Tiyatro

0
1913
Gelişmeler zaman zaman o kadar can sıkıcı hale geliyor ki “lanet olsun” deyip uzaklara kaçmak; bir lokma, bir hırka ile yaşamın kıyısında her şeyden uzak; okumadan-yazmadan dingin bir hayat sürmek fikri o kadar sarıyor ki benliğimi, Serap (Canbek ) dürtmese yazıya da oturacağım kuşkuluydu açıkçası.
İnsanlar layık oldukları şekilde yaşarlarmış deyişi kuşkusuz ciddi bir gerçeklikle kendini gösteriyor. Yaşadığımız Türkiye topraklarında olan bitenler ve Anavatan Kafkasya’daki gelişmeler; 21 Mayıs ve diğer gelişmeleri göz önüne aldığımızda paragrafın başında kurduğum cümlenin gerçeklik payı daha da net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Tam bardağın dolu tarafına bakıp umut çiçeklerini yeşertmeyi düşünürken öyle tuhaf gelişmeler oluyor ki bir anda her şey tarumar oluyor.
Aslında  bir tiyatro sahnesinde gibiyiz. Zaten tiyatro da hayatın kendisi değil mi? Tiyatro denince gözümüzün önüne gelen “gülen ve ağlayan yüz” maskları hayatın  ta kendisi değil mi neticede?
Amma velakin bize düşen genellikle “tragedya” sahnesi. Üstelik buna da zorluyoruz kendimizi adeta…
Bu kadar uzuuun girizgâhtan sonra söyleyeceğim odur ki: Bugün diasporada ve anavatanda yaşadığımız sıkıntıların bizatihi sorumlusu birincil olarak biziz desem pek itiraz eden olmaz sanırım.
Kişisel tavrım genel olarak “diyalog” olarak tebarüz etse de; dört bir yanımızı saran “monolog” hercümerci bizi de ister istemez o gayya kuyusuna çekiyor ve anlamsız kısır çekişmelerin içerisinde debelenip duruyoruz.
“Aydın” gömleğini giydirebileceğimiz, temsil kabiliyeti olan, müktesebatı kuvvetli, demokrat tavrı içselleştirmiş o kadar az insanımız var ki… Onlar da birkaç kelam ettiklerinde kerameti kendinden menkul üç beş çapulcunun hücumlarıyla karşılaşıyorlar. Anlama kapasiteleri düşüklerin, karşısındakini suçlayabilecekleri ilk şey muhalifini “malumatfuruş” biri olarak lanse etmesi oluyor. Allah’ın gerzeği, anlamadığı için hemen vurun abalıya diyor.
Kendisi anlamıyor ya gerisini koy ver gitsin… Onun gibi düşünmüyorsa hakaret edersin olur biter… Üstelik bunu, artık sanal alemin raconu haline gelen ve eskiden “rumuz” dediğimiz şimdinin “nick name”si ile yapan o kadar çok insan var ki… Bu alçak ve yavşak takımı utanıp sıkılmadan, bir maskenin arkasından sağa sola ateş edip duruyorlar. Bu aşağılık vasattan hiç utanmıyorlar üstelik. Bir takım zavallı mahlukat ise birilerini ya tetikçi olarak kullanıyor ya da kendilerini tetikçi olarak kullandıracak rezilâne bir filmin figüranı oluyorlar…
Böylesi bir adaletsiz kavganın içinde olmak ister istemez yaralıyor insanı. Aptallarla tartışmaya girince dışarıdan bakan da aradaki farkı anlamıyor elbet. Fosseptik çukuruna taş atmak gibi bir şey bu anlayacağınız. İster istemez o kirlilikten nasibini alıyorsunuz.
Açık arttırmayı üç-beş milyondan açtığımız Çerkes-Kafkasyalı sayısının aslında sağdan say üç beş bin kişi, soldan say üç beş bin kişi gerçeği gün ışığı gibi ortada iken; bizler bu halkayı genişletmek, toplumsal talep tabanımızı büyütmek, büyüyen halkaları bilinçlendirmek gibi bir misyonu değil, birbirimiz yiyip bitirmek gibi bir vizyonu geliştirdik maalesef.
Kelle sayımız don lastiği gibi uzalıp kısalırken; 21 Mayıs’ı kavganın gününe döndürürken; devlet baba “haftada iki saat anadil eğitimi” deyip çıkıyor işin içinden… En hafif deyimiyle sürekli dilimde olan “ sizin ananız güzel mi” gibi amiyane tabirlerden başlayarak söylenecek o kadar çok şey var ki aslında.
Bizim için anadil ama artık ikinci bir dil öğrenimi
haline gelen dil öğrenimi haftada iki saatte öğrenilecek kadar basit olsaydı, bu vatanın evlatları şimdiye kadar bülbüller gibi İngilizce şakıyıp, Fransızca baladlar okurdu. Almanca ünler, İtalyanca küfrederdi.
Elin İngiliz ve Amerikalısı ve dahi Fransızı-Almanı-İtalyanı kendi dillerinin ve kültürlerinin bir başka coğrafyada öğrenilmesi için uluslararası anlaşmalar paraf ederken; ve dahi Türkiye Cumhuriyeti devleti Hocaefendi manivelası ile “ah ne de güzel Türkçe fıkra anlatıp, şarkı söylüyor” olimpiyatları ile sevindirik oluyorken; biz Çerkesler ve diğer halklara haftada iki saat anadil dersini reva görüyorlar.
Sonra gelsin insanlık nameleri… Hak, hukuk, adalet demokrasi teraneleri… İyi de babam sen devlet-i ali olarak elimizi, ayağımızı ve dahi dilimizi bağlayıp birkaç nesli heder ettikten sonra; şimdi insanların gözüne baka baka “alın size haftada iki saat anadil” diye küfretmekten beter davranışı siz nereye sığdırıyorsunuz?
Sadece bu davranış konusunda bile yek vücut bir duruş sergileyemeyen biz Çerkesler ise birbirimizi şeytan ilan edip taşlama derdine düşmüşüz ki bu verilenler karşısında bu bize çok bile diyesi geliyor insanın…
NOT: Kuban Kural kardeşimize yapılan tehdidi telin ediyorum elbette. Bu konuya bigane kalan yetkilileri de nefretle kınıyorum.

Sayı: 2012 06
Yayınlanma Tarihi: 2012-06-01 00:00:00