‘Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil’ (Fuzuli)

0
177

Gazetemizin şubat sayısında, Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) X. Dönem (2021-2023) Genel Başkanı Ümit Dinçer ile, genel kurulda başkanlığı devrettikten sonra, başkanlığı boyunca olan-bitene dair yaptığımız söyleşiyi yayımlamıştık.

KAFFED IX. Dönem (2019-2021) Genel Başkanı Yıldız Şekerci bu söyleşiye yönelik yanıt hakkını kullanmak istedi. Şekerci, KAFFED VIII. Dönem’de de (2017-2019), Genel Başkan Yaşar Aslankaya’nın istifasından sonra, 7 Nisan 2019 tarihli Olağanüstü Genel Kurul’da genel başkan seçilmişti.
Şekerci’nin ilettiği metni olduğu gibi yayımlıyoruz…


Tarafsızlığınıza, ilkesel duruşunuza inancım, güvenim ve saygım nedeniyle, yayımlayacağınızı düşünerek; Jineps Gazetesi’ndeki röportajınız ile ilgili bazı konulara değinmek istedim. Mümkün olduğunca toparlamaya gayret ettim ancak daha önce paylaşamadığımız için bazı konulara burada girmek zorunda kaldım.

 

Kayseri Kafkas Derneği’nin KAFFED’den ayrılışı

Öncelikle şunu belirtmek isterim; Kayseri Derneği’nin ayrılmış olmasına çok takılmadım. Demokratik haklarını kullanıyorlar. Farklı fikirlere, eleştirilere her zaman saygım var, toplumların olgunlaşmasına katkı sağladığını düşünürüm. Tepkiler toplumlara dinamizm katar, bu anlamda önemli bulurum.

Kayseri Derneği sosyal medyadan eleştirilerde bulundu ve bu eleştirilere yanıt verilmediğini yine sosyal medyada dile getirdi. Kayseri Derneği’nin de Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun da (KAFFED) kurumsal yapıları gereği bu kadar önemli kurumsal sorunlarının sosyal medya üzerinden tartışılmasını beklemek doğru değil. Kurumsallık gereği, KAFFED yönetimi Kayseri’ye gidip Kayseri Derneği Yönetim Kurulu (YK) ile karşılıklı bir görüşme yaptı.

Kayseri Derneği, ayrılma gerekçelerini sadece KAFFED’i eleştiren bir dil yerine, kendi projeleri, KAFFED yönetimi ile ilgili görüşme detayları, soruları ve sorulara aldıkları yanıtlar üzerinden yapmış olsa, toplum daha sağlıklı bilgilere ulaşmış olurdu.

Kendi adıma bu eleştirilere yanıt vermedim, geçmişte yapılanları yeterli görmemeleri doğal. Bu toplum çok daha fazlasını hak ediyor, geçmişte yapılanları doğru bulmamış veya yeterli görmemiş ise daha iyi projeler üreteceklerdir, bu da hepimizin yararına olur. Umarım söylediklerini gerçekleştirirler.

Bu arada Kayseri gibi Çerkeslerin çok yoğun yaşadığı bir bölgede, yaklaşık 50-60 kişi ile yapılan genel kurulda seçilmiş bir dernek başkanının, röportajda kullandığı “KKD’ye yereli aşan ve Çerkes kamuoyunun geneline yönelik çalışma yapma misyonu verildiğini düşünüyoruz. Bu misyon ve getirdiği sorumluluğa paralel olarak Çerkes halkının sorun ve taleplerinin ulusal ve uluslararası alanda dile getirilmesi, anavatanla sağlıklı ve sürdürülebilir ilişkiler geliştirilmesi gibi hususların da gelecek vizyonumuzda yer alacağını söyleyebiliriz” benzeri cümlelerindeki özgüvene hayran olmamak mümkün değil.

Yapılmaz demiyorum, alacakları yolu ve projelerini takip ediyorum. Özellikle üçüncü yol diye sözü edilen siyaset yapısını merakla bekliyorum. Bu toplumun farklılıklara ihtiyacı var. Benim için söylem değil proje ve eylem önemlidir. Yeter ki kullanılan üslup doğru olsun.

Bu arada kafama takılan başka bir konu “Vesayet”, “Perde arkası” gibi açıklamaya muhtaç, iddialı söylemlerde bulunan Sayın Başkan, umarım kendi durduğu yerin farkındadır.

Böyle bir parantez açtıktan sonra sizin röportajınıza dönmek istedim.

Ümit Başkan’ın söylemlerinden çok etkilenirdim, ancak geçmişe bakınca söylemlerle eylemler ne kadar örtüşüyor diye kafamda muhakeme ettim.

 

Sürdürülebilirlik…

İlk konu sürdürülebilirlik. Gerçekten konunun önemi uzun uzun çok güzel açıklanmış; peki, pratikte hangi konuda sürdürülebilirlik sağlanmış. Kendi adıma en çok önem verdiğim konu buydu. Geçmişte yaptığımız stratejik plan çalışması ile tüm bölgeler gezilmiş, halkımızın beklentileri, bakış açılarını anlamak için swot analizleri, anketler düzenlenmiş, toplanan veriler doğrultusunda akademisyenlerden de destek alınarak bir yol haritası çıkarılmış, sürdürülebilirlik anlamında çalışmalar yapılmış ve komisyonlar oluşturulmuştu.

Bu komisyonların içinde YK’dan birkaç kişi yer almış, diğer komisyon üyeleri, konusunda uzman kişiler, akademisyenler ve dernek başkanlarından oluşmuştu, yeni yönetimler bu konuda sadece YK üyeleri değişerek komisyonları devam ettirebilirlerdi. Bu komisyonları oluştururken yönetimler değişse de bu çalışmalar komisyonlar üzerinden devam eder diye güvenmiş, komisyonlara yeni isimler dahil olur, bazıları ayrılır ama çalışmalar devam eder diye düşünmüştüm.

Bunlardan Tüzük Komisyonu, sürgün ve soykırım konularını ele alan komisyonlarda Ümit Başkan da yer alıyordu.

Çerkes El Sanatları Komisyonu, çok geniş bir çalışma grubu ile hem pratik hem teorik olarak çok önemli çalışmalar yapıyordu. Grupta onlarca kadın emek verdi.

Bir TV kanalımız yoktu ama YouTube kanalında tarih, kültür, anadil, anavatan gibi konularda konusunda uzman kişilerle programlar yapılıyordu.

Dijital ortamda Diyane Anadilde Online Kültür ve Edebiyat Dergisi çıkarılıyordu. Anadilin gelişmesi amaçlanan, emekle üzerine çalışılan bu derginin, sürdürülebilmesinden vazgeçtik, “anadili konusunu önemsediklerini” söyleyenler tarafından, KAFFED sayfası yenileniyor diye yok edilmiş, aynen arşive kalkan diğer pek çok çalışma gibi…

Herkesin, düşüncelerini, eleştirilerini, anılarını özgürce paylaştığı “Köşe Bucak” sayfası da aynı akıbetle devam ettirilmedi.

Nart Akademi, Meşe Altı gibi gençlerin eğitimi konusunda çalışmalar vardı.

Pandemiye rağmen üç Gençlik Çalıştayı, bir Kadın Çalıştayı yapıldı.

Tüm derneklerimizde yöneticilik yapmış kadınlarımızdan oluşan, geniş bir WhatsApp grubu devrettik. Kendi yönetmeliklerini hazırlayan, gençlerden oluşan grubumuz vardı.

Tüm bunlar insan kaynağı değil miydi? Mentor-Menti projemiz dışında hangisini devam ettirmişler?

Devam ettirselerdi onlara ciddi bir insan kaynağı bırakmıştık. Sürdürebilirlik bu kadar önemli ise büyük emeklerle kurduğumuz bu sistem neden yürütülmedi? Peki, sürdürülebilirlik konusunda bu dönem nasıl bir çalışma yapılmış, hangi projeler üretilmiş?

Ekonomik sürdürülebilirlik gerçekten çok zor, bu konu tüm derneklerimiz ve federasyonumuzun sorunu, sorun fark edilmediğinden değil ancak çözüm üretilemediğinden ortada duruyor.

Ancak yine de YK üyeleri her sivil toplum kuruluşunda (STK) olduğu gibi destek verseler de KAFFED’i ayakta tutan YK üyeleri değil. Destek verenlere haksızlık olur, üstelik her dönem destek veren üyelerimiz de, yönetimlere yakınlığı ile değişen üyelerimiz de oldu, bu yeni bir şey değil. Geçmişte ufak tefek çözümler üretilmeye çalışıldı. Ayrıca aidatını ödeyemeyen dernekler için yöntemler geliştirdik, bölge üyelerden destek alarak aidatların ödenmesini sağladık çünkü ödeyemeyenler üyelikten düşer mantığı bize göre değil, kapısı açık olan her dernek bizim için kıymetli. Derneklerimizin yaşadıkları sorunları gayet iyi biliyoruz.

Tüm dernek başkanları ile iletişim içinde olduk, toplantıya katılmayanlar aranır, toplantı hakkında bilgi verilirdi, ‘bir rahatsızlığınız mı var, eksik kaldık’ diye onore edilirdi. Toplantıya katılmayanlar her zaman oldu, bunların farklı nedenleri vardı ve tüm bu nedenleri bilirdik.

Ümit Başkan genel kurulda “Genel kurula hiç görmediğim başkanlar geldi” dedi.

Çok şaşırdım, bir genel başkan bağlı olduğu dernek başkanlarını bile tanımadan, onların görüşünü almadan genel kurula gidiyor ve başarı bekliyorsa bu mümkün değil.

Hak mücadelesi tabanla birlikte yürütülür. ‘Bizim düşüncelerimizi anlamaya onların kapasitesi yetmiyor’ dersen, kendi düşüncelerinle eyleme geçmeden söylemde kalırsın.

Düşüncelerin güzel olması değil, toplum tarafından benimsenmesi önemli.

 

Tüzük

Genel kurulda tüzük konusundaki yaklaşım şaşırtıcı.

Tüzük, Ümit Dinçer döneminde gündeme alınmadı, bir önceki dönemde bu konuda çalışan bir komisyon vardı ve az önce belirttiğim gibi Ümit Dinçer komisyon içinde söz sahibi idi. Tüzük son aşamasına geldi, ancak çalıştay yapılmadan, bölgelerde bu konu tartışılmadan genel kurula gelmesini doğru bulmadığımız için Ümit Başkan’ın yönetimine devrettik.

Bu komisyonun çalışmalarına biz yönetim olarak asla müdahale etmedik, komisyon hazırladı, çalıştayda geniş gruplarda tartışılacak ve son hali genel kurula gelecekti. Özellikle Çerkes, Adige, Kafkaslı gibi terimleri, toplum tarafından ciddi tartışılması gereken konular olarak görüyorduk.

Ama öyle olmadı, tüzük sanki Ümit Başkan döneminde gündeme geldi, birileri bu tüzüğün değişmesine karşı çıkmış gibi bir tablo çıkardılar. Tüzüğü derneklere gönderdik dediler, bu KAFFED’in çalışma şekline uygun değil, statükocu dedikleri KAFFED bu maddeler herkes tarafından yeterince tartışılmadan gündeme gelmez derken, kendini demokratik, hak temelli yapıda görenler bizim getirdiğimiz tüzük genel kurulda tartışılır ve geçer mantığında hareket ettiler. Tüzük Komisyonunu da Federasyon teamüllerine aykırı olarak çoğulcu şekilde oluşturmadıkları için üzerinde mutabık kalınmış bir metin olmaksızın tüzük genel kurulu yapmış oldular.

Ayrıca çok kapsamlı değişikliklerin genel kurullarda yüzlerce delege ile tartışılıp olgunlaşması mümkün olmadığından genel kurulda da (Samsun Derneğinin önerilerinde olduğu gibi) bir kaos yaşandı.

KAFFED yönetimlerinin, geçmişte yaptığı bu tür çalışmaları örnek gösterebiliriz. Türkiye’deki Anayasa değişikliği döneminde “Çerkesler Anayasadan Ne Bekliyor?” projesi kapsamında dönemin KAFFED Başkanı, YK üyeleriyle aylarca bölge bölge gezdi. Stratejik Plan çalışmalarında da -pandemi dönemine rastlamasına rağmen- benzer bir çalışma ile bölgeler ziyaret edilip görüş alışverişi yapıldı. Toplantılar sadece söz konusu gündemle yapılıyor ve herkesin görüşüne açılıyordu. Toplantılar sonucu ortaya çıkan veriler akademisyenlerle, hukukçularla değerlendirildikten sonra gerçek halini alıyordu.

Tüzük için de yapılması beklenen benzer bir çalışmaydı. Ancak böyle köklü bir tartışma ve istişare ile Adige, Çerkes, Kafkaslı gibi terimler yerine oturabilirdi. İyi hazırlanılmış ve geniş tabanlı değerlendirilmiş olsaydı kimsenin muhalefetine konu olmazdı.

Karşılıklı görüşmenin öneminden söz ederken; tüzük dahil hangi konu topluma anlatılmaya çalışılmış? Kendilerini anlatamadıklarını söylerken; toplumla, gençlerle, kadınlarla görüşlerini paylaşmak için hangi çalışmalar yapılmış?

 

Kurumlarımız…

Kurumsallığa çok önem verdiğim için, Sayın Başkan’ın kurumların ve kurumsallığın önemini anlattığı satırları şaşkınlıkla okudum. Bizim kurumlarımız; derneklerimiz, KAFFED ve Dünya Çerkes Birliği (DÇB)… ‘Bilmediğim başka kurumumuz var mı’ diye düşündüm. Çünkü bu kurumlarla olan ilişkiler ortada maalesef.

Bürokrasiyle, işinsanlarıyla, sanayicilerle görüşmekten söz ederken iki yıl boyunca kimlerle görüşülmüş, nasıl bir yol almışlar?

Bulunduğumuz ülkede hangi hak mücadelesi yapılmış? Bugüne kadar geçtiğimiz 21 Mayıs kadar özensiz ve içi boş bir etkinlik olmamıştı.

Türk Dil Kurumu’ndan çıkacak sözlük için; neredeyse genel müdürün kapısında yattık, basım aşamasına geldiğinde yeni yönetime devrettik. Ümit Başkan tüm ricalarıma rağmen bir kere genel müdür ziyaretine gitmedi. Anadilimizin, varlığımızın devlet tarafından kabulünün en önemli işareti diye baktığımız sözlük çıkana kadar yüreğimiz ağzımızda bekledik, rafa kalkmasın diye…

Ümit Başkan’ın döneminde yapılan Avrupa’daki etkinliği kendi adıma çok önemsedim, ancak yüzeysel bir haber dışında ne konuları, ne soru-cevapları, ne kimlere hitap ettiğini ne de sonuç bildirgesini görmedik.

 

Dönüş hakkı…

‘Dönüş hakkı’ tanımı yapılıyor, peki bu konuda iki yıl boyunca bir toplum bilinçlendirme çalışması yapılmış mı?

Dönüşcü-Kalışçı gibi terimler güncelliğini korumadığı gibi çok eskilerde kaldı.

Aksine yönetimde olduğum sürece ‘dönüş hakkı’ için çaba harcadık, giriş-çıkışı kolaylaştırıcı belge ve üniversitelerle ilgili uzaktan eğitim programları için Rus Bilim Merkezi’ne gittik, defalarca anavatana gittik, cumhurbaşkanlarıyla, rektörlerle görüştük. Bunların hepsi bu dönem askıda kaldı, hiçbir şekilde gündemlerine girmedi, onca çaba yarıda kaldı, umarım kaldığı yerden devam eder. Burada da sürdürebilirlik önemli, bugünden yarına olmayacağını biliyorum ama hep gündemde tutulması gerektiğine inanıyorum.

 

Sefarad örneği…

Röportajda Birgün Asena Güven’in söylediği “Aslında kurulmasını talep edeceğin cümle, ‘istersen dönebilirsin’. İspanya’nın Sefaradlar kararı gibi…” cümlesinden hareketle;

Sefaradlar örneğine bakarsak; aslında İspanya bir özür mahiyetinde Sefaradlara geri dönüş hakkı tanıdı ama bu koşulsuz bir geri dönüş hakkı değildi, sonradan yeni bir uygulama olmadıysa eğer, bu hakkı 2 veya 4 yıl için vermişti, üstelik beraberinde getirdiği şartlar nedeniyle pek çok kişi dönüş yapamadı. Ama Sefaradlar 450 yıl boyunca geri dönüş fikrini hep canlı tuttu, bu anlamda örnek alınabilir.

Bana göre; yaptırım gücünüz yoksa (siyasi, ekonomik, akademik…) kavga ederek bir yere varılamaz, öte taraftan, taleplerimizin yanıtı bizim efeliğimizden öte, içinde bulunduğumuz ülkelerin ve Rusya’nın siyasi yapısı ve ne kadar demokratik olduğu ile ilgili maalesef.

1950 yıllarında, köy isimlerimiz, soyisimlerimiz, anadilimize yasak getirilirken sesimizi çıkaramadığımız, Yeltsin döneminde söylenenlerin bugün söylenemediği gibi…

Taleplerimizi hep canlı tutmalı ve her platformda barışçıl bir dil ile gündeme getirmeliyiz.

 

Anavatanla ilişkiler ve DÇB

Sayın Başkan’ın ‘on çocuk getirmek, on çocuk götürmek’ konusundaki yaklaşımını da garip karşıladım. Aslında dilimizi, kimliğimizi korumak adına şu an somut olarak yapılabilecek en önemli çalışmalardan biri. Bu çocukların Türkiye’ye gelmesi göründüğünden çok daha anlamlı ve önemli çünkü köyden gelen bu çocuklar onlarca çocuğun anadiline eğilmesini sağlıyor, köy okullarında anadil seferberliği gibi oluyor. Bu konuda çok güzel dönüşler aldık, keşke geçtiğimiz yönetim döneminde buna ara verilmeseydi. Bu anlamda da anavatan ile başladığımız bu güzel çalışmalarda da sürdürebilirlik sağlanmadı.

Anavatanla ilişkilerin artırılması ve kolaylaştırılmasından söz ediyor, peki bu nasıl olacak?

Bir kere anavatana gitmemişler, “Gideceklerdi, davetiyeler iptal edildi, bunu da DÇB YK üyeleri yaptı”. Anavatana davetiye ile değil vize ile gidiliyor. Gidip muhatabın karşısına dikilseydin, davetiyelerimizi niye iptal ettiniz diye… (Bu arada sorumlu olarak bizi görüyorlar ancak bir kere arayıp siz niye davetiyelerimizi iptal ettirdiniz diye soran olmadı, sosyal medyadan ‘valla billa ben yapmadım’ mı diyecektik?)

Veya DÇB-KAFFED olmadan kullanılacak iletişim neden o zaman kurulmamış? DÇB ile bu kadar zaman kaybetmek yerine, gidip karşılarına niye dikilmemişler?

Kurumlar, tüzüklerinde belirtilen, kuruluş amaçları ve misyonları doğrultusunda çalışırlar. DÇB’nin çalışmalarını beğenmiyorsan, amacı ve misyonunu ortaya koyar, amacı dışına çıktığını düşündüğün yerleri somut örneklerle topluma anlatır, sonra muhatabına gider, karşılıklı sorunları masaya yatırırsın, sıkıntı üyelikse ve üyeliğimizden şüphen varsa gider yüz yüze hesabını sorarsın, bunlar yazışmalarla, çözülecek konular değildi. Ortak sorunların yanı sıra mantalite farklı, hukuk sistemi farklı, ülkelerin siyasi yapısı farklı. Bu durumu gözden uzak edersen anavatan ilişkilerini en baştan kuramazsın. DÇB ile karşılıklı ortak bir yol bulursan çalışırsın ya da hiç çalışmazsın. İki yıl boyunca sanki Çerkes halkının tüm siyasi sorunlarının çözüm merkezi DÇB gibi hem toplumu hem de kendilerini yordular. Üstelik, bu kadar önemli konuların, konfor alanından çıkmadan, uzaktan yazı yazarak çözülmesi mümkün değil.

DÇB ile KAFFED kültürel anlamda çalışmalar yaptı, anadili çalışmaları, çocukların anavatan’a tanışması adına anavatanda ağırlanması, “Uluslararası Adige Diktesi” çalışmaları gibi…

(Tüm söylemlerine rağmen, geçtiğimiz dönem, Ümit Dinçer yönetimi de DÇB ile bu çalışmaları yaptı. !!!!)

Ancak söylenenin aksine; KAFFED hiçbir dönem DÇB’nin istekleri doğrultusunda hareket etmedi, hiçbir zaman yaptığı işi DÇB istedi diye yapmadı, hiçbir zaman vereceği tepkiden geri durmadı.

Diğer taraftan, anavatanımızla ilgili kurulan her cümlede, anavatandaki cumhuriyetlerimizi ve soydaşlarımızı düşünmek zorundayız. Anavatansız diaspora olmaz, cumhuriyetlerimiz bizim topraklarımız, değerlerimizin korunduğu yerler, değerlerimize sımsıkı sarılmalı bunların kıymetini bilmeliyiz. Daha iyisini istiyorsak, bunun için doğru analizler yapmak, nüfus oranını artırmak için çaba harcamak ve sürekli iyi ilişkiler geliştirmek zorundayız.

Yapabileceklerimiz için mücadele ederken, yapamayacaklarımız için yersiz eleştirilerle elimizdekileri kıymetsizleştirip yıpratmanın kimseye bir faydası olmaz.

Diğer taraftan; Sayın Başkan, kendi yaptıkları için “yapılanlar görmezden geliniyor” diye uzun uzun anlatmış. Anavatan ilişkilerinde de biraz araştırma yaparsanız; kim neyi görmezden geliyor diye bir soru işareti oluşabilir.

“Öte taraftan anavatan ilişkilerinin, söylendiği gibi sadece DÇB üzerinden kurulmadığını görürsünüz” …

Birkaç örnek;

-Adigey Cumhuriyeti’nin başkanı davet edildi, üniversite rektörleri, gazeteciler ve diğer devlet yetkililerinin de yer aldığı heyet resmi protokolle ağırlandı, kurumlarla karşılıklı görüşme yapılması sağlandı, anavatandan talepler ve beklentiler dile getirildi. Kabardey Başkanı’nı pandemi nedeni ile davet edememiştik. Yeni yönetimde böyle bir girişim de olmadı.

-10 Aralık ‘İnsan Hakları Günü’ne İnsan Hakları Dernek Başkanı Valery Hatajuko davet edildi (Bu arada her yıl İnsan Hakları Günü’ne konusunda uzman konuşmacılar çağrıldı).

-Perit Xase ile ortaklaşa çalışılarak anadili konusunda başarılı çocuklar Türkiye’ye davet edildi.

-Adige Xase’den her yıl çocuklar misafir edildi (Çocukların gelmesi ile ilgili çalışmalara tüm derneklerimiz destek verdi).

-Her gittiğimde, DÇB’ye rağmen sözü edilen tüm kurumlarla ben de görüştüm.

-Valery ile Aslan Beştok ile iyi tanışırım.

-KAFFED sadece Türkiye değil tüm diasporayı temsil eden bir kurum, dünya dernekleri ile hep iletişim içinde olduk.

-DÇB’den korkumuza, savaşa karşı yazdıkları yazıya karşı çıktığımız gibi söylemler var. Ben buradan yani konfor alanından değil, Nalçik’te DÇB Başkan Yardımcısı olarak benimle yapılan röportajda savaşa karşı olduğumu söyledim.

Rusya Federasyonu’nun (RF) anayasa çalışmalarında da KAFFED gerekli tepkiyi koydu. Anayasa içinde yer alan üç maddeden duyduğu rahatsızlığı her koşulda dile getirmeye çalıştı.

KAFFED, RF’de 3 Ağustos 2018 tarihinde onaylanarak yürürlüğe giren anadillerin eğitimine kısıtlamalar getirilen “Azınlık dillerinin 1-9. sınıflarda haftada 2-5 saat ve 10-11. sınıflarda ise seçmeli ders olarak okutulması” yasası ile ilgili çalışmalar yaptı.

Devlet Başkanı Putin, KBC Parlamento Başkanı ve KBC Cumhurbaşkanı’na, anavatandaki soydaşlarımızla yaptığımız görüşmelerimizde bu yöntemin tek bir yazıdan daha etkili olacağı konusunda alınan öneri doğrultusunda; KAFFED üyesi bütün derneklerin başkanlarının imzaları ile ayrı ayrı mektuplar yazılarak olayın hassasiyeti izah edilmeye çalışıldı. Ayrıca yasadan etkilenen farklı kesimlerin temsilcileri ile bir toplantı yapıldı, ortak kaygı ve tepkilerin dile getirildiği bir deklarasyon yayımlandı. Bu deklarasyon 180’den fazla sivil toplum kuruluşu tarafından imzalandı. Deklarasyona imzacı olmak isteyen kuruluşlar için info@kaffed.org’da bir sayfa açıldı.

Bu konuda yapılan çalışmalara ek olarak, Ankara’da yapılan DÇB YK toplantısında; RF Devlet Başkanı V. Putin’e ve diğer makamlara resmi mektup gönderilmesi kararı alındı (Bu toplantıda Ümit Dinçer de vardı, dönemin DÇB YK üyesi olarak KAFFED adına tüm eleştirileri Ümit Dinçer dile getirdi, burada da görüldüğü gibi ne önce ne sonra, KAFFED DÇB’yi eleştirmekten hiçbir zaman geri durmadı).

Yapılanları yetersiz bulabilirsiniz, ancak yapılanları yok saymak hem haksızlık hem toplumu yanıltmak olur.

KAFFED’in böyle bir yasaya tepkisiz kalması mümkün değil.

-KAFFED, anavatandaki olaylara tepki vermiyor deniyor.

KAFFED, Martin olayını tüm dünyada iletişim içinde olduğu derneklere anlattı, imza topladı, bu derneklere olaydan duydukları rahatsızlıkları kendi konsolosluklarına anlatmalarını istedi. Altında 100’e yakın imza ile hazırlanan metni, RF Büyükelçisi’ne götürdü. Dünyadaki Çerkeslerin (Amerika, Kanada, Avrupa, İsrail, Ürdün gibi) bundan duydukları rahatsızlığı büyükelçiye anlattı. Tüm duruşmalarını takip etmeye çalıştı.

-KAFFED heyeti olarak, Ruslan Guaşe’yi Soçi’de evinde ziyaret ettik.

Örnekler çoğaltılabilir; ancak yaptıklarımız görmezden geliniyor diyenler bunları ne kadar görüyor?

Bir önceki dönemde KAFFED Değişim Hareketi derneklerimiz içinde, farklı görüşlerle çalışma yaparken, her yapılan çalışmayı değersizleştirirken demokratik hak görüldü, nedense kendilerine hak olanlar başkalarına suç oluyor, statüko oluyor.

Röportajda Ümit Başkan’ın, derneklerde yapısal değişiklikler olduğunun bilincinde olduğunu anlıyoruz.

Peki, bu anlamda derneklerle nasıl iletişim kurulmuş, derdini kendi derneklerine niye anlatamamış, birileri size rağmen derneklerinizi organize edebilmiş (Yine birileri suçlanıyor)? Siz derneklerinizi organize edemezken toplumu nasıl organize edeceksiniz? Bunlar söylem kadar kolay olacaksa iki yılda neden olmamış?

“Hak mücadelesi itirazla başlar” ama eyleme dönüşmüş ise; aksi halde içi boş eleştirel sözler olmaktan öte gidemez. Sayın Başkan yine çok güzel sözler söylüyor; “Hak mücadelesi veren, haksızlığa itiraz eden, demokratik anlayışta olan bir şeyleri koruma pahasına bir şeylere göz yummayanlar…” gibi. Gerçekten çok güzel bir görüş.

 

Hauti ve diğer cinsiyetçi yaklaşımlar

Hauti’nin gazeteci ile yaptığı konuşmaya en şiddetli tepkiyi verenlerdendik.
Ancak sosyal medyada benim ile ilgili yapılan hakaretlere hiç tepki gelmedi. Bunlardan biri;
Dönemin KAFFED Başkan Yardımcısı tarafından paylaşıldı. “Sosis tabağı ve güneşlenen kadın bacakları”nı düşündüren bir görselden yola çıkarak algı yönetimi ve göründüğü gibi olmama üzerine bir yazı yazdı.
Bu yazının, daha önemlisi görselin altına dönemin YK üyeleri kadınlar dahil ‘beğen’di koydular. Ümit Başkana ‘bu yakışmadı’ dediğimde; bunun
sadece algı yönetimini gösteren bir resim olduğunu söyledi. Algı yönetimini tanımlayacak başka resim yokmuş gibi sosis ve kadın bacakları resmi
paylaşıldı ve toplumdan gelen tüm tepkilere rağmen kaldırmadılar. Cinsiyetçi bir yaklaşımdı.

Taciz konusu…

“Cinsel taciz olaylarına asla tepkisiz kalmayız” diye savunulan konuya da değinmek isterim. KAFFED gibi ciddi bir kurum kulaktan duyma bilgilerle açıklama yapamaz. Söz konusu kızımızın pedagoglar eşliğinde savunması alınmadan yapılan bu açıklamaların, onu nasıl etkileyeceği düşünülmüş mü acaba? Sadece suçlu düşünülerek (Kaldı ki suçu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur, siz hâkim değilsiniz) yapılmış son derece talihsiz ve düşüncesiz bir açıklama. Olay o kadar çok yayıldı ki, genç kız tecavüze uğramış gibi tüm dünyaya duyuruldu, kendi kızlarımızın böyle bir olayla anılmasını hangimiz isteriz, gelecek hayatında o genç kızın karşısına bu konu nerelerde çıkar bilemezsiniz. Böyle bir konu hâlâ nasıl savunulabilir anlamıyorum. Sorumluluğu olanlar, ani reflekslerle hareket etme lüksüne sahip değildir.

Kurum yönetiyorsanız aktivist duygularınızı biraz kenarda tutmanız, belki biraz törpülemeniz gerekebilir.

Başka bir konu; Ümit Başkan bir konuşmasında “Sanal Sürgün ve Soykırım Müzesi” kuracaklarını söyledi, heyecanla bekledik ama o da lafta kaldı. Aynen yapacaklarını açıkladıkları anadil konferansı gibi…

 

Dünden bugüne KAFFED…

Yazıları okurken, KAFFED’in kuruluşundan bugüne yapılanların çoğu gözümün önünden film şeridi gibi geçti, sonra bir de Ümit Başkan döneminde yapılanları gözden geçirdim.

Söylemler o kadar mantıklı ve güzel ki; ama “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözünden hareketle bu laflardan ne kadar iş üretilmiş onu sorgulamak gerekiyor.

‘Federasyonun direksiyonu ellerinde (kendi deyimleri ile), büyük dernekler yanlarındayken bu söylediklerinin ne kadarını yapmışlar, KAFFED’den ayrılınca nasıl yapacaklar, KAFFED bu sürdürülebilir projelerin hangisine engel olmuş, diye aklımdan geçirdim.

Başarı, suçlu aramaktan değil özeleştiri yapabilmekten geçer. Yazdıklarım, ‘KAFFED geçmişte her şeyin en iyisini yaptı’ diye değil, eksikleri de içinde barındırarak yapabildiklerini, görmezden gelinenlerin sadece bir kısmını yazmaya çalıştım. Bu toplum, çok daha fazlasını hak ediyor, keşke daha fazlası yapılabilse.

Acımasızca eleştirerek, yapılanlar yok sayılarak, “takım tutar gibi adam kayırarak” değil yapılanların değerini bilip, üzerine yenilerini koyarak topluma yararlı olabiliriz.

Bizim halkları ayrıştıran değil kaynaştıran, ne yapılması gerektiğini üst perdeden yaldızlı sözlerle anlatan değil, yapılması gerekeni yapan, halkı farklı kültürlerin baskıcı etkileri ile değişime zorlayan değil, halkıyla omuz omuza pozitif değişimi gerçekleştirebilen liderlere ihtiyacımız var.

Son zamanlarda kullanılan nefret dili bizi her geçen gün birbirimizden koparıyor. İşin garibi, en çok şikâyet edenler de en çok bu dili kullananlar.

Hiç tanımadığım, karşı karşıya gelsek belki keyifle sohbet edeceğimiz insanlardan bana ne hakaretler geliyor, hiçbirine yanıt vermiyorum, yanıt versen ortam daha da çirkinleşecek.

Yazık…

 

İnsani Kriz Komitesi

Bu arada dikkatimi çeken başka bir konu oldu; İnsani Kriz Komitesi’nde kurucu ortaklar olarak KAFFED, diğer katılımcılar Ankara Derneği, İKKD yazıyor. İKKD ve Ankara Derneği de zaten KAFFED değil mi?

Garip geldi, bugüne kadar KAFFED, dernekleri ile birlikte hareket etti. Çünkü KAFFED kendi başına bir kurum değil, dernekler üstü bir kurum hiç değil.

Bizim sloganımız “Biz derneklerimizle güçlüyüz”. Her hareketimizi demokratik bir duruş içinde derneklerimizle tartıştık, görüşlerini aldık, birbirimizin bilgi ve deneyimlerinden yararlandık. Eksik kalanları tamamladık, birbirimize destek verdik, derneklerimiz üzerinden bölgelerimize ulaştık.

Kriz Komitesi kurulurken derneklerle nasıl bir iletişim kurulmuş; hiç başkanlarla paylaşılmamış ise KAFFED yönetimi olarak bunu yapmak demokratik değil. Sadece İKKD ve Ankara Derneği ile birlikte hareket edilmiş ise bu da KAFFED geleneğine aykırı….

Derneklerinizle böyle bir iletişim içinde çalışmışsanız genel kuruldaki başarısızlığı da, Maraş bölgesinde yaşanan sıkıntıları da başkalarına yüklemek haksızlık olur. Böyle bir çalışma şekli, toplum ile KAFFED arasına giren uçurumun nedeni olarak açıklanabilir. Yerelde güçlü olmadan merkezde güçlü olamazsınız, yereldeki gücünüz de derneklerinizden gelir. Ümit Başkan’ın Maraş bölgesinde yaptığı etkinliğe bölge dernek başkanlarının katılmaması, bu çalışma biçimi ile açıklanabilir. Detayları ne olursa olsun; tarihinde ilk kez, bir federasyon başkanı kendi bölgesinde yaptığı etkinlikte yalnız kaldı.

Detayları da genel kurulda, Kayseri’den katılan bir üyenin söylemleri açıkladı: Salondaki depremzedelerden hiç utanıp sıkılmadan, deprem bölgesinde ilk günden itibaren yaptıkları yardım çalışmalarını tüm detayları ile anlattı, anlattı, sanki her şeyi kendileri yapmış gibi, bu da yetmedi, salona parmak sallayarak ‘Biz bunları yaparken siz neredeydiniz’ dedi, herkes dondu kaldı. Sanki deprem zamanı bu konuşanlardan başka kimse çalışmamış gibi…

Arka planı ne olursa olsun, hırsla depremzedeler için yaptıklarını bu şekli ile anlatabilen birinin bölge hassasiyetlerini gözeterek, olgunlukla, sükûnetle çalıştığına kim inanır? Bu tavır değil xabzeye, insanlığa bile yakışmaz.

Sayın Başkan süreci yönetebilse, dernekler arasında bu sorun yaşanmaz, bölgede insanlar bu kadar karşı karşıya gelmezdi.

Bu süreçte, federasyon adına Ümit Dinçer bölgeye gitmiş olsa hem acıları paylaşır hem bölgeyi başkalarının söylemi değil kendi gözlemleri üzerinden değerlendirme fırsatı yakalamış olurdu.

Böyle bir ortamda KAFFED YK üyesinin dernek başkanlığına adaylığını koyması, sanki çok normal şartlar gibi, kıyasıya bir seçim propagandası yapılması, baştan yanlıştı ve bölgeye verilen en büyük zarar oldu. Bu psikolojik sıkıntılar içinde, birbiriyle akraba, arkadaş olan üyeler karşı karşıya getirildi. İşin garibi, yönetime talip olan yeni adayı desteklemeyenler, koltuk sevdalısı diye çok ağır sözlerle suçlandı. Böyle bir ortamda koltuk sevdalısının kim olduğunu toplumun takdirine bırakıyorum.

 

Vesayet söylemleri

KAFFED’de ve derneklerde her dönem başkan ve yönetim kurulu üyelerinde değişiklikler oldu. KAFFED ve dernekleri içinde halkı adına görev almış, sorumluluk yüklenmiş bunca emektarlarımızı bir kefeye koyup, “KAFFED vesayet altında” gibi söylemlerle, kapasiteden yoksun, basiretsiz bir konuma sokmuş oluyorlar ki, bu kimsenin haddi olmamalı…

Kurumlarda süreklilik bilgi deneyim tecrübelerin aktarımı mümkündür. Bunu vesayet gibi değerlendirmek ne kadar doğru bunu da toplumun görüşüne bırakıyorum.

Kaldı ki; KAFFED, KAFKUR’dan bugüne, toplumun her bölgesinden katkı sağlayan, her tür mücadelenin içinde yer alan, fikrini her ortamda rahatça söyleyen, asla kimsenin vesayeti altına girmeyecek soydaşları ile geldi.

Özeleştiri yapmak yerine, suçlu ararken söylemlere dikkat etmek gerekir. Söylenecek çok şey var, Fuzuli’nin dediği gibi “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz