Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Sesten heceye, kelimeye, cümleye, dile: İlksel dilin izleri

Günümüzde dilbilim verilerinde sıkça kıllandığımız ¨diller¨ ifadesi, dilin başlangıcı evresi için geçersiz bir durumdur. Çünkü dilin ilksel ve orijinal (Pere bze, Wıneye Bze) evresi, dilin henüz çoğullaştığı bir evre değildir.  İnsanın üzerinden, o vakit adı anılmaya bile değmez bir şeydi (İnsan: 76/31). Süreçten çıkıp adını anar bir sürece geçişi eşyayı tanımaya, tabiattan işittiğini tekrar etmeye başladığı süreç, dilin de başlangıç evresidir. Varlık – ses – anlam olgusu, insanın, varlığın çıkardığı sesi taklit ederek seslerin anlam yüklenmiş isimler evresidir. Bu evre ses dediğimiz olgunun aynı zamanda anlamlı bir kelime olduğu uzun bir evredir. Bu sesin, uzun süre devam eden sesin anlamlı yansıma evresi biriktirdiği anlamlı sesleri birleştirerek yeni kelimeler, yeni bileşik kelimeler oluşturur ve yeni tanımlamalar, yeni anlatılar meydana getirir. Meydana getirilmiş olan bu tanımlayıcı kelimeler uzun süreler içerisinde birleşir, kökleşir ve iki hece esaslı ve iki heceli diller evresi baş gösterir. Bu süreçler, toplumun ayrışmaya başladığı ve kabilelerin, milletleşmelerin başladığı süreçlerdir.

Jacop Grimm’in “Başlangıçta kelimelerin sayısı birkaç yüzü geçmez” görüşü yukarıdaki görüşlerimi doğrulamaktadır.

Dil üzerine görüş sunan kimi düşünürlerin ileri sürdüğü önemli bir görüş vardır: İnsan söze seslenilmeye başladığı görüşüdür.

Hegel, dilin tin’in1 doğasındaki en saf tezahür, olduğunu belirterek sesin düşünceleriyle birleştiğine ilk anısına işaret eder.

Wilhelm von Humboldt ise çok daha net konuşur: ¨Dil, halkın ruhudur; ruhun ilk başlar sesi¨. Aynı zamanda Sesin dilin “ilk yaratıcı madde” olduğu vurgular. Bütün bunlardan daha öte savunduğum görüş başlangıçta varlık – ses – anlam ilişkisinin olduğu ve bu ilişkinin yansıma seslerden anlamlı kelimeler şeklinde oluştuğudur. Bu durumda her sesin bir doğuş adresi, bir de doğuş hikâyesi vardır. Bunu da ancak ve ancak Adige dili üzerinden anlayabiliyoruz. Detayına burada girmeyeceğim çünkü yeri geldikçe çeşitli yazılarımda sıkça bahsettim. Bu teoremin adını da “Otej Teoremi” olarak dillendiriyorum.

Günümüzde insanoğlunun konuşmakta olduğu bunca dilin her birinin kendi özünde oldukça önemli dilbilimsel, kültürel, felsefi, tarihi çeşitli birikimleri barındırdığı bir gerçektir. Günümüzde yaygın kullanılan her bir dilin kök dil olma özelliğinden epeyce uzak olduğu bilinen bir durumdur. Arapça, Çince, Sanskritçe gibi bazı diller de kadim görünseler de yaşadıkları uzun yolculuklar kök olma yapılarından uzaklaşmış ve yeni yapılara bürünmüş dillerdir. Çünkü seste anlam taşımayan diller, dilin en kök ve en temel yapısından mahrum durumdadırlar. Ne var ki günümüzde her dilden bunların izini bulmak mümkündür. Bu duruma antik çağ dilleri de dahildir. Bu dillerdeki kelimeleri çözümlemek için de “Otej Teoremi”ne ihtiyacımız vardır. Bu nedenle bir dilin bugün ne kadar eski olduğu değil, çeşitli aşamalardan geçerek günümüze ulaşan şekliyle, özünü ne denli koruyup korumadığı asıl soru olmalıdır. Aksi durumda bir dile kök dil yakıştırması boşlukta kalacaktır.

Arapça örneği konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Arapça tarihi bir dildir; ancak “en eski dil” değildir. Günümüze ulaşan biçim, artık üç hece esaslı dil oluşudur. Bu haliyle kök dil diyemeyiz. Ne var ki kök sistemin izleri mevcuttur. Geçmişteki anlamlı seslerin oluşturduğu kelimeler, zaman içerisinde kökleşerek gelişmiş bir morfolojik yapı oluşturmuştur. Bu haliyle Arapça düşünerek Arapçadaki bu izleri çözümleme şansı artık yok gibidir. Bunu çözümlemek için Adige dilindeki seste anlam kuralından yararlanmak mümkündür. Bu da “Otej Teoremi”nin doğru anlaşılarak uyarlanmasına bağlıdır.

Günümüzde pek çok dilde bu öz kaybolmuştur. Diller genişledikçe, toplumlar farklılaştıkça, yolculuklar uzadıkça birleşmiş, kaynaşmış, anlamlar katmanlaşmış, kelimeler öncekilerin üzerine binmiş, ilksel biçimler geride kalmıştır.

Dillerin ayrışmasını tetikleyen başka nedenler de vardır elbet. Toplumlar coğrafyaya, iklime, yaşam biçimine, tarihe ve üretim tarzına göre ayrıldı. Her yeni nesil yeni şeyler gördü, yeni araçlar yaptı, yeni koşullar yaşadı. Onun yeni deneyimi yeni kelimeler, yeni cümleler ve yeni ifade biçimleri doğurdu. Aynı kökten türeyen topluluklar bile süreç içerisinde farklı kelimeler üretmeye başladı. Bu nedenle mevcut diller kök yapılarını yitirmiş olsalar bile, bugün dil aileleri olarak sınıfladığımız dillerin geçmişte ortak bir ses dağarcığına sahip olduğunu söylemek abartı değildir. Bu çerçeveden baktığımızda Hami-Sami (Afro-Asyatik) dilleriyle Hint –Avrupa dillerinin ayrılmadan önce dayandığı bir “ses kişisel kök dil” olmalıydı, olmalıdır.

Adigece, bugün yaşayan diller arasında ses ve anlam ilişkisini en ilksel, en organik ve en şeffaf şekilde koruyan bir dildir. Adigecede seslerin tek başına anlam taşıması, sözcüklerin bu seslerden sentetik bir biçimli türemesi, doğadaki hareketlerin, ürünlerin ve fiillerin ses taklitlerinden doğması; bütün bunlar Adigecenin yalnızca Kafkasya’nın bir dili olduğunu değil, aynı zamanda kadim insanlığın dilsel hafızasını taşıdığını ve onu izlediğini düşündürüyor.

İlksel diller ses merkezlidir; hece veya kelime merkezli değildir. Adigece bu ses merkezli yapıyı sürdürmekte olan nadir örneklerden biridir. Sadece doğanın seslerini değil, hareketi, bakış açısını, nesneyi ve canlıyı anlatan şeyleri bugün bile içsel olarak açık biçimde sindirmiştir. “Ses hecekelime cümledil” zincirini Adigecede günümüze taşımıştır. Bu nedenle Adigece yalnızca bir halkın dili değildir; aynı zamanda insanların sesle başlayan dil yürüyüşünün yaşayan bir hafızası, bir kök dil örneğidir.

1 İnsanın zihinsel yönü. Düşünceyi etkileyen manevi güç. Kültürü ve anlam dünyasını oluşturan ruhsal bütünlük. Toplumsal ortak bilinç.

Wooden dice with printed letters on them between book pages. High quality photo

Yazarın Diğer Yazıları

Adigeler millet, Xabze medeniyet – 2

Bu sayımızda, geçen ay üzerinde durduğumuz konuların önemli bir katmanını oluşturan medeniyet kavramıyla devam edeceğiz. İnsanlarına ve toplumsal kurumlarına görev tanımlaması yapamamış, insanlar arasında edebi...

Adigeler millet, Xabze medeniyet – 1

Ali Şeriati, kültürü şu şekilde tanımlar: «Kültür, bir ulusun tarihi boyunca biriktirip kendine özgü bir şekil verdiği zihni, manevi, sanatsal, tarihi, edebi, dini ve...

Put kavramı: Etimolojik, sosyolojik ve tarihsel bir inceleme

Özet Bu makale, “put” kavramının etimolojik kökenlerini, çok dilli karşılıklarını, tarihsel gelişimini ve sosyolojik anlam dönüşümlerini ele almaktadır. Arapçadaki klasik “but” (بُتّ) anlamının ötesinde, Adigece...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img