1864 Kafkas Sürgünü, bir büyük trajedinin adı olarak bilindiği ve bir bakıma yakın tarihte meydana geldiği için bütün öteki faciaları gölgede bırakmıştır. Bu tarihi anmışken belirteyim ki o dönemde batıda yaşanan soykırım doğudakini fersah fersah geride bırakmış, askeri açıdan ise Rusya muhtemeldir ki, kayıplarını daha çok Dağıstan ve Çeçenistan’da vermiştir.
Fakat asıl belirtmek istediğim, güçlü devletlerin Kafkasya coğrafyasında değişik zamanlarda uyguladığı yöntemlerin birbirine benzerliğidir. Bunlardan Rusya, Kafkas hareketi öncesinde yüzlerce yıllık arşive sahip, zulümde kendinden öncekileri geride bırakan bir ülkedir. Sırası geldiğinde bu konu örneklendirilecektir.
Kafkasya’da ilk etüdü yapanlardan biri batıdan gelen Makedonlardır. Diğerleri Romalılar ve Bizans’tır. Onları güneyden Medler, Persler, Partlar, Sasaniler, Araplar, Safeviler, Kaçarlar izlemiş; kuzeyden ve doğudan İskitler, Hunlar, Moğollar, Timur Devleti bölgeyi fethetmek için sahaya büyük ordular sürmüştür.
Sasaniler kolonyalist uygulamaların ilk örneğini vermiş, bölgede Dağıstanlı ailelerden İran’a sürülenler olmuştu.
İslamiyet, Halife Ömer döneminden başlayarak Kafkasya’nın doğusunda varlığını hissettirmiş, Araplar uyguladıkları yöntemlerle bütün bu fatihlere parmak ısırtan uygulamalar yapmıştır. Onlara göre önce halkların belleği, inançları yok edilmeliydi. Bunun için kiliseler ve pagan mabetleri tahrip edildi. Bu doğrultudaki kitaplar, yazma eserler yakıldı. Tabletler parçalandı. Arapça dışında konuşma yasaklandı. Kafkas asıllı genç kızlar Arap gençleriyle, delikanlılar Arap kadınlarıyla evlendirilip melezleme yoluna gidildi. Emeviler dönemindeki zulüm Abbasiler döneminde yumuşatıldı. Bu defa ikna heyetleri gönderilerek, camiler inşa edilerek, Arap mahalleleri oluşturularak sivil kampanyalarla bölge Araplaştırılmaya çalışıldı.
Cengiz Han da bölgedeki tahribatta payı bulunanlardan biriydi.
Timur Devleti, Doğu Kafkasya’da yenilgiyi tattıktan sonra birçok aileyi Afganistan’a sürdü (Bugünkü Afganistan’ın oluşumunda söz konusu müdahalenin etkileri görülmüştür).
Sırada Safeviler vardı. Onlar Sünniliğin yaygın olduğu bölgede vergileri artırarak, din adamlarına uygulanan muafiyeti kaldırarak ayrımcı politikalar izlediler. Yer yer başlayan isyanlarda bazı şehirler başkaldıranların eline geçti. İran, denetimi sağlamada yetersiz kalınca bölgeye Rus Çarlığı müdahale etti. Ancak direniş bastırılamadı. Osmanlıların bölgedeki lider kadroyu tutuklamasından sonra sahada birçok yeni hanlık kuruldu.
İran’da Kaçar sülalesi işbaşına geldikten sonra Safeviler dönemindeki yenilgilerin ezikliğinden kurtulmak isteyen Nadir Şah her defasında başarısız olduğu maceralara girişti. İntikamını köylerden ve sivil ahaliden çıkardı. Derbent’te cemaatin camiye toplanmasını emretti. Davete icabet edip gelenlerin birer gözünü; gelmeyenleri tek tek saklandıkları yerde yakalatıp iki gözünü oydurdu.
Ruslar, Çarlık öncesi Altınorda Devleti’nin egemenliğinde askerlik başvurusunda bulunup Kafkasya’ya yapılan seferlerde yer alarak bölgenin topografyasını kaydedip, daha o günlerde arşiv çalışmasına başlayıp, Timurlenk bu devleti yıktıktan sonra bağımsızlıklarına kavuşup daha rahat hareket ettiler. Öncelikli hedef Kırım’dı. Ardından sıra Kafkasya’ya gelecekti. Çok geçmeden Astrahan’da Rus varlığı görüldü. Hazar ve Karadeniz’de Rus donanması oluşturuldu. İran’da açtıkları büyükelçilikler, seyyah ve tüccar kisvesindeki ajanların aktardıkları notlar ile istihbarat güçlendirildi. Stratejik noktalara kaleler, müstahkem mevkiler inşa edilerek çevre gözaltında tutuldu. Rüşvet, kayırma, menfaat bağlarıyla içeriden işbirlikçiler temin edildi. Devrim, iç savaş, İkinci Dünya Harbi gibi gelişmelerde Kafkasyalılardan çok sayıda asker alınarak savaş sonrası uyduruk iddialarla sürgünler uygulanarak bölgenin demografik yapısı tehdit altına alındı. Sovyet sonrası çıkarılan Rus-Çeçen Savaşı ile soykırım planı hep canlı tutuldu.
Bunca badireden geçmiş olan Kafkasya’nın doğusu olsun batısı olsun, hayatta kalma, kimliğini koruma, özgürlüğünü kaybetmeme, boyun eğmeme gibi sözcüklerle tanımlayabileceğimiz refleksi yüzyıllar boyu sergiledi.
Bölgede uzun süreli yerleşimler istisnaidir. Bazı şehirler çok yenidir. Derbent, Bakü; şehir olarak tanımlanmasa da Axtı bunlar arasında ilk sırada gelmektedir. Safevilerin eyalet merkezi Şamaxı bugün bir kasaba konumundadır. Antik Alban Devleti’nin başkentleri Kabala, Berde’nin anısını yaşatan yerleşimler eskiye oranla çok küçüktür. Küre vilayetinin yerinde yeller esmektedir. Hanlık başkenti Kuba, kısa ömürlü Kuzey Kafkas Dağlı Cumhuriyeti sınırlarında iken daha o dönemde Azerbaycan Resulzade hükümeti tarafından zorla ele geçirilmiştir. Samur Nehri önce idari, sonra siyasi sınır olarak belirlenerek Lezgi, Avar, Tat halkları iki devlet (Azerbaycan, Dağıstan) arasında bölünmüştür (150 bin kilometrekarelik coğrafik Dağıstan ile bugünkü siyasi Dağıstan bölgesi birbirine karıştırılmamalıdır).
Diğer bir konu da iç göçlerdir. Saldırı dalgalarından korunmak isteyen topluluklar güvenlik için dağlara çekilmeyi tercih etmiş, bunun için gereğinde çok uzun yolculuklara girişmişlerdir. Düzlüklerde verimli araziler dururken özgürlüklerini kaybetme korkusu yüzünden dağları tercih etme sonucunda yağmaya yönelme başlamıştır.
Uluslaşma tamamlanamamıştır.
Geleneksel yaşam tarzı kırılmış, değişimler sosyal kurumları zayıflatabilmiş, yok olmanın eşiğine getirebilmiştir.
Bu topraklarda çok sayıda zorba hükümdar oluşmuştur.
Giysiler, aksesuarlar, mimari, ekonomi, her şey savaş ekonomisi önceliklidir.
Bu kadar dil çeşitliliğinin altında yatan gerçek, köken ve tarih araştırmalarını zorlaştıran durum bütün bu halkların kırım ve katliamlardan artakalan temsilciler olması gerçeğidir.