Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Barış suç değil, çözüm: Militarist politikalara karşı barış talebi

Geçen ay Halkların Demokratik Kongresi (HDK) “Barış İçin 1 Milyon İmza”¹ kampanyasını başlattı. Kampanyanın amacı, adından da anlaşıldığı gibi on yıllardır bitmeyen şiddet ve savaş politikalarına dur demek, barış talebini güçlendirmek ve barışın beraber örülmesini örgütlemek. İmza kampanyasının çağrı metninde son 40 yılda sadece Türkiye’de savaşa ve güvenlikçi politikalara en az 3 trilyon doların harcandığı yazıyor. Bölgesel ve küreselde yapılan harcamaları da katarak düşünürsek astronomik rakamlara hızla ulaşılacağı kuşkusuz. Örneğin, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna² göre sadece 2023 senesinde küresel askeri harcamalar rekor kırarak 2 trilyon 443 milyar dolara ulaşmış. 2023’ün Ortadoğu halkları için yıkım, tahribat ve soykırım yılı olduğunu düşünürsek savaşmak için bu kadar bütçe ayrılmışken, savaş harcamalarında küresel rekor kırılmışken acaba halkların refahı için ne harcanmış sorusu akıllara geliyor.

Dünya geneline bakıldığında, Türkiye askeri harcamalarda dünyada 22’nci³, silah satışlarında 11’inci ve alımında 17’nci sırada. Bölgesel konumu düşünülünce bu sıralamaların Türkiye’nin içinde bulunduğu güç ilişkilerine karşı ‘savunma’ amaçlı ve makul olduğunu düşünenler olabilir. Ne de olsa OECD ve Avrupa ülkeleri de benzer harcamalar yapıyor. Ne de olsa savaş ve militarizme yapılan harcamalar birer güç gösterisi. Ancak Türkiye ve Ortadoğu’da güvenlik ve savaş politikaları etrafındaki maddi harcamalar ve kurulan retorik, basit jeopolitik konum argümanları ile normalleştirilirken, gündelik hayattaki gerçeklik aslında halkın ekonomik kriz, yoksulluk, sefalet ve şiddetle cebelleştiğini, yani ortada güce dair değil, yoksulluğa dair bir şeyler olduğunu gösteriyor.

“İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor, üniversitelerdeki cinsel tacizi önleme birimleri çalıştırılmıyor, iyi hal gibi uygulamalarla şiddet failleri cezasız bırakılıyor. Bu yüzden kadın ve LGBTİ+ haklarını desteklemek, feminist olmak, şiddet karşıtı olmak aynı zamanda savaş ve militarizm karşıtı olmak demek”

Militarist politikalara yapılan harcamaları düşünürken yalnızca direkt savaşa ve ‘savunmaya’ ayrılan bütçeyi değil, savaş endüstrisini yaşamın içine sindiren pratiklere yapılan harcamaları da düşünmek gerek. Örneğin, üniversite-endüstri işbirliği ile üniversitelerden stajyer alınıp yetiştirilen mühendisleri, bedelli askerlik için haraç gibi toplanan paraları, yoksulluğa ve işsizliğe itilmiş gençlere maddi teşviklerle askerliği cazip kılan uygulamaları, vicdani reddi doktorlar kürtaj yapmak istemediğinde kabul eden ama gençler savaşa ortak olmak istemediğinde kabul etmeyen kanunları, propaganda amaçlı militarist film endüstrisini düşününce savaş harcamalarının ve militarist retoriğin savunmayla değil, ideolojiyle ve sermayeyle ilgili olduğunu, üstelik hepimizi de hem maddi hem bedensel hem bilişsel olarak içine çekmeye çalıştığını görebiliriz.

Ayrıca bu militarist politikaların gündelik hayatta, kentlerde yansıması olan güvenlikçi uygulamalar da var. Örneğin, 8 Mart’larda kadınlar yürüyüş yapacak diye kent merkezlerine yığılan polislere ayrılan bütçeyi de düşünelim. Bunlar halktan alınan vergilerle, devletin bütçesiyle yapılan harcamalar. Gözaltı araçlarına, TOMA’lara harcanan miktarlar, eğer gözaltı yapıldı ise o işlemler için harcanan paralar… Cezaevlerini düşünelim ya da… Cezaevindeki üniversite öğrencilerini, entelektüelleri, gazetecileri ve sosyal medyada 1-2 paylaşım yapanları dosyaları bile açılmadan aylarca içeride tutmaya ayrılan bütçenin boyutunu düşünelim. Cezaevi personelinden tutun, mektup okuyan memuruna, bu dosyalara vakit harcayan savcısına kadar buralara harcanan parayı düşünelim…

Peki, savaş endüstrisinde dünya sıralamalarına oynarken, 8 Mart’ta kadınları gözaltına almak için harcamalara ayıracak bütçe bulabilen Türkiye, bu harcamalarıyla halklara güven ve refah mı sunuyor, yoksa militarist politikalar beraberinde daha fazla sefalet, ayrımcılık ve yoksullukla mı geliyor?

Mesela, savaş harcamalarında dünya derecesine oynayan Türkiye enflasyonun en yüksek olduğu ülkeler arasında 6. sırada. Eğitim ve istihdam dışı genç oranında ise Avrupa birincisi!⁴ DİSK’in 2024’teki bir raporuna göre 15-24 yaş arası her beş gençten biri ne istihdamda ne eğitimde yer alıyor. Kimi ise hem eğitimde hem de istihdamda yer almak zorunda kalıyor⁵. 2025 Ocak ayından itibaren artırılan (!) KYK bursu, yani devletin üniversite öğrencisinin bir aylık geçimi için uygun gördüğü miktar 3 bin TL. Ailesinin göndereceği destek olmadan, birilerinin emekli maaşından ona ayrılan gelir olmadan bir öğrencinin bu miktarla geçinebilmesi mümkün değil. Geçen aylarda yoksulluğun yalnızca bireyi değil, toplumu çok yönlü etkileyen döngüsel doğası Fikir TV’de Yetersiz Bakiye⁶ programında ele alındı. Yaratılan çocuk ve genç yoksulluğu, çocuk işçiliğini ve kaçak işi teşvik edilir hale getiriyor ve bu da bireyi emekliliğe kadar yoksulluğa itiyor ve nihayetinde bir yoksulluk döngüsü kurulmuş oluyor. Mesela, asgari ücret 22 bin liraya, emekli taban maaşları 14 bin liraya yükseltildi (!). Bu yetersiz emeklilik maaşı neticesinde, hayat pahalılığı karşısında bir sürü insan emeklilik sonrasında çalışmaya devam ediyor⁷. Devlet ise emeklilikten sonra tekrar çalışma adı altında prim uygulamaları ile maaşı yetmediği için çalışanların kazancına göz koyuyor⁸.

Halkı yoksulluğa iten düzen yalnızca ekonomik değil sosyal alanda da halkı birbirine düşürmeye çalışıyor. Örneğin, ocak ayında Ankara Büyükşehir Belediyesi, özel halk otobüslerinde ücretsiz ve indirimli kartlarla toplu taşıma kullanan vatandaşların biniş ücretlerine ayrılan ödeneği keseceğini açıkladı. Bu kartlarla binişler için aslında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan yapılan gelir desteğini de yetersiz bulan Esnaf Odası ise bu kişilerden tam ücret alma kararını açıkladı⁹. Yani devletin ve belediyenin ortaklaşarak yüzüstü bıraktığı indirimli kart sahipleri -emekli, öğrenci, engelliler- bu durumun hem mağduru hem suçlusu oldu.

Yaşlanan ve yoksullaşan halk için belki de en önemli kalem olan sağlık harcamalarında ise Türkiye OECD ülkeleri içinde sondan 3. sırada¹⁰. Dünya Sağlık Örgütü, sağlık harcamalarının en az yüzde 10 olması gerektiğini söylerken, Türkiye’de hem bu bütçe ayrılmıyor hem de sağlık giderek özelleştiriliyor. Mesela 2024’te açıklanan bir veriye göre Türkiye’de görülen anksiyete ve depresyon başta olmak üzere psikolojik hastalıklar ve nöro çeşitlilik tanıları dünyadaki trend ile benzer şekilde artışta. Ancak eczanelerde dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ilaçları aylardır bulunamıyor¹¹. Psikolojik terapi ücretleri ise erişilemez boyutlara gelmiş durumda. Acilen psikolojik destek hizmetlerinde destek sağlanması ve düzenleme yapılması gerekirken, devlet harcamaları tam tersine travma kaynaklarına, savaşa ve talana yöneltilmiş durumda.

“İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor, üniversitelerdeki cinsel tacizi önleme birimleri çalıştırılmıyor, iyi hal gibi uygulamalarla şiddet failleri cezasız bırakılıyor. Bu yüzden kadın ve LGBTİ+ haklarını desteklemek, feminist olmak, şiddet karşıtı olmak aynı zamanda savaş ve militarizm karşıtı olmak demek.”

Militarist politikalardan ve savaştan en derin biçimiyle LGBTİ+, kadın ve çocukların etkilendiğini ve ataerkil toplumsal cinsiyet temelli şiddetin de sürekli savaş politikaları ile tam da aynı yerden şekillendiğini unutmamak gerek.

Dünya Ekonomik Forumu son raporuna göre Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliği açısından 146 ülke arasında 127’nci sırada¹². LGBTİ+ hakları sıralamasında ise 49 ülke içinden sondan üçüncü¹³. 2025 ‘Aile Yılı’ ilan edilip, ‘seviyorsan evlen’ gibi retorikler oluşturulmaya çalışılırken yıllardır toplumsal cinsiyet temelli şiddetin önlenmesi, gençlerin sosyalleşmesinde şiddet retoriğinin hâkimiyetine dair etkin çözümler üretilemiyor. Aksine İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor, üniversitelerdeki cinsel tacizi önleme birimleri çalıştırılmıyor, iyi hal gibi uygulamalarla şiddet failleri cezasız bırakılıyor. Bu yüzden kadın ve LGBTİ+ haklarını desteklemek, feminist olmak, şiddet karşıtı olmak aynı zamanda savaş ve militarizm karşıtı olmak demek.

Zaten Kürtlere yönelik ayrımcılık, ırkçılık ve Roboski gibi katliamlarda Türkiye’nin ne durumda olduğu malum. Tutsak ve baskı altındaki gazetecilerde, mültecilere yönelik hak ihlalleri ve cinayetlerde, ekolojik tahribatta…

Bunlar elbette yalnızca Türkiye’ye özgü değil. Savaş ve militarist propaganda Ortadoğu’yu gözlerimizin önünde on yıllardır talan ediyor ve küresel olarak da bütün dünya halklarını sadece olumsuz etkiliyor. Halklara refah sağlamak için yapılabilecek o kadar çok şey varken, halkın karnı açken, emeklisinden çocuğuna herkes kendini güvencesiz işlerde çalışmak zorunda bulurken, herhangi bir devletin savaşa bütçesi bir kuruş bile olmamalı.

Bu bağlamda barış için yapılan çağrılar her geçen gün aslında ne kadar daha çok ve acilen kalıcı barışa ihtiyaç duyduğumuzu ve barışı yukarıdan aşağıya değil hep beraber kurmak ve örgütlemek gereğini hatırlatıyor. Kolay değil çünkü küresel savaş politikalarının içinde yaşarken barışı örgütlemeyi bırakın barış demek bile ‘suç’laştırılıyor. Geçen haftalarda HDK’lilere yapılan gözaltı ve baskılar¹⁴, HDK’nin toplumsal barışı ve birlikte yaşamı örgütleme çağrısını merkeze aldığı ve güçlendirdiği bugünlerde bu kriminalize etme çabasını gözler önüne seriyor. Barış akademisyenlerine veya Gezi tutsaklarına yapıldığı gibi, barış ve demokrasi talebini yükseltenlere yönelik baskılar bu topraklarda barış, adalet ve eşitlik talep etmenin toplumsal çaba ve birlik gerektirdiğine, kolay olmadığına dikkat çekiyor. Ama belki de durum bu kadar kötü ve yakıcıyken: ‘Şimdi değilse ne zaman?’


1 https://www.change.org/p/barış-için-1-milyon-imza?recruited_by_id=baccb5e0-d4b2-11ef-9204-abff005927f6&utm_source=share_petition&utm_campaign=share_petition&utm_term=petition_dashboard_share_modal&utm_medium=copylink

2 https://reliefweb.int/report/world/sipri-fact-sheet-april-2024-trends-world-military-expenditure-2023-encasv

3 https://www.dw.com/tr/dünyada-askerî-harcamalarda-türkiye-22nci-sıraya-yükseldi/a-68885180

4 https://arastirma.disk.org.tr/wp-content/uploads/2024/05/Issizlik-ve-Istihdamin-Gorunumu-2024-1.-Ceyrek-1.pdf

5 https://www.birgun.net/haber/universitelilerin-yuzde-36-si-calisiyor-200374

6 https://www.youtube.com/watch?v=VWO3zODk1Vk&list=PLqTOrleq3abse0zawuPUwTgJYLyMFzqUv&index=5

7 https://dergi.bilgi.edu.tr/index.php/reflektif/article/view/204

8 https://pkf.com.tr/emekli-olduktan-sonra-yeniden-calisma-kamu-isyeri-magdurlari/

9 https://bianet.org/haber/ankara-da-otobusculer-ve-belediye-halki-magdur-etmekte-kararli-304107

10 https://ato.org.tr/haberler/2024-haberleri/2788-saglik-harcamalari-cep-yakiyor-cepten-saglik-harcamasi-yuzde-97-artti.html

11 https://www.diken.com.tr/dikkat-eksikligi-ve-hiperaktivite-bozuklugu-hastalarinin-ilaclari-yok/

12 https://www.weforum.org/publications/global-gender-gap-report-2024/digest/

13 https://stockholmcf.org/turkey-ranked-among-most-repressive-in-lgbt-rights-index/

14 https://stockholmcf.org/turkey-ranked-among-most-repressive-in-lgbt-rights-index/

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Yazarın Diğer Yazıları

Jin Jîyan Azadî: ‘Bambaşka zincirlere vurulmuş olsak da hepimiz özgür olana kadar hiçbirimiz değiliz’

Jin Jîyan Azadî: ‘Bambaşka zincirlere vurulmuş olsak da hepimiz özgür olana kadar hiçbirimiz değiliz’ Ekim ayının ilk günleri ikbal Uzuner ver Ayşenur Halil, Semih Çelik...

‘Kadın’ın soyadı

Kadının soyadı konusu bu yaz başında 9. Yargı Paketi kapsamında sıkça tartışıldı. Durum kısaca şu: 2023’te Anayasa Mahkemesi (AYM) kadının kendi soyadını evlendikten sonra...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img