Erhan Hapae’nin 1977’de Yamçı’da yayınlanan BELKİ DAHA şiiri hepimizin hafızasında taptaze duruyor.
Belki daha çok zaman
elimiz böğrümüzde
yüreğimizde bir boşluk, kocaman
sürecek bu çılgınlık
bu kaybolmak hevesi
ne bir şair yanıtı çıkacak
ne de halkımın sesi
belki daha çok zaman
sevip okşayacağız
tıkıldığımız kafesi
Bir şiir muhaceretin ruh halini, çaresizliğini, çığlıklarını, istemlerini ancak bu kadar doğru yansıtabilir. Hepimiz tıkıldığımız kafesten çıkmaya çalıştık yıllarca. Sesimizi çıkarmanın, “Ben Çerkesim, ana dilimle yaşamak istiyorum” demenin bir bedeli oldu hep. Sadece Çerkesler değildi bu kafeste olanlar. Tüm halklar alenen öğütüldü, dilleri kesildi… Susturuldular.
Herkes içindeki sesle konuştu uzun yıllarca. İçindeki sesle ağladı, haykırdı. Sesini, fikrini kendisi gibi olanla paylaşmaya çalıştı.
Bugün geldiğimiz noktada artık ana dilini paylaşacağı, annesinden öğrendiği dili ileteceği ortam neredeyse kalmadı.
147 yıldır yaşadığımız Türkiye’de giderek kimliğimizi oluşturan değerlerimizi kaybettik. Çıplak kaldık. Kendi kendimizle kalakaldık. Üşüdüğümüzde kendimize sarıldık ve kendimizi ancak o zaman hatırlar olduk.
Artık bu böyle gitmemeli. Bizi çıplak bırakan şoven ideolojilerin yıllarca mağduru olan Çerkesler, ne yazık ki kendi iç bölünmeleriyle bu yalnız kalışa, bu olumsuzluk sürecine dış güçlerden daha fazla katkıda bulunuyorlar. Kafesimizden kafamızı uzatarak sesimizi çıkartma aşamasına ancak geldik. Türkiye’nin ve dünyanın üzerinde esen rüzgâr bizi artık bu aşamaya getirmiştir. Yıllarca bu topraklar için her türlü hizmet ve fedakârlık yapmış olan Çerkesler’in kendi anadillerini ve kültürlerini koruyabilme, taleplerini seslendirebilme konusunda uygun bir iklim oluşmaya başlamıştır. Bu iklimin oluşturduğu bu ortamda perspektif koyabilme olanağını görmemiz, bu konuda ortak davranabilme bilincine artık ulaşmış olmamız gerekir.
Bu aşamada taleplerini kalplerinden dışarı çıkararak haykırmak isteyen Çerkes toplumu için en büyük sınav liderlik sınavı olarak görülüyor. Kurumsal liderliğin tespit oluşturmaktan başka yapması gereken çalışmaları da var. Ancak bu çalışmalardan en büyüğü, bu iklimin olanaklarını gören, heyecanlarını gündeme getiren inisiyatiflerin ateşini söndürme yönünde olmamalıdır. Tam tersi bu heyecanların, bu isteklerin sözcüsü olmalıdır. Doğaldır ki bu heyecanların kurumlarda sahiplenilmediğini, dillenmediğini, eyleme dönüşmediğini gören her kişi ve grup aidiyetini sorgulayarak farklı arayışlara yönelebilir, fikrini talebini farklı ortamlarda gündeme getirmeye çalışabilir. Kurumlarımızın sözcüleri, bu tavırları bir bölünme gibi algılamaktan vazgeçmeli, tersine bu yapıları kucaklayıcı, bünyesinde toplayıcı olmalıdır. Hele bu tür talep ve yapılanmaları “küçük olsun benim olsun” tavrı ile eleştirmeye çalışmak basit ve çatlakları derinleştirici talihsiz bir bakıştır. Bu bakışı taşıyanların; “büyük olsun bizim olsun” anlayışına sahip oldukları da şüphelidir. Kurumsal yapının zihin gerisinde bu tür yapıları anlamsız kılan bakış ve politikasıyla geçen dönemde de karşılamıştık; Demokrasi İçin Çerkes Girişimi’ne sahip çıkılmaması, bu girişimi dikkate almaktan imtina eden yaklaşımların, Abhazya konusunda kararlı bir politikanın oluşturulmaması nedeniyle yaşanan Adige-Abaza bölünme sürecinin, Çeçenya ve Türkiye’deki Çeçenler konusunda bir politik bakışın oluşturulmamış olmasının Diaspora toplumuna nasıl bir katkı yarattığı sorgulanacak süreçlerdir. Bu politikalar ne yazık ki toplumumuzda büyük bir erozyon yaratmıştır.
Bugün Türkiye’de Çerkeslerin anadilde eğitim ve öğretim konusunda hak talep etmelerinin, bunu dillendirmelerinin tam zamanıdır. Bu talebi gündeme getirmek için yıllarca sancı çeken insanlarımızın bu seslenmelerini anlamsızlaştırmaya yönelik her türlü girişimi sorunlu ve toplumunu karşısına alan bir girişim olarak görüyorum.
Haziranda yapılacak Türkiye genel seçimleri öncesinde Çerkeslerin “anadil” sesi görünürlüklerinin sağlanması açısından büyük önem taşıyor.
12 Martta Çerkes Halkları İnisiyatifi öncülüğünde yapılan Ankara mitingine tavır koyarak katılmayan kişi ve grupların ne tür gerekçe sunarak kendilerini haklı çıkarmaya çalışacağını merak etmekten çok, Çerkeslerin değerlerini ve isteklerini görünür kılmaya çalışan bu girişim karşısındaki tutumlarını kendi vicdanlarına nasıl anlatacaklarını daha çok merak ediyorum.
12 Mart gününü çok zamandır sevip okşadığımız kafesten çıkarak sesimizi yükselteceğimiz bir gün olarak anlamlandırıyor, sesimin çıktığı gün olarak gördüğüm bu girişimi gönülden destekliyorum.
Sayı: 2011 03
Yayınlanma Tarihi: 2011-03-01