Dünya Çerkes Birliği 7. Olağan Genel Kurul Toplantısı 6 Mayıs 2006 Genel Değerlendirme 

0
326

Dünya Çerkes Birliği (DÇB)’nin 7. Olağan Genel Kurulu’nun İstanbul’da yapılacağının bildirilmesi ile tartışmalar başladı. Özelde internet ortamında yapılmış olan bir kısım yazışmaları (tartışma diyemiyoruz) rahatsız edici ve amaçsız buluyoruz. 

Çocuklarımızdan emanet aldığımız, yaşatmaya ve geleceğe taşımaya çalıştığımız kültürümüzün aynı kalamayacağını, değişeceğini, gelişeceğini dillendirirken sanal alemi dikkate alamadığımız anlaşılıyor. Sanal alemde, yazılı olmayan anayasamızla toplumsal yaşamını düzenlemiş ve bununla övünen bir halkın fertleri olmaktan çıkıyoruz. Hakaretamiz, alaycı ve küçük düşürücü yaklaşımlar sergiliyoruz. Kişisel olarak birbirimizi hırpalarken, sorunlarımıza çözüm önerilerimizi karşılıklı aşağılıyoruz. Eleştirel yaklaşımla, suçlayıcı ve çamur atan yaklaşımı birbirine karıştırıyoruz.  

Olup bitenlerin sonucunda; Kafkas Dernekleri Federasyonu (Kaf-Fed) ve Birleşik Kafkas Dernekleri kıskacında öyle bir hava yaratılıyor ki, Türkiye’de iki kutuplu bir Çerkes dünyası oluştu izlenimi veriliyor. Böyle değil durum. Her iki taraftan yazanlar ve konuşanlar bilmeliler ki; onların saflarında yer almayan, onların (her iki tarafın) savundukları tezlerin bir kısmını yıllardır savunan ama dünyaya başka bir yerden baktıkları için savundukları tezlerin içini farklı dolduran, polemiklere polemiğin tarzı nedeniyle katılmayan sessiz çoğunluk vardır. Sessiz çoğunluk; etnikliğe çözüm arayışında, derdi gerçekten etnikliğe çözüm aramak olanlarla uzun vadede söz konusu olabilecek olası bir yol ayrımına kadar her daim omuz omuza yürümeye hazırdır. Sessiz çoğunluk halkımızdır. 1800’lü yıllarda, savaş ortamında, çınar ağacının altında; birbirlerinin gözünün içine bakarak farklı düşüncelerini dile getiren (hakaret etmeden, aşağılamadan) toplum önderlerini dinleyen ve yorum yapıp, ne yapacağına karar veren halkımız, geleceğine dair söz söyleyenlerden aynı yaklaşımı bekliyor. 

Eleştirel yaklaşım maskesi altında dile getirilmeye çalışılan şey, karşı tarafın “halk düşmanı” olduğu ise fazla söze zaten gerek yok; böyle olmadığını düşünmek istiyoruz. 

Sorunlarımız ağırdır, çözüm kolay değildir. Çözüm için yol haritaları oluşturulmuştur/oluşturulmaktadır. Yolda ilerlerken yanlışlar yapılacaktır. Aynı düşünceyi paylaşan insanlar dahi yanlış yapabilecektir. Eleştiri–özeleştiri bunun için vardır. Kırıp dökmek ve yıpratmak için (…) değil, yanlışı gidermek, yenilenmek ve daha bir istekle yola devam etmek için vardır. Farklı düşünceler olsa da, hedefe ulaşma yolunda yürüyenlerin her türlü kazanımı, başarısı halkın havuzunda toplanacak ve çözüm için katkı sağlayacaktır. Birbirini suçlayan tarafların internet ortamındaki yazışmadan nasıl bir yarar bekledikleri de ayrıca düşünülmelidir. Teoriler pratiklerle bütünleştikçe bir anlam ifade edecek ve destek görecektir. 

DÇB ve Sivil Yapı 

DÇB konusunda temel kaygılardan biri yeterince sivil bir yapı olup-olmadığı konusudur. Bu durumu değerlendirmek için Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) geri dönmek gerekiyor. SSCB’nin ikinci S’si ile ilgili dünyadaki sosyalistlerin tartışmaları bir hayli eskiye dayanır. Türkiyeli devrimci hareketler içinde de bu tartışmaların yapıldığı ve SSCB’ye birçok olumsuz yaklaşımın yanı sıra sosyal emperyalist yaklaşımının olduğu da ilgilenenlerce bilinir. Çerkesler özelini de etkilemiştir bu durum. SSCB özelinde sistem tartışılırken, bu tartışmalardan Gorbaçov dönemine yani glasnost ve perestroykaya hızlı adımlar atılırken hep tek parti söz konusuydu. Gorbaçov sistemi evriltmeye çalışır, Yeltsin O’na karşı darbe peşinde koşarken hep aynı partili idiler. Aynı parti üyesi olarak farklı sistemler düşleyip halklarının çıkarı için (!) doğru olanı yapmaya çalışıyorlardı. Yani iktidarda olanlar ve muhalefet edenler tek partinin üyeleri idi. 1990’lı yıllarda SSCB’ye veda edildi. Sistem bir yana, devasa bir birlik diğer yana savruldu. Sonra yıllarca dinlediğimiz, okuduğumuz, onlarca filme senaryo olan soğuk savaş sona erdi ve tek kutuplu dünya, globalleşme…masalları dinlemeye başladık. SSCB’nin geneli için geçerli olan Kafkasya için de geçerliydi. Küçük cumhuriyetlerinde aynı partide çalışmış olan insanlar arasında bir olasılık kişisel sorunlar da yaşanmıştır. 

Böyle bir yapının sivilleşmesi, sivil toplum örgütlerinin oluşması yıllar alacaktı, alıyor. Yaşadığımız Türkiye’de; sivil yapıların demokrasi ile ilintisini buram buram yaşayan, 12 Eylüllerde dernekleri kapatılan, yasalarla siyaset yapması yasaklanan bizlerdik ve biliyorduk demokrasisizliği. Demokrasi geliştikçe bir şeylerin geliştiğini gördük. Görecek günlerimiz var daha. RF özelinde ise Yeltsin’in ‘istediğiniz kadar özgür olun’ kandırmacasından sonra Putin ile yaşanan daha merkezi ve daha katı bir yönetim söz konusu. Bu yapı içinde anavatanımızda kurulacak muhalif yapıların dahi ne kadar muhalif olacağı tartışmalıdır. Sivilleşme zaman alacaktır. Yeterince sivil olunduğunda ise, umarız iş işten geçmemiş olacaktır. Bu tespitin yapılmasında ve dillendirilmesinde sakınca görmeden değerlendirme yapılmasında yarar görüyoruz. 

DÇB ve Muhalefet – UNPO 

DÇB’nin Kafkasya ve Türkiye ayağının çakıştığı bir nokta var ki, yukarıdaki tespite karşın eleştiriyi hak ediyor. Her iki ayak, kendilerinin yaptıkları muhalefetin yeterli olduğunu, bunun dışındaki muhalefetin ilişkileri gereceğini ve hatta savaş nedeni olabileceği mesajını veriyor. Katı bir şekilde ‘savaş’ mesajı vererek düşünceye ipotek koyuyor. Oysa yapılan muhalefetle savaş arasında öylesine farklı muhalefet(ler) söz konusu olabilir ki. Muhalefeti minimize etmeye yönelik olan “Olanaksız olan taleplerde bulunmayın, savaş mı istiyorsunuz?” yaklaşımı yanlıştır. Biz zaten olanaksızı istemek durumundayız. Egemenlerin hiç bir koşulda icazet vermek istemediklerini istiyoruz; demokrasi, daha fazla demokrasi. Bu Kafkasya için de Türkiye için de geçerlidir. DÇB’nin taleplerinin özü de budur. Daha merkezi, daha katı, daha az renkli (etnik anlamda), daha az sorunlu Kafkasya isteyen Putin iktidarından her talep demokrasi ile ilintilidir. Dünya Putin’i demokrasiden uzaklaştığı için eleştirirken, DÇB’nin taviz koparıyor görüntüsü yaratması inandırıcı gelmemektedir. Demokratik taleplerini dillendiren ve bunun için halkına yani öz gücüne güvenerek yol alan bir DÇB güven verebilecektir. Muhalefet, halkın iç dinamiklerinin açığa çıkarılması ve geliştirilmesi ile olur. Bunun için bilinçlenme yolunda her çalışma yapılmalıdır. Kapalı kapılar arkasındaki ilişkilerle, iş adamlarının ekonomik destekleri ile varılacak yer, ancak günü kurtarmak olabilir. Biz geleceğe dair kalıcı hedefler peşinde olmalıyız. 

DÇB sonuç bildirgesine yansıyan, ‘1997 UNPO Genel Kurul kararının yeniden takibi’, ciddi bir gecikme ile alınmış, olumlu bir karardır. 1997’den bugüne geçen 9 yıl kaybedilmiştir. O dönem yapılan girişimin olumlu kararla sonuçlanmasına karşın neden UNPO üyeliğinin gerçekleşmediği, Yeltsin döneminde Duma komisyonlarına gelen lehimizdeki tasarıların neden yeterince üzerine gidilmediği araştırılmalı ve sonuca ulaşmaya çalışmalıdır. Bu konu DÇB açısından özeleştiri nedenidir. UNPO kararı çok kesindir. Uluslararası arenada hareket noktası bu olmalıdır. RF vatandaşlığı konusunda; vatandaşlığın özel durumları da kapsayacak şekilde şarta/şartlara bağlanması konusu pazarlık nedeni yapılmamalıdır. Durumumuz özeldir ve ağır şartlar (Rusça bilme, 5 yıl ikamet etme ve diğer vatandaşlıktan vazgeçme) bizi bağlamamalıdır. Tarihsel gerçeklik yani topraklarımızdan sürülmüş olmak yeter şarttır ve sürülen dönebilmeli, çifte vatandaşlık hakkı olmalıdır. Bu talepler ortamı germez, pazarlık yapılacak bir konu değildir bu. 

DÇB eski başkanı konuşmasında, Putin’in partisinden milletvekili olduğunu ve özel görüşme yaptığını iletiyor. Bu ve benzeri girişimler her zaman öne sürülür, üst düzey görüşmeler olduğu ve gerekenin yapıldığı mesajı verilmeye çalışılır. (1992’de başlayan Abhazya savaşı nedeniyle, Türkiye’de yaşayan bizler de zaman zaman bu mesajları aldık, biliriz yani). Bu anlaşılıyor, anlaşılamayan şu; bu girişimlere karşın RF’de sürekli aleyhimize/geri gidiş söz konusu. Vatandaşlık hakkı alanlar bu hakkı yitiriyor. Vatandaşlık hakkı için ağır şartlar var ve genele uygulanan şartlar, sürülen ve tarihi hakları olan halklar için de geçerli. Nalçik’te katliam yapılıyor, Adıgey’in statüsü tartışmaya açılıyor… Bize sürekli geri adım attırılmaya çalışılıyor. Mücadele gerekliliği ortada ve zaten mücadele edildiği ifade ediliyor. Mücadele tarzı konusunda farklı noktalarda olunabilir. Kapalı kapılar arkasında siyasi manevralar yapmak, içki masalarında sözler koparmak, üst düzey ilişkilerle iş bitirmeye çalışmak bir kesim açısından uygun bir yöntem olabilir. Ancak unutulmamalı ki; yukarıdan verilen yukarıdan alınır. Halkın iç dinamiklerini harekete geçirerek alınan haklar kalıcıdır. Herkes hakların nasıl ve neden alındığını bilir, haklara tecavüz söz konusu olduğunda da tepkisini gösterir. Her hak arayışını, her tepkiyi savaş çığırtkanlığı ile özdeşleştiren anlayışın, Rus asker annelerinin muhalefetine ve hatta Kafkasya için bakarsak evimizin odasındaki Beslan’lı annelerin muhalefetine bir bakması gerek. Beslan’lı anneler Çeçenler’e çamur atıp köşeye çekilebilirlerdi, çekilmediler, gerçeği arıyorlar ve de Putin’in bir kez daha başkan seçilmesi için yapılması planlanan yasa değişikliğine direndiler. Bize göre sert olarak değerlendirilebilecek bildiriler yayınladılar. Savaş mı çıktı? Putin sonra hesap sormak üzere deftere mi yazıyor? Demokratik haklarımızı yasaların son noktasına kadar kullanma geleneği geliştirmemiz gerekiyor. 

Kaldı ki, Genel Kurul’da Kaf-Fed Başkanı ve DÇB eski başkan yardımcısının eleştirel yaklaşımına karşın eski başkanın herşeyin yolunda gittiğine dair yaklaşımı, DÇB’nin dikensiz gül bahçesi olmadığı konusunda ip uçları veriyor. 

DÇB ve Maddi Olanaklar 

DÇB Genel Kurulu’nda dikkati çeken bir gelişme de, önceden belirlenmiş izleyicilere/delege olmayanlara söz hakkı verilmesi oldu. Söz verilenler (bir edebiyatçımız dışında) iş adamları idi. DÇB eski başkanın okuduğu çalışma raporunda da sürekli iş adamlarına atıf vardı. Parasal destek için teşekkür ediliyor, yeni destek beklentisi dile getiriliyordu. Anlaşılan delege olmayan izleyicilere söz hakkı verilirken Nasrettin Hoca fıkrasıvari bir değerlendirme ile belirlendi konuşmacılar. Biz kendi cephemizden baktığımızda; parasal destek veren bir Çerkes iş adamının, bu destek nedeniyle kendisine söz hakkı verilmesi için bir talebinin olmayacağı, söz verilse dahi bunu özellikle kullanmayacağı doğrultusunda bir değerlendirme yapıyoruz. Yanılıyor da olabiliriz. Türkiye-RF iş konseyi başkanının Kafkasya’yı değerlendirirken “çoğunluğu ziraat yapıyor, sanayi kuruluşları boş” dediğini anımsıyor ve “bir çiftçiye de söz hakkı verilse idi” demekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Eski başkan ve birçok katılımcı ekonomik koşulların iyileştirilmesinden söz etti. Bağladıkları yer ise iş adamları, zenginler… Durum kötü kısaca. Bu yaklaşımla/anlayışla yarın bir gün Adıgey’de biraraya gelirsek, cumhuriyetin zenginliklerinden eşit yararlanmak diye bir şey olamayacağını görür gibi oluyoruz. Sürpriz de gelmiyor bu durum. 

  Klasik bir laftır ama kanıtlanmıştır: Sermayenin vatanı yoktur, anımsamakta yarar var. 

Türkiyeli bir delegenin dile getirdiği gibi, DÇB öncelikle kendi birimlerinden aidatları toplayabilmeli, her zor anında çıkarsız destekçisinin ancak temsil iddiasında olduğu halkın olacağı gerçeğine inanmalı ve dayanağı halk olmalıdır.  

DÇB ve Çeçenya 

1991 toplantısına katılan Türkiyeliler’in ısrarı ile, Adıge Birliği ya da Adıge-Abhaz Birliği adı yerine, Türkiye’de Kuzey Kafkasyalılar olarak birlikte hareket edildiği ifade edilerek Çerkes Birliği adının kabul ettirildiği deklare edilse de, artık ifade ediliyor ki Adıge-Abhaz Birliği söz konusudur. Çerkes Birliği adını savunan Türkiyeli temsilcilerin 1991’deki Çerkes tanımı ile şimdiki Çerkes tanımı farklı olabilir, Çerkes Birliği adını toplantıyı terk etme noktasına kadar savunmuş olmaları da tarihte kalmış olabilir, her ne olursa olsun bugün DÇB’nin, Kafkasya uzmanı Çerkes bir arkadaşımızın dediği gibi (ki O Avrupa adına bu değerlendirmeyi yapıyor) evimizin bir odasındaki yangını görmezden gelmemesi gerekir. Ev büyük olduğu için yangının sıcaklığı diğer odaları etkilemiyor gibi, ama ekonomi ve istikrar gündeme gelince Kafkasya’nın bir köşesindeki savaş anımsanıyor. 

1992 yılında yaşanan Abhazya savaşında sağlanan Kuzey Kafkasyalı hareketin, karşı tarafın Gürcistan oluşu ile ilintili olduğunun gerçeğini kabullenmeliyiz. 1994 Çeçenya savaşında karşı taraf RF olunca işler değişti. Dönemin RF Adalet Bakanı ve Adıge hukukçu Kalmık Yura’nın girişimlerinden aktarılan bilgilerden net olarak anlaşılıyor ki; bizim Yeltsin’in, Putin’in ve onların savaş lordlarının bir savaşa gereksinimleri olduğunu değerlendirmemiz gerekiyor. Bu nedenle Çeçenya’yı, Çeçenler’i savaşa neden oldu diye eleştirirken, onlarda da kusur aramaya çalışırken dikkat etmeliyiz ve Tataristan gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Savaşı isteyen günün RF yöneticileri ve ordu idi. Kalmık Yura bütün girişimlerine karşın RF cephesinin savaş ısrarı nedeniyle Adalet Bakanlığı’ndan istifa etmiştir. Kafkasya genelinde Kalmık Yura’nın onurlu çıkışını sürdüremedik. Soykırımın sona erdirilmesi ve seçilmiş başkanla masaya oturulması gereği yüksek sesle ve ısrarlı bir şekilde ifade edilemedi. Bu durum iyi değerlendirilmelidir. Bana dokunmayan yılan örneğidir ve sloganlaştırmak doğru olmasa da sustukça sıra gelecektir. İşte Nalçik, işte Adıgey statüsü tartışmaları… DÇB toplantısında dile getirilen “onurlu barış”, “Mashadov’un naaşının ailesine teslimi” gibi konuların sonuç bildirgesine yansıyacağını umuyorduk, ancak görüyoruz ki geçiştirilmiştir. Bunu DÇB adına talihsizlik olarak değerlendiriyoruz. 

Hedeflerinin “gerçekçi ve uygulanabilir” olduğunu ifade eden DÇB’nin, bu hedefe ulaşmaya çalışırken yanı başında olanlara duyarsız kalması, ortada bir sorun yok gibi tavır sergilemesi söz konusu olabilir mi? 

Kafkasya ile hiç ilgisi ve bağı olmayan dünya aydınları – içlerinde Rus aydınları da var – yüksek sesle işaret edip suçluyu gösterirken, ezilenleri ve zulme uğrayanları suçlu gibi göstermeye çalışanlar, “politikamız gereği“ diyerek savunulabilir mi? Bunun nasıl bir “politik davranış” olduğunu birilerinin açıklaması gerekmez mi? 

DÇB ve Adıgey’in Statüsü, Nalçik Olayı 

Sonuç bildirgesine bir cümle olarak dahi girmeyen her iki konunun da özellikle göz ardı edilmeye çalışıldığı izlenimi edindik. 

Adıgey’in statüsü konusu önemlidir, sonuç bildirgesinde yer almalı ve kararlılıkla tartışma konusu dahi yapılamayacağı vurgulanmalı idi. Statünün tartışmaya açılmasının bir başlangıç olduğu, amaca ulaşılınca unutturulmak istendiği ve şimdilik rafa kaldırıldığı tespiti yapılmıştır, bu tespit için siyaseten uzman olmaya da gerek yoktur. 

Nalçik olayında; cenazelerin ailelerine teslimi tabi ki önemlidir. Bu olması gerekendir ve talep edilmeli, ısrarcı olunmalıdır. Asıl olarak ise olup bitenin bütün açıklığı ile ortaya serilmesi talebimiz olmalıdır. İşkence ve zulme uğrayan, aşağılanan, enselerine haç işareti kazınan; yapılan haksızlıklara başkaldırdığında ise (ki Çerkesler’i iyi tanıyan senaryo yazarlarının, tahriklerin sonucunun buraya varacağını ön gördükleri yapılan hazırlıklardan bellidir) öldürülen insanlar için sessiz kalınmamalı. Olayın araştırılması ve açıklanması talep edilmelidir. Çeçenya konusunda kullanılan Vahabi/terör kartı Kafkasya genelinde kullanılacaktır ve bunun denemesi Nalçik’te yapılmıştır. Bu konunun üzeri örtülmemelidir. Halkın uyanık davranması ve provokasyona gelmemesi için kartlar açık olmalıdır. DÇB sonuç bildirgesinde konuya değinilmemesi DÇB açısından bir diğer talihsizliktir. 

 

DÇB ve RF  

RF’ ye bağlı cumhuriyetlerimiz nedeniyle, RF’deki her gelişme bizi ilgilendirmektedir. Bu anlamı ile 

RF’deki yeni idari düzenlemeleri iyi okumalı ve iyi değerlendirmeliyiz. İdari birimlerin yeniden düzenlenmesi, devlet başkanlarının Kremlin’den atanması gibi düzenlemeler konusunda DÇB Çerkes halkını bilgilendirmeli ve değerlendirme yapmalıdır. Tepeden atamalarla demokrasinin nasıl bağdaştırıldığı sorgulanmalı ve net tavır konulmalıdır. 

Bir diğer konu; yeni terörle mücadele yasasıdır. Beslan olayı gerekçe gösterilerek hazır bir tasarının raftan indirilmesi ve uygulamaya sokulması izlenimi veren tasarının, Kafkasya özeli dikkate alınarak oluşturulduğu uzmanlarca ifade edilmektedir. Ayrıca ırkçılık Kafkasyalılar özelinde tırmandırılmakta ve insanlarımıza saldırılmaktadır. Demokratik tepkilerin gösterilmesi gereken toplumsal konularda DÇB sessiz kalmamalıdır. 

 

Organizasyon ve Dil – Zaman 

Toplantı sırasında konuşulanları kaç kişinin tam olarak anlayabildiği bir soru işaretidir. İzleyiciler dikkate alınmasa dahi delegeler açısından bu durumun ciddi bir olumsuzluk yarattığı düşüncesindeyiz. Organizasyonun anında çeviri olanağı olan farklı bir mekanda yapılması, bu durumu daha önceki yapılan 6 Genel Kurul’un bir-ikisine katılan delegelerin öngörmesi ve uyarması gerekirdi. 

Genel Kurul’un bir günde bitirilmesi için, konuşmacıların bir kısmı ve Divan başkanı zamana karşı yarış halindeydi. Önemi vurgulanan ve üç yılda bir yapılan, uluslararası katılımı olan Genel Kurul iki-üç güne yayılabilir, sorunların masaya yatırıldığı, eleştiri ve özeleştirinin zaman kısıtı olmadan yapıldığı, delege ve iş adamı olmayan ama düşünce belirtmek isteyenlere sınırlı süreli de olsa söz verilen bir bölümün olduğu toplantı olmalıydı diye değerlendiriyoruz. 

 

Sonuç Yerine 

DÇB, Adıge-Abhaz birliği anlayışını, ana vatanında nüfus sorunu olan halklar ekseninde ele almakta ve var olabilmenin öncelikli koşulunu nüfusa bağlamaktadır. Nüfus, sorunlarımızla ilgili konulardan sadece bir tanesidir. 200 milyonluk RF içinde demokrasiniz yeterli değilse nüfus bir hiçtir. Yüz bin olmanızla bir milyon olmanız arasında değişen bir şey olmayacaktır. Yaşanmış pratik olan Adıgey Cumhuriyeti’ndeki patriyant yasasını göz ardı etmeden durumun değerlendirilmesi gerekir. Kafa sayımızın çok olduğu Kabardey-Balkar’da çok mu rahatız? Bizden yöneticiler yok muydu hep iş başında? Bir önceki yönetici kadro şimdi her kesim tarafından eleştirilmiyor mu? Nalçik’te insan hakları ihlal edilir ve katliam yapılırken iş başındaki yöneticiler Çerkes değil miydi? Sorular çoğaltılabilir. RF için demokrasi, daha fazla demokrasi gereklidir. Yani Çerkesler’in Türkiye’de olduğu gibi anavatanda da demokrasi mücadelesi içinde olması kaçınılmazdır. 

Sorunlarımız ağırdır. Birlikten söz ederken zor olduğunu biliyoruz, ama bir arada olmanın da ötesinde, demokratik-özgürlükçü ve tabii ki gönüllü bir birlikten söz ederek işimizi biraz daha zorlaştırıyoruz. Zoru sevdiğimiz için yapmıyoruz bunu, çözümün kalıcı olması ve gerçekten dünya mozaiği içinde ne eksik ne fazla yerimizi almanın yolunu böyle gördüğümüz için. Diğer hedefler bunu destekleyen hedeflerdir ve desteklenmesi kaçınılmazdır. Dönüş konusu, ana dil konusu…. Birlik derken bu vb. anlayışlara ve ara hedeflere hayır denebilir mi? Bu talepler demokratik taleplerdir ve bunun için de diyoruz ki bizler yaşadığımız her coğrafyada demokrasi için uğraş vermeli, demokrasi güçleri ile ilkeli iş birlikleri yapmalıyız. Bizim ortak hareket edeceğimiz demokrasi güçleridir ve etniklik derdi ile yola çıkan Çerkesler açısından da bu durum belirleyici olacaktır. Biz olası bir yol ayrımına kadar birlikte hareket edebiliriz. Hatta önceliklerde dahi buluşabiliriz. İyi niyet vb. yaklaşımlar, söylemler yeterli değilse iç dinamiklerin öne çıktığı somut projelerle yol alınabilir. Teorimizi ve pratiğimizi sınayarak yürüyebiliriz. Yürünen yolda giderek yalnızlaştığımızda ise şaşırmamamız gerek. Ya biri ya diğeri konumunda da değiliz. DÇB’ yi yani Adıge-Abhaz birlikteliğini savunmak, demokratik ve gönüllü bir Kafkasya Birliği anlayışını yok saymayı getirmemeli. Tersi de aynı şekilde. Savunulanlar birbirinin karşısına konulacak şeyler değil. 

Nereden nereye geldi dünya. Kaç devlet vardı, sayılar son yıllarda nasıl arttı? Çekoslovakya, Yugoslavya ve SSCB’yi anımsayalım hemen. Senaryoyu yazanlar için sürpriz olmamıştır muhtemelen, ya diğerleri için, bizler için? Tahmin edebilir miydik bütün bu olanları? Biri tahmin yürütse idi “hayal kurma” mı derdik acaba? Uzağa gitmeden de facto bağımsız Abhazya’ya bakalım. Düşünür müydük Abhazya’nın bir gün bağımsız olacağını? Dengeler alt üst oluyor. Egemenlerin, dünyayı yönetenlerin senaryolarını bilemiyoruz. Ancak onların senaryolarında figüran olmak istemediğimiz için kendi senaryomuzu oluşturmaya, stratejimizi belirlemeye çalışıyoruz. 

 

Sayı : 2006 06