Barış Hemen Şimdi!!!

0
464

1 Eylül Dünya Barış Günü için Fenerbahçe Çeçen Kampından Kafkasyalı ve Tüm Dünya Kadınları Adına Sesleniyoruz… 

1 Eylül Dünya Barış gününde Kafkas Kadınları olarak artık savaş istemiyoruz. Ve haykırıyoruz: “Savaşta ölen/ölecek olan savunmasız çocuklar, kadınlar, yaşlılar, gençlerdir!” 

Dünyanın her yerinde savaşlarda binlerce kadın açlıkla karşı karşıya kalmış, bebeğine süt veremeyen kadınlar yavrularının kucaklarında ölmesine katlanmak zorunda kalmış. ıÜüSavaş, ayrıca, kadınların en acımasız saldırılara, katliamlara, tecavüze ve şiddete uğramaları demek. Bu nedenle: Biz Kafkasyalı kadınlar, aynı zamanda, her türlü baskı ve saldırıya, Çeçen kadınlarının seslerine Kafkas kadınları ve tüm dünya kadınları adına kulak vermeliyiz. ıÜüSavaş durumunda kadınlar hep kurban durumuna düşüyor. Irzına geçilen, öldürülen, çocuklarıyla birlikte şiddete maruz kalan hep kadınlar oluyor. Bugün dünyada en çok özlemini çektiğimiz şey BARIŞ. Acılar hepimizin ortak acısıdırve BARIŞ bu dünyada hüküm sürünceye kadar barış ve demokrasi mücadelesi vermeye devam edeceğiz. Onlar, yitirdikleri evlatlarının acısını artık başka canlar yitmesin diye çaba sarf ederek bastırmaya çalışıyorlar çünkü. Acı hepimizin, tüm kadınların, tüm anaların. Bombalarla yok edilen yaşam kime ait olursa olsun acılara sahip çıkmalıyız. Bizim çığlığımız BARIŞ HEMEN ŞİMDİ… 

Fenerbahçe kampındayım… İki ayrı yaşam ve iki ayrı çizgi… Kampa giderken çevreye gözüm takılıyor. Kampın içi ve kampın dışı… Denizin kenarında uzatmalı bir pazar gününü yaşayan ve BAL GİBİ yaşayan insanların hemen içlerinde bombaların altında, savaştan kaçan, emperyalizmin daha fazla ölüm üzerine kurulmuş sistemini kanla besleyen ve öldürülebilir halklardan olan Çeçenlerden bihaberler… Haberdar da olsa çokta fazla umurlarında olmasa gerek. ‘Kerem gibi yanan ancak Kerem gibi AHH! çeker’ diyerek kampa giriyorum. Asya kapıda karşılıyor beni. 52-53 aile var kampta. 80-83 tane çocuk ve genç… 183 kişi yaşıyor. Evler barakalar halinde. Yedi senedir burada Asya. İlk üç sene ne elektrik ne su var. Bir odada 8 -10 kişi kalıyorlar. Dil bilmiyorlar. Şimdi daha iyi, elektrik ve suları var. İki sene öncesine kadar evlere temizliğe giden Asya eklem romatizması, şu an çalışamıyor. Kadınların bir kısmı evlere temizliğe ve çocuk bakımına gidiyorlar. Gençler de daha ucuz iş gücü olarak düşünülüp işe alınıyorlar ve bazılarının paralarını vermiyorlar. Kamptakilerin çoğu hasta. Romatizma, sinüzit, zatürre, bronşit gibi hastalıklar baş göstermiş bir kaç senedir. 

Kimlik, pasaport, çalışma izni, oturum izinleri yok. Vatandaşlık hakları yok. 

Birde kızı var Asya’nın. Dünya tatlısı. Adı Fatma. Yemyeşil gözlerinin içi gülüyor. Kampın yakınında ama karne bile alamadığı bir okula gidiyor. Dersleri iyi. Altıncı sınıfa geçmiş. Yaşadığı onca acıya rağmen, on yaşındaki Fatma’nın yeşil gözlerinde umudu görebiliyorsunuz. “İzninizle ben çıkabilir miyim?” diyor, izin isteyerek. ‘İyi ki de oynamaya gitmiş’, diyorum dönüşte içimden. Asya zaman zaman gözyaşlarını tutamıyor savaşı anlatırken. Tekrar o günleri yaşıyor. Küçükken film izlerdik, diyor Asya, Nazilerin yaptıklarını… “Bu kadar kıyım olur mu?” derken, biz yaşadık aynı şeyleri diyor Asya. 

Asya’nın dilinden dökülüyor sözcükler; “1994 senesinde Grozni’de oturuyoruz. Savaş başladı. Bombalar yağmaya başladı. Köylere kaçmaya başladı insanlar. Biz kaçmadık. Her taraf ceset dolu, köpekler yiyor ölüleri. Rus komşular da var etrafta. (Hemen soruyorum, Rus komşularınıza ne oldu?) Bomba insan tanımıyor (diyor). Aralık’ta başlayan savaş, Şubat’a kadar sürüyor. İki gün ateşkes ilan ediyorlar cesetleri toplamak için. Bütün evler harabe durumda . Her taraf ceset dolu. Kimlikler zor tespit ediliyor. İki araç topluyor cesetleri, bir yere yığıyorlar, oradan insanlar tanıdıklarını bulmak için bir umut cesetlerin başına toplanıyorlar. Bir iki ay köye kaçtık biz de. Sonra savaş 1999’da tekrar başladı. Yedi kız kardeşiz. Annemi ablamın yanına Moskova’ya gönderiyorum, gönderirken de son defa gördüğümü, bir daha göremeyeceğimi bilmiyordum. Ablamın eşini gözaltına alıyorlar oğluyla beraber. Oğlu bulunuyor ama ablamın eşinden bugüne kadar hiç haber alamıyoruz. Ve kaçmaya karar veriyoruz Gürcistan’a. Gündüz arabayla yola çıkıyoruz. Tepemizde uçaklar. Arkadaki arabaya isabet ediyor bomba. Biz kaçıyoruz. Köprü bombalanıyor ve karşıya geçemiyoruz. Nehirden gidiyoruz. Nehri geçiyoruz, her taraf ceset dolu. Ben çığlık atmak istiyorum, çok korkuyorum ama eşimi de düşünerek dişlerimi sıkıyorum. Birkaç aile daha var bizim gibi kaçan. Ellerinde çantalar. Ne alabilirsin ki yanına? Bir aile yatalak annesini battaniyeye koymuş, araçları da yok. Kaçıyorlar. Gürcistan sınırına geliyoruz. Yol çok kötü kar yapıyor ve buzlu. 500 dolara Gürcistan’dan araçlar geliyor, bizi geçiriyorlar. On araç var. Bizim paramız yeterli değil, en sona kalıyoruz. Eşim paramız yetmeyince bir de silahını veriyor. Yolun diğer tarafı uçurum, zaten karanlık, görünmüyor ve sürekli kayıyoruz, yol buzlu. Gürcistan sınırında dağdan yukarı çıkıyoruz. Dağ çok dik. Ben kızımı alıp, dağı yaya çıkmaya çalışıyorum gece. Eşim karşıdan gelen kişilerin aracı çekmesini bekliyor. Donuyoruz soğuktan. Kızım kucağımda. Tam bir işkence. Bu kadar zor bir durum olacağını bilse idim, Çeçenya’da bombaların altında kalmayı tercih ederdim. Filmlerde olduğunu sandığım şeyi yaşadık. Gürcistan’a geçiyoruz. 11 ay orada kalıyoruz. Kaldığımız ev zaten çok kalabalık. Daha sonra Türkiye’de mülteciler olduğunu duyuyoruz. Arabayı satıp bilet parasını denkleştiriyoruz. Ve İstanbul’a gelip iki hafta bir ailenin yanında kaldıktan sonra, buraya, Fenerbahçe kapına geliyoruz. Dil bilmiyoruz, bir odada birkaç aile kalıyoruz. Sözlük alıyoruz ve oradan bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz. Şu an elektrik ve suyumuz var ve kendimizi ifade edebilecek kadar dili biliyoruz. 300 kişi vardı ilk geldiğim senelerde şimdi 183 kişi Çeçenya’ya gitti ve yurt dışına çıkanlar oldu. Üç ay önce bir aile daha geldi, bir kadın ve üç oğlu. Eşine işkence yapıyorlar. Eşi savaşta şehit düşüyor ve üç oğlu ile beraber buraya geliyor anne. Etraftan yapılan yardımlarla geçiniyoruz. Vatandaşlık hakkı istiyoruz. Çocuklarımız okula gidiyorlar ama karne alamıyorlar. Yandaki arkadaşın kızı liseye geçti ve almadılar okula, kimliği yok diye. Bizim isteğimiz sadece İNSANCA YAŞAMAK…” 

Diyecek söz kalmıyor insana. Boğazımda bir düğüm. Ne diyebilirsin ki, insanca yaşamak kimin hakkı bu dünyada? Bombaların altında, bomba sesleriyle yaşamanın ne demek olduğunu bilir miyiz? Her an ölümün eşiğinde, en yakınlarımızın cesetlerini köpekler yerken… Bu acının, bu duygunun tarifini yapabilir miyiz? Rus askerleri tarafından tecavüze uğrayıp, onurundan taviz vermeyen 25 yaşındaki kadının binanın tepesinden atlarken yaşadığı duyguyu anlayabilir miyiz? 

Diyecek tek şey var: SAVAŞA HAYIR! Biz Kafkas kadınları olarak, dünyadaki tüm savaşların sona ermesi için BARIŞ HEMEN ŞİMDİ çığlıklarıyla, yok edilen tüm yaşamlara sahip çıkalım. 

  

Sayı : 2007 09