Bir belgeselin hikayesi: Sapare Aude ve ‘Çerkesçe Yaşamak’ Üzerine…

0
535

Bu yolculuk, Gamze Çimen ve Setenay Yıldız için aydınlanmanın, kendi aklını kullanma cesaretinin ve sonucunda da kendi kültürü ile bütünleşmenin sembolü

 

Kant’a göre aydınlanma demek, insanın kendi suçu ile düştüğü ergin olamama durumundan kurtulması demekti. Kendi suçuydu, çünkü kendi aklını ve buna bağlı olarak tüm hayatını başkasının kılavuzluğunda kullanmaktı bu ergin olamayış durumu. Ve hepsinin temelinde tembellik ve korkaklık yatardı. İşte Avrupa kültür tarihinde bir çağ değiştirmiş olan bu felsefe, “Sapare Aude, aklını kendin kullanmak cesareti göster!” parolası hem Çerkesler’in hem de benim kişisel durumumu anlatmak için güzel bir giriş paragrafı olabilirdi.

Çünkü aydınlanma hem bireysel hem toplumsal olarak gelişen bir durumdu ve gerçekleşmesi için en önemli gereksinim, zamanında Avrupa kıtasında savaşlarla birbirlerini katleden, salgın hastalıklardan, ölüm korkusundan hayatlarını umutsuzca sürdüren bir toplum örneğinden de anlaşılacağı gibi bir toplumun buna gerçekten ihtiyacı olmasıydı; çünkü eğer bu şekilde olursa, o toplumun bunu zorlama bir değişimden ziyade, doğal bir değişim gibi algılayıp daha çok sahiplenmesi muhtemeldi.

Özelde aydınlanmayı, İstanbul’un eski bir mahallesinde, Çerkesliği benim dönemime denk gelen pek çok kişiyle aynı kalıplar dahilinde yaşayan ben, ilgi alanım olan fotoğrafçılık sayesinde keşfettiğim ve tüm ilgi alanlarımı değiştiren bir olgu olarak hayatıma dahil etmiş bulunmaktayım.

İnsanlar kimi zaman yolculuklara çıkar ve manevi bir yalnızlıkla çıktığı yolculuklardan her zaman yeni haberlerle geri döner. Ben, kendi kültürünü tanıyamamış, kendi kültüründen gelen kişilerden uzak olan herkesin bu toplumda manevi bir yalnızlık yaşadığını düşünen biri olarak, Setenay ile birlikte çıktığımız yolculuktan güzel haberlerle geri döndük, şanslıydık ki bu güzel haberler insanlara bu günlerde bir cd vasıtası ile ulaşıyor.

Bahsetmeye çalıştığım şey bir belgesel. İki üniversite öğrencisinin kendi imkanları ile yapmaya kalkıştıkları, artık tembel ve korkak olmamaya karar verilerek yola çıkılmış ve bu yol boyunca kendi kişisel aydınlanma devrimlerini gerçekleştirmiş iki insanın ortaya koydukları bir çalışma, bir durum değerlendirmesi. Biri biraz daha idealist, diğeri biraz daha estetik kaygılı, ama ikisi de bu kültürün bir parçası. Söylemek istedikleri sözler var, tanıştığı kişileri, 90 yaş üstü olup köyde yaşayan fakat gördükleri bir çok kişiden daha güzel Türkçe konuşup, daha güzel sözler söyleyen insanları başkaları ile tanıştırma derdindeler, anlatmak istedikleri hikayeler var, duyup şaşırdıkları tarihi gerçekler var. Öte yandan hiçbir şey bilmiyorlar… Kamerayı ilk kez elinde tutuyor biri, öbürü de aile eşrafını çekmiş bir iki kez. Ama biriyle tanışıyorlar, o diğerine yönlendiriyor, o diğeri bir başkasına, hepsi bilgili, hepsi önemli şeyler söylüyor. Kaybolsun istemiyorlar, sürekli kaset değiştiriyorlar, kaydediyorlar. Sonra kaset harcarken bu kadar bonkör davranmanın cezasını o kasetleri teker teker izleyip dakika dakika not alırken anlıyorlar ama kafaya koydular bir kere, en güzeli yapılmalı. Çünkü tanıştıkları insanlar en güzelini hak ediyorlar…

Herşey sezgisel, herşey deneme yanılma üzerine kurulu belgeselde. Bir kere herşey sayısız, hiçbirşey planlı değil. Üşenilmeden tekrar tekrar düşünülmüş, sayısız gece sabahlanılmış, sayısız bardak çay – kahve tüketilmiş, sayısız otobüse binilmiş, sayısız insan tanınmış…

Bu belgesel, sembolik bir yolculuksa eğer, yolun başı ve sonu arasında geçen süreçte kazanılanlar, 1 saatten biraz uzun bir sürede tüketilen bir filmin kazanımından oldukça fazla. Bu yolculuk, aydınlanmanın, kendi aklını kullanma cesaretinin ve sonucunda da kendi kültürü ile bütünleşmenin sembolü bu iki insan için.

Genelde aydınlanmaya gelecek olursak, Çerkesler için uzak bir kavram değil aslında. Tarihin ilk dönemlerinden beri kendi akıllarını ortaya koyarak, cesurca ve çalışarak geliştirdikleri bir kültürleri, bir yaşayışları var. Ama farklı yaşayışları, farklı kültürleri sorgusuz sualsiz kabul edenler, baskın olanı düşünmeden ve sorgulamadan benimseyip, kendi köklerine ilgi duymadan yaşayanlar, onlar için illa tam tersi mi olması gerekli? Onlar için aydınlanmanın doğal bir süreç olarak algılanması için illa kültürün kaybolmamak için can mı çekişmesi gerekli? Bireysel ve iddiasız aydınlanmalar, toplumu da zamanla değiştirebilir. Bunun için gerçek bir felsefe adamına ya da bir dönem parolasına gerek yok benim düşünceme göre. Eğer illa ki gerek olduğu düşünülüyorsa, kişisel tavsiyem “Sapare Aude” den başka birşey değildir bu kişilere, naçizane…

Belgesel için iletişim:

cerkesceyasamak@hotmail.com

www.kafkaskultur.org

 

Sayı : 2008 06