Analiz; Tartışma-kavga, eleştiri-suçlama, ironi-hakaret…

0
1924

Abaza Federasyonu kurulması, 21 Mayıs, Abhazya vatandaşlığı, Gürcistan’da düzenlenen toplantı..

Öylesine bilenmişiz ki birbirimize, hemen her yeni gündemde kafa göz patlatırcasına tartışıyoruz. Tartışma değil yaptığımız, kavga. Sesimizi yükseltip sindiriyor, tepeden bakışla adeta dövüyoruz ‘rakibimizi’. Tartışmayı, yani bir anlamda dinlemeyi/okumayı/anlamayı, diyalogu bilmiyor olabilir miyiz?

Farklı düşünceyi ve icraatı doğru görmediğimiz için eleştirmek istiyoruz ama bilinçli ya da bilinçsiz eleştirmiyor, suçluyoruz aslında. Belki bilinçaltımızda var bu; suçlamak ve mahkum etmek. “Düşündüğüm doğru olandır, yanlış ihtimali yoktur” kibiri olabilir mi bunun nedeni?

Belki karşımızdakinin düşüncesi ile inceden dalga geçmek istiyoruz, ama amacı aşıp hakaretamiz bir yaklaşım sergiliyoruz. Sonra da asıl konu yerine üslubu tartışmaya başlıyoruz. Niyetimiz üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olabilir mi?

Diğer yanıyla eleştiriye tahammülümüz yok. Yapanı da muhatabını da geliştirdiği için önemlidir eleştiri, ama biz bunu ‘karşıtlık’ olarak algılamayı ve sunmayı tercih ediyoruz. Dikensiz gül bahçesi istiyor olabilir miyiz?

Velhasıl, bizim gerçekten de birbirimize ihtiyacımız yokmuş sonucuna varabiliriz bütün bunların sonucunda. Öylesine örseliyor ve hırpalıyoruz ki; öylesine incitiyor ve derin yaralar açıyoruz ki… Bir arada olmamanın ön koşullarını yaratmakta yarışıyor gibiyiz. Kapıları tek tek kapatarak ilerliyoruz, aslında yerimizde sayıyoruz.

* “Söylediklerim/iz benim/bizim doğrularım/ız, tartışmaya, yeniden değerlendirmeye hazırım; ben/biz değil toplumsal bir durum söz konusu, kişisel durumlar bunun önüne geçemez; düşüncelerine katılmadıklarımla ortak aklı oluşturmak toplumsallıkta doğru olandır”… Böyle yaklaşımın bir sakıncası var mı?

* Nerede yürüyor bu tartışmalar/kavgalar, “sanal alem”de. Karşımızdakini sözle döverken, sürekli havayı yumruklamaktan kendimiz de yoruluyoruz muhtemelen. Teknolojinin nimetleri böyle bir şey olmasa gerek. Bu nimetlerden farklı anlamda yararlanmalıyız. Bizimki yararlanmak değil yaralamak/yaralanmak oluyor.

Konuşarak, diyalog kurarak; göz-göze gelerek, sesleri duyarak, beden dilini kullanmayı becerebilenleri izleyerek, sesine hüzün ve sevinci de katarak tartışabilenleri imrenir haldeyiz.

Karşıtlık yaratmak yeni bir politika mı?

Türkiye’den söz ederken; ‘farklılıklarımızın bir zenginlik olduğundan ve farklılıklarımızla bir arada yaşamaktan’ söz ederiz. Üstelik yerli yersiz dile getirir, her daim kendimizi bölünmezliğin teminatı olarak gösteririz. Gelgelelim Çerkesler özelinde konuşmaya başladık mı hemen ayrıştırırız. Hemen karşıtlar üretiriz. Çerkesler arası karşıtlıklar. Biz ve ötekiler, biz ve diğerleri… Böyle konuşuruz Çerkes sorunu ve çözümünde, farklı düşünceden Çerkesleri tanımlarken.

Yanımızda olmayanı hemen karşıt ilan ediyoruz. Hele bir de eleştiri yöneltiyorsa.

Politikayı karşıtlık üzerine oluşturmak mümkündür. Yaklaşımınız bu olursa yoksa da üretirsiniz karşıtınızı. Yani karşıtlık oluşturmak ta politikanız olabilir.

* Demokratik açılım ve 21 mayıs etkinlik organizasyonlarında karşıtlık oluşturmada yeni adımlar atıldığı görülüyor. “Biz ve ötekiler” oluşturulmuş.

Bir kesim kurum yöneticileri her iki konuyla ilgili tavırlarını netleştirmişler. Ama bunu kapalı kapılar ardında yapmışlar belli ki, açıklama yapılmadan kararlar uygulanıyor. Halbuki şeffaf olmalı. Alınmış bir yazılı karar yoksa, bir yönlendirme varsa da şeffaf davranılmalı. Öyle ya, doğruluğuna inanılan bir yönlendirmeyi topluma açıklamanın, bir yanıyla gizlememenin ne sakıncası olabilir ki. Toplumun çıkarına olan toplumun gözü önünde ve şeffaf yapılmalı ki güven artsın.

92 Abhazya savaşından beri “bilenler” ve “bilmemesi gerekenler” oluşturuluyor toplumda. ‘Seçkinler sınıfı’ yaratılıyor sanki. Toplum adına açıklanmayan kararlar alınıp uygulanıyor. Niçin? Toplum için..

Takiyye kavramı fundamentalist anlayışla kullanılır olmuştu. Kabaca “şeriatçılar takiyye yapar” diye bilinirdi. Farkına varmadan bizler de mi yapıyoruz yoksa?

Şeffaf olmalı her şey. Kendimiz için değil Çerkes halkı için ortada isek olan biten onların gözü önünde olmalı. Bir tehlike seziliyorsa ve tavır alınması gerekiyorsa açıklanmalı. Açıklanmalı ki önlemler alınsın. Kapalı kapılar ardı bize uygun değil.

* Karşıtlık yaratılırken kullanılan sihirli sözcükler var, biri de ‘Rus düşmanlığı’ dır. Siyasi anlayış gereği ‘halkların kardeşliği’ benim gibilerin önem verdiği bir yaklaşımdır. Her ortamda ve koşulda bunu dile getirince ‘abartıyorsunuz’ eleştirisi yöneltilir. Aynı kişilerin ‘Rus düşmanlığı’ eleştirisi ise yaman bir çelişkidir. Aslında Rusya Federasyonu politikalarıdır eleştirilen, Çerkeslere sürekli geri adım attırılmaya çalışılması, insan hakları ihlalleri eleştirilir. Hiçbir şekilde eleştirmemeyi bir politika haline getirmiş olanlar da (bir yanıyla eleştiri yapmaları gerekirken yapmadıkları için) daha baştan adını koyarlar, ‘Rus düşmanlığı yapıyorlar’.

 

Sayı: 2010 04

Önceki İçerikİşçilere eyvallah da, ya sendikalar?!..
Sonraki İçerikŞeyh Şamil’in Vefatı
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.