Çocuklar..

0
650

Ne zaman bi kargaşa ortamı, çözülemeyen ve çözülmeyecek konular, savaşlar, kavgalar olsa en ön saflarda hep çocukları görmeye alışkındık da, son zamanlarda çocuklara yapılanlar, yaptırılanlar akıl alır gibi değil. Görmeye, duymaya dayanamadığım haberlerin içinde hep çocuklar. Birincil nesne olarak. Bir kalkan gibi yetişkinlerin önünde, taciz cinayet haberlerinin içinde. Acaba bu bizimki gibi doğu coğrafyalarına has bi durum mu? Yoksa dünyanın her yanında da bu durum böyle mi oluyoR? Tacizlere uğrayan, şiddetle büyüyen, sömürülen tüm çocuklar için ufak bi yazı. İçimizdeki çocuğun çığlığı..

“…götür bizi buradan dedi çocuklar
götür bu yanık meşe kokusundan
başımıza yıkılan bu taş evlerden
bize yasaklı yaban gülü yaylalardan
götür dedi orman, götür dedi ırmak
düştüm yola yorulanlar için
düştüm yolda kalanlar için
aradım düş dağının ardını
yolda düşenler için”

Doğmadan büyüyen, doğmadan kanlara, karalara bürünen çocukların coğrafyası bu topraklar. Çocukluklarının, gençliklerinin, yaşlılıklarının alın yazısı gözleri gibi kapkara harflerle yazılmışsa alınlarına bunu yazan tanrının eli değil. Tanrının eli değil değen alınlarının orta yerine. Çünkü bu topraklarda yazgıları kanlı parmaklı, kocaman cüsseli, küçücük yürekli adamlar yazar. O adamlar ki; yüzyıllık bereketli topraklara nefretin, sömürünün, ahlaksızlığın tohumlarını ekenlerin hasatlarını yapan mevsimlik işçilerdir.

Kavgalar ortasına doğar çocuklar bu topraklarda. Barış nedir bilmeden nasıl iyi savaşçı olunur diye belletilir ezelden beridir. Nişanelerle, methiyelerle taçlandırılır dövüşmekteki savaşmaktaki ustalıkları. Sonra bir bakarsınız tarafı olmayan kavgaların orta yerinde mavzerler önünde bulurlar kendilerini. Bilmezler ki oyun değildir bu oynanan. Aslında oyunların en büyüğüdür de nedense büyüklerin oyunları hiç benzemez onlarınkine. Bu oyunda ellerindekiler topaç, karşısındakiler kurşun asker değildir minik bedenlerin. Tüfekler tahtadan, mermiler rengarenk değildir. Bu oynanan oyun çocukların bildiklerinden değildir. Bilmezler ki büyükler oyun oynamayı pek bilmez. Çetrefillidir onların oyunları. Aldatır, kanatır, öldürür. Ama çocukluk bu ya kanamak nedir bilmez çocuklar! Hem öyle düşmüşsün gibi değil, dizlerin sıyrılmış gibi değil, hele analar öpünce geçecek gibi hiç değil. Kanamak nedir bilmez çocuklar. Ta içinden, inceden sızarak, sıcak sıcak kanamak. Keşke hiç öğrenmeyebilselerdi.

Işık doğudan yükselir, güneş her gün yüzünü ilk bu topraklar üzerine düşürürde, çocukların bahtlarını aydınlatmaya hiç yetmez bu ışıklar. Çünkü gün yüzü gösterilmeyen küçük bedenler kapalı kapılar ardında, hoyrat ellerde büyütülür. Minicik bedenler çocuk olmadan kadınlığı erkekliği öğrenirler. İncecik dal gibi bedenleri, küçücük elleri yetmez kaçıp kurtulmaya. Çığlıkları duyulmaz, duyulmazlıktan gelinir. Kimi çığlık bile atamaz zaten. Kendi çığlığından bile ürker çünkü. Bir bilinse içine ışık sızmaz dört duvar odalar ne çocuk çığlıkları saklar içinde. Duvarların dili olsa konuşur mu acep? Duvarlar dayanabilir mi anlatmaya bu çığlıkları. Bi yol var mıdır kocaman ellerin, gölgeleri heybetli koca vücutların açtığı yaraları kapatmaya. O gölgeleri hayatların üstünden kaldırabilmenin bi yolu var mıdır? Dört duvar arasına ışık sızabilir mi?

Çocuklar; bereketli toprakların bahtları kurak çocukları. Ne zaman bu kadar tekinsiz oldu bu topraklar size. Değil içlerinde gece yarılarına kadar koşturup durduğunuz bizim sokaklar, kendi evleriniz bile ne zaman bu kadar tekinsiz oldu. Bu ürkeklik, bu korkular ne zaman gelip oturdu gözbebeklerinizin tam orta yerine. Hatırlayanımız var mı?

Adları aklımızda kalmayan her çocuğun kısacık hayat hikayesi İNSANLIĞIMIZIN ucuna dokunuyor. Tüm bunlardan sonra elimizde hala kaldığına inandığımız İNSANLIĞIMIZIN!!!! Kıyıları yoklayan dalgalar gibi. Her dokunuş biraz daha eritiyor İNSANLIĞIMIZI. Düşerken, düşmemek için çırpınan, tutunan, hayata tırnak uçlarını saplayan çocuklarının tırnak aralarında kalıyor İNSANLIĞIMIZ. Ve sanırım sadece onların tırnak uçlarında kalıyor. Sadece onların tırnak aralarında…. 06.11.2008

 

Sayı: 2008 10