleğim beni yanıltmıyorsa birkaç sene önce de Hayfa’da bir protesto eylemi esnasında İsrail polisi saldırısında yaralanmıştı. Oysa bizlere pek de yabancı gelmeyen bir dille “terörizmi kışkırtmak ve desteklemek” iddiasıyla derdest edilen Maisa Abd Elhadi’nin Hamas’ın siyasal çizgisini desteklemek şöyle dursun hoş göreceğini varsaymak bile fazlasıyla gerçeküstü.
“Senelerdir sürdürülen abluka ile hedeflenen örtük etnik imha politikası bugün yerini açık bir kitlesel imhaya bırakmış durumda”
Kolayca kestirilebileceği üzere yukarıdaki paragrafı İsrail sınırları içinde yaşamlarını sürdüren ve temel yurttaşlık haklarının pek çok boyutu törpülenmiş Filistinlilere bağlayacaktım. Tam da kafamda tasarladığım cümleyi aktarmak üzere klavyenin tuşlarına dokunmuşken İsrail’in Gazze’de yedi katlı bir binayı içindeki insanları uyarmadan vurduğu haberi geldi. Bilmeyene hatırlatma mealinde ekleyeyim: İsrail ordusu Gazze Gettosu’ndaki binaları hedef aldığında uyarı mahiyetinde bina sakinlerine mesaj gönderir ve birkaç dakika içinde binayı yerle bir edeceğini bildirir. Kaçabilen binayı terk eder ve böylelikle sivillerin hedef alınmadığı bir saldırı gerçekleştirildiği zannı yaratılır. Son dönemeçte ehveni şer sayılabilecek ve pek çokları için pek de medeni sayılabilecek bu uygulamadan vazgeçildiği ve tüm Gazze sakinlerinin toplu bir cezalandırmaya tabi tutulduğu gün gibi ortada.
Sözümü toparlamak üzereyken Erdoğan’ın Hamas’ı terör örgütü olarak görmediği açıklaması sosyal medyada deprem etkisi yarattı. Doğrusunu söylemek gerekirse, yeri geldiğinde seküler, özgürlükçü ve halkların barış içinde yaşadığı bir dünya özlemi taşıyan kardeşlerini katletmekten geri durmayan ve deyim yerindeyse onlara dünyaya dar edebilen Hamas’ı bir ‘direniş’ örgütü olarak tanımlamaya benim de dilim varmıyor. Ancak şu eşikte Erdoğan’ın bu açıklamayı hangi hesaplarla yaptığını tartışmanın ne yeri ne de zamanı. Bana kalırsa tartışılmayı en çok hak eden husus Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Filistin ayağı olan Hamas’ın nasıl olup da direnişin temel aktörü konumuna yükseldiğidir. İsrail’in Filistin mücadelesini bölmek, cılızlaştırmak ve FKÖ’yü yalnızlaştırmak adına zamanında Hamas’a destek verdiği sıklıkla dile getirilse de böylesi bir desteğin verili durumu açıklamaya yeteceğini zannetmiyorum. FKÖ’nün direnen bir yapı olmanın gerisine düşerek konformizme yenik düşmesi belli ki yoksul Filistinliler nezdinde Hamas’ı bir seçenek haline getirmiş. ‘İşbirlikçi’ olarak algıladıkları FKÖ yerine dinsel öğelerle bezeli bir kurtuluş reçetesi sunan Hamas’ı kurtarıcı olarak gören Gazze halkını yargılamak en hafif deyimle hadsizlik. İsrail ablukası altındaki Gazze Gettosu 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik şaşırtıcı ve beklenmedik saldırısının ardından, yine strateji odaklı teknisyenlerin pek sevdikleri ifadeyle, “İsrail’i kışkırttıkları”, “canavarı uyandırdıkları” veyahut “uslu durmadıkları” için uluslararası insan hakları hukuku hiçe sayılarak ‘misliyle’ cezalandırıldı. Ne var ki Gazze Gettosu bu şiddette olmasa da yıllardır cezalandırılmakta: Hamas militanlarının yuvalandıkları alanlar olduğu gerekçesiyle ibadethanelerin ve okulların bombalanması hiç de yeni değil. Senelerdir sürdürülen abluka ile hedeflenen örtük etnik imha politikası bugün yerini açık bir kitlesel imhaya bırakmış durumda.
Pekiyi, Filistinlileri ne bekliyor? Yenilmez sayılan ve aşılmaz istihbarat ağları mitosuyla gücüne güç katan İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ile gafil avlanması İsrail’in zafiyetini gözler önüne sererek Filistinlilere ve elbette çevre ülkelere güven vermeyi hedeflemiş olabilir. Kim ne derse desin, son saldırı yurttaşlarını korumakla mükellef olduğunu her daim hatırlatan ve kendini tek bir yurttaşının canının yanmamasının tek güvencesi olarak sunan Benjamin Netanyahu açısından telafi edilemez bir itibar kaybına işaret ediyor. Seçim kampanyalarında “Çocuklarınızı bana emanet edin” diyerek güvenilir bebek bakıcısı olarak arzı endam eden Bibi (Netanyahu), şu uğraktan sonra aklı başında İsrailliler için çocukların emanet edileceği en son kişi olsa gerek.
Seneler önce, 2008 yılının başlarında, dönemin İsrail Savunma Bakan Yardımcısı Matan Vilnai, Kassam saldırılarının devam etmesi durumunda Gazzelilerin çok büyük bir shoah’ı davet edeceklerini söylemişti. Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı’nda maruz kaldıkları soykırımın İbranca karşılığı olan ‘Shoah’ın böyle fütursuzca dillendirilmesi elbet kabul edilebilir değildi. Sonradan anlaşıldı ki Vilnai’nin sözleri 27 Aralık 2009 tarihli Kurşun Dökme Operasyonu’nun öncülüydü. Bundan 14 sene önce de İsrail benzer bir denklem kurmuştu: Gazze halkı eşittir Hamas; Hamas teröristse tüm bir halk teröristtir. Bu durumda da Gazzeliler pekâlâ soykırıma uğratılabilir! Bugün daha da ürkütücü bir manzarayla karşı karşıyayız. Denklem daha da sertleştirilmişe benziyor. Açıkça terörist olarak tanımlanan sadece Gazze halkı mı doğrusu pek emin değilim. İsrail hükümeti yanlısı medya yavaştan da olsa 7 Ekim saldırısına El Fetih’in paramiliter kanadı El Aksa Şehitleri Tugayı’nın destek verdiğini fısıldamaya başladı. Sözün özü, öncesinde açıkça dillendirilmeyen ve sadece Gazzelilerle sınırlanan “terörist halk” tanımı gün geçtikçe genişletilecek gibi duruyor. Üstelik İsrail’deki aşırı sağcı hükümetin temsilcilerinin “terörist bir halkın” shoah’ı üzerlerine çekeceğini söylemekten çekineceklerini de beklememek gerek.
Son olarak, klavyenin tuşlarına İsrail’de aşırı sağcı hükümet devrilir mi sorusuyla başlayan bir cümle yazacakken İsrailli arkadaşımın mesajı düşüyor telefonuma. Günlerdir sığınaklara iniyorlar ve arada iyi olduğu haberini iletiyor bana. Seneler önce Gazze’yi Varşova Gettosu’na benzeten ve bu benzetmeyi kendisinden ödünç aldığım bu yiğit kadın, Filistinli kardeşleri için de gözyaşı döküyor. Antisemitizmle karşılaşmayacağı tek vatan olarak kendisine vaat edilen topraklarda muhalif olmayı başarabilen Yahudi kız kardeşim, halkların birlikte yaşayabileceği bir geleceğe dair sönük de olsa bir umudun yeşermesine vesile oluyor. Varşova Gettosu ruhu kim bilir belki de Gazze’de devam ediyor.
*Dr. Öğretim Üyesi
Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi