Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

İttihatçı bir Osmanlı subayının Çerkeslerle ilgili düşünceleri ve Çerkeslik için ihtar*

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1889’da Türkiye tarihindeki ilk tıp fakültesi olan Mektebi Tıbbiye-i Şahane öğrencileri tarafından ‘İttihad-i Osmani’(Osmanlı Birliği) adıyla gizli bir teşkilat olarak kuruldu. Aynı yıl yurt dışındaki Osmanlı aydınları tarafından Paris’te kurulan cemiyeti ile birleşerek İttihat ve Terakki Cemiyeti adını aldı. Cemiyet kurulduğu yıldan Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllara kadar İmparatorluğu bölmek isteyenlere karşı tepkisini açıkça ortaya koydu. İkinci Meşrutiyet’in ilanı Osmanlı coğrafyasının her yerinde ‘Yaşasın Hürriyet, yaşasın Meşrutiyet’ nidaları ile kutlanmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ateşli savunucularından Hüseyin Cahit Yalçın, Meşrutiyet sonrası oluşan Türklük tablosunu şu ifadelerle anlatır: “Meşrutiyetin biz Türklerde ve Türk gazeteciliğinde ilk yarattığı sonuç Türklüğü boğmak ve Osmanlılığı yaratmak olmuştu…” Meşrutiyetin ilanının amaçlarından biri şüphesiz Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkları incitmeyerek onları imparatorluk içinde tutmaktı. Fakat cemiyet üyelerinde Meşrutiyet’in ilanının etnik ve dini azınlık gruplar tarafından Türklüğü boğmak için bir fırsat gibi görüldüğü düşüncesi oluşmaya başladı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Müslüman azınlıklar planlı bir şekilde örgütlenerek cemiyetlerini kurdular. Bunların çoğunun amacı siyasi olarak görünür olma ve sosyokültürel faaliyetlerini etkili bir şekilde yönetmekti. Böylelikle Çerkesler de ilk resmi yapılanışlarını Temmuz 1908’de İstanbul’da Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’ni kurarak yaptılar. 20. yüzyılın başlarında özellikle Balkanlar’daki milletleri Osmanlı bayrağı altında tutmak hiç de kolay değildi. 1908’de oluşan yeni meclis içindeki azınlık milletvekilleri de kendi idealleri doğrultusunda devletin bütünlüğünü sağlamaya çalışan İttihat ve Terakki ile fikri çatışmalara girdiler. Cemiyeti, âdemi merkeziyet siyasetini benimsemek yerine Türkçülük yapmakla suçladılar. İşte bu dönemde cemiyetin basın kanadındaki önemli temsilcisi Hüseyin Cahit Yalçın tarafından durum şu şekilde açıklanmıştı: “İttihat ve Terakki Osmanlıcılıktan vazgeçmiştir. Türkçülük dışında izleyebileceği başka bir yol da bulunmamaktadır. Eğer Türkler İmparatorluğu idare etmeye devam edeceklerse Türkçülük tek tercih seçeneğidir. Etnik ayrılıkçı akımlar sebebi ile İttihat ve Terakki Âdemi merkeziyete şiddetle karşıdır. Çünkü bu Midilli, Sakız ve diğer adaları Rumların kucağına atmak anlamına gelir.” Son tahlilde Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Ermeni olayları, 1916’da Şerif Hüseyin ayaklanması ve 1917’de Çarlık Rusya’sının çökmesi ile İttihat ve Terakki içinde Türkçülük düşüncesi hâkim konuma geldi ve hatta Pantürkçü çizgiye doğru da kaydı. Kısacası etnik ve dini azınlıkların kendilerini ifade edecek cemiyet çalışmaları artık hedefteydi. 1

İşte böyle bir ortamda ilk Mecliste Bolu mebusluğu yaparak Düzce’yi de temsil eden Yusuf İzzet Met Paşa’nın şahsında Çerkeslikle ilgili düşüncelerini dile getiren İstiklal Mahkemeleri’nin kurucu reisi İhsan Eryavuz’un2 anılarından bir bölüm:

— …Bir gün Başkumandan Vekili Enver Paşa, beraberinde Ordu Kumandanı Vehib Paşa ve kurmayları olduğu halde kolordu karargâhına gelmişler. Öğle yemeğini beraber yiyor idik. Vehib Paşa esasen, Erkân-ı Harb Mektebi’nde sınıf arkadaşı bulunan Kolordu Kumandanı Yusuf İzzet Paşa’yı3 Başkumandan Vekili’ne takdim etmişti. Yemekte de söz olsun diye Yusuf İzzet Paşa’nın, ‘Kafkasya Narı’ müellifi olduğunu söyledi. Herhalde Enver Paşa Kolordu Kumandanı’nın aşırı Çerkesçi olduğunu biliyormuş. Çehresini o anda hiddetlenmenin verdiği bir kırmızılık bürüdü. Gayet ciddi, vakur, aynı zamanda da hissolunacak derecede asabi lisan ile “Burası Türk ilidir ve bu ordu bir Türk ordusudur, bu orduya mensup olan herkesin vazifesi evvela Türk olmaktır. Türklük’ten gayrı bir milli inanca sahip olanlar istediği yere gidebilirler!” demişti. Vehib Paşa söylediğine söyleyeceğine pişman olmuş, aynı zamanda yemek masasını derin bir sükût kaplamış idi. Yusuf İzzet Paşa birçok hususta büyük özelliklere sahip, iyi bir kumandan idi. Bir kere faal, vazifesine düşkün, malumatı da yerinde bir asker idi. Harbin ilk safhalarında beraber bulunduğu süvari tümeni ile başarılı işler görmüş, daha sonra Onuncu Kolordu Kumandanı ve karargâhının Ruslara esir düşmesi üzerine taltifen ve albay olarak Onuncu Kolordu Kumandanlığı’na getirilmişti. Orta zekâda bulunan Yusuf İzzet Paşa, vazifesine o kadar bağlı ve düşkün idi ki, harbin başlangıcından itibaren Tokat’ta bulundurduğu ailesinin yanına aradan seneler geçmiş olmasına rağmen bir kere bile gitmemiş idi. Hâlbuki istese birkaç gün için izin alması (senede birkaç defa) kendisi için pekâlâ mümkündü. Kendisi Çerkes, hatta aşırı Çerkesçi idi. Çerkesliği Kafkasya’nın asıl sakinleri, ayrı bir raset olarak tanıyor. Bütün Çerkeslerin kültürde, lisanda, güzel sanatlarda eli müşterek bir millet olmalarını düşünüyor idi. Bir gün Erzurum’da ordu karargâhında bulunuyordum. Halil Paşa, fırkası ile oraya gelmiş, oradan Bağdat’a gidecek imiş. Hakkında, Çerkes İshak Paşa’ namında bir zat var idi. Bu İshak Paşa galiba vaktiyle Sultan Hamid yaverlerinden imiş. Hoşsohbet, açık kalpli, iyi bir zat gözüküyor idi. Söz, Kafkasya Tarihi’nden ve onun yazarı Yusuf İzzet Paşa’dan açıldı. Çerkes İshak Paşa, “İstanbul’da Çerkes Kulübü açıldı, seni gönderelim dediler. Milli önderimiz kimdir? Bir görelim, diye gittim. Karşıma Yusuf İzzet çıktı. Bizim yeni Çerkes Peygamberi kitabını getirmiş. Fakat daha Çerkesçeyi bilmiyordu” demişti. Yusuf İzzet Paşa ile bir gece Hanbike’de çadırında görüşüyor idik. Söz ister istemez, milliyet meselesine gelmişti, bana Çerkeslerin Hititlerden olduğunu ispata çalışıyor idi. Kendisine, Be Paşam! Dedim. Bizim Türkçüler de Hititleri Turan neslindendir diyorlar. Herhalde ortada asıl kaynağı henüz muhtelefün-fih bir Hititler var. Siz de Çerkesliğe ayrı bir kök bulamıyor, neslinizi bu Hititlere bağlamak istiyorsunuz. Bakıyorsunuz ki ayrı bir konuşma diliniz var. Fizyonomi yönüyle de kendinizi Türk’ten ayrı görüyorsunuz. Şu hâlde, Biz ayrı bir milletiz. Aslımız Hititlerdir diyorsunuz. Benim bir yerde okuduğuma göre ta eskiden Baykal Gölü civarından Kafkasya’ya göç etmiş Turan neslindendir. Bugün dahi Çerkeslerin asılları orada Baykal Gölü civarında yaşamakta, dillerindeki birçok kelimeler halen orada konuşulmaktadır. Siz esasen Türk’sünüz. Ayrı bir millet olmayı nereden çıkarıyorsunuz? Demiştim. Yusuf İzzet Paşa vazifeye getirerek, “Siz Hazret-i Peygamber’e bile Türk diyorsunuz!” karşılığında bulunmuştu. Ben, yok, Hazret-i Peygamber’e Türk’tür demiyoruz, diyemiyoruz. Yalnız bazı tarih kitapları Türk’ün şeceresini Hazret-i Nuh’un dördüncü oğluna kadar götürüyorlar. Onlar Hazret-i Muhammed ile Türkler arasında ırki bir bağ kurarlarsa bilemem. Kaldı ki, kitaplarımızda okuduğumuz İslam Tarihi, Peygamber Efendimizi hep Arab-ı müsta’rebden gösterirler; müsta’reb demek aslen Arap veya Arap değil iken sonradan Arap veya Arapça olmuş demek değil midir? Peygamber Efendimiz kendi mübarek ceddini ‘Hazreti İbrahim’ olarak göstermiyorlar mı? Tarih İbrahim Peygamber’i elbette ırk itibarıyla Turanlı olarak kabul edip ve emin olalım ki zaman geçtikçe en eski miras da en asaletli ve kabiliyetli milletin hangisi olduğu meydana çıkacaktır. Yalnız görüyoruz ki âdetleriniz hatta isimleriniz arasında eski Türk âdetleri, Türk adları var. İşittiğimize göre Eski Çerkesler, ağacı mukaddes addediyorlarmış. Eski Türklerin dinleri malum ‘Şamanî’ idi. Buna dahi bugün Müslüman bulunmalarına rağmen Kırgızlar da ağaçlara mukaddes nazarıyla bakarlar. Siz düğünlerde at koşturur, bir süvari elinde yaş deri kaçırtır, diğerlerine onu kovalatırsınız. Orta Asya’da Kırgızlarda düğünlerde at yarışı da yapılır. Bir süvari oğlak tutar, diğerleri onu almaya çalışır. Bu oyuna Türkler ‘baybuka’ derler. Görülüyor ki Çerkeslerin kendilerine milli bir hususiyet gibi mal etmek istedikleri âdetler, oyunlar Turan nesline ait, Türk’ün ortak ve umumun malıdır… Yusuf İzzet Paşa, “Hangi Çerkes kabilesinin ismi Türk’müş?” diye sormuştu. Cevaben, Paşam! Çer ne demektir? Kendinize âlem olarak kabul ettiğiniz bu kelimenin sözlük manası nedir? Bakınız! Genel isminiz dahi öz-be-öz Türkçedir. Çer: ‘çeri’ Türkçede, asker: ‘askere mensup’ demektir. Yeniçerinin, ‘yeni kurulmuş askerlik’ demek olduğunu bilesiniz.

Yusuf İzzet Met

Çerkes de esas Türkçede, ‘asker adam’ demek değil midir? Bunun gibi bilmem siz tarihte tesadüf ettiniz mi? ‘Beştav’ adında vaktiyle bir Çerkes kabilesi var imiş, Beştav halis muhlis Türk adıdır. ‘Türkmen’ ‘Teke’ vs. nasıl bir Türk kabilesi adı ise, Çerkes de aynıyla öyledir. Lisanınızın umumi Türk Lehçesi’ne göre farklı olması neslen Türk ve Turanlı olmamanıza delalet etmez. Bugün neslen, aslen Türk olduğu tarihi bir hakikat olarak sabit nice cemaatler var ki saf lisan ile konuşuyorlar. Vaktiyle ahlakça, dilce, hatta dince Türk ailesinden olan birçok kavimler bugün tamamıyla Türkçelerini kaybetmiş bulunuyorlar. Kafkas Tarihi’nin müellifine bu konuda örnek zikretmeyi fazla bulurum. Paşam siz çok eski zamanlarda Turan’dan Kafkasya’ya göç etmiş bulunuyorsunuz. Kafkasya, büyük göçlerin güzergâhı olan bir yerdir. Orada uzun asırlar içerisinde birçok kavimler ile temasta bulundunuz. Bu temas, tabii lisanınız üzerine etkili olacak idi. Sonra siz lisanınız Çerkesçe üzerinden öz ve eski Türk lisanıyla karşılaştırmalı bir inceleme yaptınız mı? Kullandığınız kelimelerin asıl ve kökü itibarıyla öz Türkçe ile münasebeti ne derecelerdedir?4 Yusuf İzzet Paşa, “Bu görüş Türk milliyetçiliğinin emperyalist zihniyetinden doğuyor” demişti. Kendisine şöyle karşılık verdim: Paşam üzülerek ifade ederim ki milliyetçilik itibarı ile emperyalist değil, şimdiye kadar milli kimliğini muhafazada gaflet ve gevşeklik göstermiş Türkler var. Sınırı Kuzey Buz Denizi’nden güneyde Tibet’e, doğuda Japon Denizi’nden batıda Tuna’ya ve Selanik’e, daha ötelere kadar koca bir milli Türk vatanı var ki, genel nüfusu aslen, neslen çoğunluk itibarıyla Türk’tür. Elli-altmış milyon bir Türklük. Araplar din yoluyla bir kısmını Araplaştırmışlar. Acemler, lisan ve edebiyatları etkisiyle, Çinliler vaktiyle akıl ve hesaba gelmeyen hile ve siyasi düzenlerle, Ruslar, cebren misyonerleri vasıtasıyla onları milliyetlerinden ayırarak Farisi, Çinli, Rus ve saire yapmışlar. Ne hacet! neslen, dinen, kültüren bir olduğunuz halde siz Çerkesler bile bugün ondan ayrı bir millet olduğunuzu zannetmek hatasında bulunuyorsunuz. Çerkes Kulübü’ namıyla Türk toplumuna karşı ayrılık eğilimleri gösteren hususi meseleler oluşturuyorsunuz. Şu hâlde Türk milliyetçiliğine nasıl emperyalist denilebilir? Evet, Avrupa’daki milliyet cereyanlarına bakarak bilhassa memleket dâhilinde kendilerini Türk toplumu dışında addeden unsurların tavır ve vaziyetlerinden ilham alarak bugün bir Türk milliyetçiliği doğmuş veya doğmak üzere bulunuyor. Bu Türk milliyetçilerine göre ise millet yalnız ırk ve kavmiyet üzerine kurulu değildir. Böyle bir iddia realizme aykırıdır ve ilme uymaz. Bugün Türk milliyetçileri nazarında millet; Tarihçe, lisanca, dince, ahlakça, hissiyatça, güzel sanatlarca özellikle âdetler ve an’anatça bir ve ortak olan bir zümreye denir. Çerkesler henüz yarım asrı az zaman geçmiştir ki Kafkasya’yı ihtiyarlarıyla terk ederek buraya Türk’ün kardaşlığına atılmışlardır. Onlara vatanlarını terk ettiren kuvvet, buraya çeken cazibe işte Türk milliyetçiliğinin yücelttiği Türk milliyeti budur. Affedersiniz Paşam! Burada üç buçuk guruş maaş ve fani bir makam için mi didiniyorsunuz? Bize nazaran sizi binbir tehlike ve mahrumiyetler içerisinde burada tutan, fedakârlığa sevk eden kuvvet Türk milliyetçiliğidir ki siz farkında olmadan özünüz bilinçaltınızda yaşıyor ve sizi vazifeye sevk ediyor. Affedersiniz! Müsaadenizle fikrimi arz ediyorum: Hakikat bu iken sizler gibi memleketin yetiştirdiği düşünürler için Çerkeslik’in bizden, Türklükten ayrı bir varlık olduğuna inanmak sadece bir gaflettir; başka bir şey değil. Yusuf İzzet Paşa kızarmış idi. Ben sözüme devam ile Paşam! Türkiye’de Çerkes namını taşıyanlar iki yüzbin kişiyi bulmaz. Dışarıda ne kadar varsınız? Onu da açık olarak bilemiyoruz. Farz edelim ki, bir milyon haydi diyelim ki iki milyonsunuz. Bugün tamamı iki milyondan ibaret, o da Kafkasya, kuzeyi Kafkasya’da kalmış bir kavmin Türkiye’de dağınık bir kısmının ayrı bir millet olmak sevdasına düşmesi ne demektir? Tarihin çeşitli devirlerinde İslam ve Türk dünyasına karşı düşmanca ve mahvedici bir tutum almış olan Rusluk karşısında milli varlığını idrak etmiş ve sürekli Avrupa Hıristiyan âlemi taraflarından himaye edilen Ermenilik ve Gürcülük arasında büyük Türklük âlemine karşı bir hususiyet almak istemekle ne gibi bir akıbete hazırlandığınızı düşünüyor musunuz? Bu miktar ve bu esasla Kafkasya’da dahi Çerkeslik için emniyet, istiklal ve istikbal vaat edilebilir mi? Yusuf İzzet Paşa, “Hâşâ! Osmanlı camiası dışında kalmak. Bu Türkiye’deki hiçbir Çerkesin hayalinden geçmez. Osmanlılıkta çoğunluğu, İslami aileye dâhil unsurlar oluşturur. Osmanîlik çeşitli unsur ve cemaatlerden şekillenmiş siyasi bir oluşumdur. Bu anlayışta hakikate uymayan bir hata var mı?” demişti. Kendisine cevap verdim, Paşam, biliyorsunuz ki içinde bulunduğumuz asır milliyet asrıdır. Osmanlılık da dediğiniz gibi çoğunluğu, Türk, Arap, Çerkes, Kürt gibi kendilerini ayrı birer millet addedip, bugün bilhassa bu karışıklık içerisinde müstakil kültürlere sahip birçok İslam dışı azınlıkların da5 bulunduklarını nazara alarak hükmedilebilir ki bu oluşum dilde, dinde, harsta birlik esasına dayanan milliyet telakkisine aykırı zayıf, yapay, ömürsüz bir oluşum olan Osmanlılığı bırakmışlardır. Türkiye’deki Türk dışı sayılan İslam unsurlarıyla ırkan ve neslen ayrı dahi bulunsa mademki dinen, lisanen ve kültüren hepimiz biriz; demek ki, hepimiz bir milletiz. Ve bu milliyetin adı Türk’tür! Diyorlar. Sohbet burada bitmiş ve Yusuf İzzet Paşa bir daha benimle milliyet sohbeti açmamış idi…

Evet, görüleceği üzere yukarıda paylaştığımız anılar bir anlamda İttihatçı anlayışın o yıllarda Çerkeslerle ilgili ne düşündüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

*Kâmil Maman, “Kara Defter, Atatürk’ün Silah Arkadaşı İhsan Eryavuz Anlatıyor: Millî Mücadele ve Lozan”, Timaş Yayınları, İstanbul 2014. s. 35-41.



1: Yaşar Semiz, “İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Türkçülük Politikası”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl 2014, Sayı:35, s. 217 – 244.

2: 1877 yılında İstanbul, Üsküdar’da doğdu. Topçu Harbiyesi’ni bitirdikten sonra topçu subayı oldu. 1910’lu yıllarda Edirne’deki İkinci Ordu’nun önemli subaylarından biriyken Edirne’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu ve kâtipliğini yaptı. Osmanlı’nın son döneminde Sıkıyönetim Askerî Mahkemeleri’nde üyelik yaptı. 1914 Birinci Dünya Savaşı’nda, Doğu Cephesi Sahra Topçu Birlikleri Batarya Kumandanlığı’nı sürdürdü. Savaşın ardından ordudan ayrılarak emekli oldu. Sonradan Kurtuluş Savaşı’na katıldı. 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1. 2. ve 3. dönemlerde Cebelibereket (Osmaniye) milletvekili olarak görev aldı. 1920 yılında ilk kez kurulan İstiklâl Mahkemeleri’nin kurucu başkanı oldu. 1924’ten 1928’e kadar Fethi Okyar ve İsmet İnönü hükümetlerinde Bahriye Vekili olarak görev yaptı. 6 Mart 1947’de İstanbul’da hayatını kaybetti.

İhsan Eryavuz

3: Yusuf İzzet Paşa, nam-ı diğer Çunatuka Met İzzet, 1875 yılında Yozgat’ta doğmuştur. 1864 yılındaki Çerkes sürgününde Kafkasya’dan Anadolu’ya göç eden Met İbrahim Bey’in oğludur. Küçük yaşta yetim kalması sebebiyle ilk ve ortaöğrenimini Darüşşafaka’da tamamladıktan sonra Kuleli Askerî Lisesi ve Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni bitirdi. Kurmay subay olarak orduya katılan Yusuf İzzet Paşa, Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde görev yaptıktan sonra 8 Ağustos 1918 tarihinde hem ‘Şimali Kafkas Cumhuriyeti nezdinde Osmanlı Hükümeti’nin siyasi ve askeri mümessili’ hem de ‘Şimali Kafkas Kumandanı’ olarak atandı. Şimali Kafkas Cumhuriyeti’nin resmen ilanında ve Kuzey Kafkas ordusunun teşkilatlanmasında aktif rol üstlendi. Yusuf İzzet Paşa, Büyük Millet Meclisi açılınca Bolu’dan milletvekili seçilerek 2 Temmuz 1920’de Meclis’e katıldı. Meclisten cepheye koşarak Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılıklar gösterdi. Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra ölüm tarihi olan Nisan 1922’ye kadar Bolu milletvekili olarak görev yaptı. Ölümü üzerine Mustafa Kemal Paşa, eşi Hayriye Melek Hunç Hanım’a şu telgrafı gönderdi: “Bütün hayat-ı hizmetinde namus ve liyakatle temayüz etmiş bulunan ve Mücadele-i Milliyenin ilk günlerinden itibaren istiklal-i vatan için yorulmak bilmeyen bir azm-i iman ile çalışan ruh-ı muhteremleri merhum Yusuf İzzet Paşa’nın haber-i elim-i vefatını cephede aldım. Merhum-ı müşarünileyhin zıya-ı elimini pek kıymetli erkânından bulunduğu orduya tebliğ eyledim. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve ordusunu garik-i matem eyleyen bu müellim hadiseden dolayı aynı zamanda Meclis’in ve ordunun da hissiyatına tercüman olarak zât-ı ismetpenâhilerine teessürat-ı fevkalâde ile meşbu olan taziyetlerimi arz eder ve ihtiramâtımı takdim eylerim efendim.” Mesut Erşan, “I. Dönem Bolu Milletvekili Mirliva Yusuf İzzet Paşa”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Mayıs 2009.

4: Orijinal metinde İhsan Eryavuz şöyle bir dipnot düşmüştür: “Ankara’da mebus ve İstiklal Mahkemesi Reisi iken Kuşçubaşızâde Hacı Sami Bey’den Özbekistan’dan gönderilmiş ayrıntılı bir mektup almıştım. Hacı Sami Bey Meşrutiyet’in ilanından sonra memlekette Çerkeslik fikrini takip edenlerden biri idi. O zaman Hacı Sami, Çerkes Reşid (Ethem Bey’in ağabeyisi) ve diğer beyler Çerkeslik idealinin takipçisi olmuşlardı. Hacı Sami Bey Orta Asya’ya gitmiş, Türkistan, Kazakistan, Özbek, Türkmen başka illeri, özetle bütün Turan’ı dolaşmıştı. Oradan yazdığı bu mektubunda bana, ‘İhsan, Çerkesliği ayrı bir millet olarak hayal edişimde büyük bir hata işlemiş, günaha girmişim. Bütün Turan’ı gezdim. Muhtelif Türk ırklarıyla Türklüğün kaynağında temasa geçtim. Bizim Çerkesliğe özel zannettiğimiz âdetlerin öz Türk malı olduğunu bizim Çerkesçe dediğimiz lisanın çoğu kelimelerinin burada konuşulan öz Türkçeye dâhil olduğunu gördüm. Dün aşırı sayılabilen bir Çerkesçi idim. Günahımı itiraf ediyorum. Ayrı bir Çerkeslik yok. Yalnız engin bir Türk âlemi var. Çerkeslik o âlemin bir parçası, Türklüğün bir koludur. Türkiye’ye döner isem bu konudaki geniş incelememi neşredeceğim. Hamdullah Subhi Bey’e bu husustaki incelememden ayrıntıyla bahsettim. İster isen ondan malumat alırsın!’ demişti.” – Kurtuluş Savaşı döneminde Çerkes kökenli subay ve yöneticilerin neredeyse tamamına yakını Türklüğü benimsemiş, Türkleşmiş ve İttihat ve Terakki yandaşı olmuş kişiliklerdi.

5: Orijinal metinde İhsan Eryavuz bu kelimeden itibaren satırın üzeri kırmızı kalemle çizerek şu ifadeyi girmiştir: “Azınlıkları da var ki, Osmanlı camiasına hiçbir zaman ısınamamışlar artık ısınmalarına da imkân yoktur. Bizimle her şeyleri ayrıdır ve Türklerin yanı başında hiçbir zaman da silah ve kader arkadaşlığı asla yapmamışlardır. Kaldı ki, kısmen hem toplu hem de çağdaş bir kültüre sahip olmuş birer hükümetleri de vardır. Binaenaleyh, Osmanlı camiasındaki Türk’ün gayri telakki edilen İslam unsurları ile İslam dışı unsurlar arasında büyük fark vardır. Esasen tamamıyla Türk olan hatta ancak içten gelme bir kendiliğinden sevk ile bir gün İkinci Abdülhamit’e bile, ‘Ben Türk padişahıyım’ dedirtmiş bulunan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki herhangi bir Müslümanın kendini gayr-i Türk telakkisi en büyük bir ihanet, hıyanet ve delildir; hele maddi ve manevi varlığını Türk ekmeğine, Türk bileğine tamamıyla borçlu bulunanlar! Millet kanda değil, candadır; bu can da ciğer de evvela cananda, milli idealdedir. Ve işte bu ideal ile donanmış bugünkü günün Osmanlı Türkleri artık hayatiyeti kalmayan Osmanlılığı değil, Türklüğü kendilerine baş tacı etmişlerdir ve böyle…(dilde, dinde vd.)”

Yazarın Diğer Yazıları

Çerkeslerde atçılık, at kültürü ve Düzce üzerine notlar

Kadim bir kültüre ve tarihe sahip olan Çerkeslerde atçılık binlerce yıllık geçmişten süzülerek bugünlere gelen bir bilimdir. Çerkeslerde ‘şı’ (шы) hem at hem de...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

TARİHTE BU AY

Yazarla sohbet

- Advertisement -spot_img