Pek çok tarihçi, Hammurabi’nin ölümünden sonraki yüzyıllık dönemi Ortadoğu tarihi için karanlık bir çağ olarak kabul eder. Bu yazımızda, o dönemle ilgili görüşlerimizi belirteceğiz.
Temelsiz Varsayımlarla Tarih Yazılamaz
İki binli yıllardan itibaren Yakındoğu’da görülen Kassit, on yedinci yüzyıldan itibaren görülen Hiksos ve Mittani halkları, tarih için halen bir bilmecedir. Bilinemeyen ya da açıklanamayan hususları bilimsel bir şekilde araştırmak gerekirken temelsiz varsayımlar ve soyut kuramlarla güya tarih yazılmaktadır.
Soruyoruz: Babil’i altı yüz yıl yöneten Kassi/Kassitler kimlerdir? Tarih susuyor.
Soruyoruz: Mısır’ı işgal edip yüz-yüz elli yıl yöneten Hiksoslar kimlerdir, nereden gelip nereye gitmişlerdir? Tarih yine susuyor ya da daha kötüsü gerçeği çarpıtıyor: “Çöldeki bedevilerdir” diyor, “çölden gelip çöle giden bir halktır.”
Soruyoruz: Ortadoğu’da üç yüz yıl egemenlik kuran Mittaniler kimlerdir? Tarihçi yine sessiz. Başkentlerinin bulunamadığını, yazılı belgelere ulaşılamadığını söylüyor, onları da çöle gömüyor.
Bir kez daha soruyoruz: Bütün bunlar bilinmeden, tarih gerçekten doğru yazılabilir mi? Bunları araştırmayan, araştırmak için çaba göstermeyen tarih bir bilim olabilir mi?
Bu Soruların Cevabını Tarihçi Verecektir
Hemen belirtelim ki yukarıdaki soruları sormaktaki amacımız tarihe ve tarihçiye duyulan ve duyulması gereken güveni ortadan kaldırarak bilinemezciliğin ve kargaşalığın testisine su taşımak değildir. Aksine, tarih hakkında bildiğimiz her şeyi tarih ve diğer sosyal bilimler sayesinde bildiğimizin bilincindeyiz. Yukarıdaki soruların cevabını da yine bilim adamlarının vereceğine inanıyor, bu konudaki sorumluluklarını hatırlatmak için bu soruları gündeme taşıyoruz. Aslında, “E. H. Carr, Seton Watson, Hobsbawm, Kiernan, Tilly, Skocpol, Barrington Moore, Wallerstein, Hechter, Gellner, Armstrong gibi… sosyolojik düşünüşe sahip bazı tarihçilerin ve tarihsel kaygılara sahip sosyologların… kendi disiplinlerinin bulgu ve kaygılarını uyumlu bir gayret içerisinde bir araya getirme ihtiyacı duymaları” (Smith, s. 9) bu soruların cevabının yakın zamanda verilebileceğini göstermektedir.
Gizemli Halk Yok, Görevini Yapmayan Tarihçi Vardır
Tarihçilerin hemen hepsi M.Ö 1700-1600 yılları arasında Ortadoğu’nun karanlık bir çağ yaşadığını kabul ederler. Yazılı kaynaklar kastedildiğinde bu görüş doğru olmakla birlikte gerçekliğin eksik bir şekilde dile getirilmesidir. Çünkü yalnız yazılı belgeleri belge saymak, yazılı olmayan belgeleri görmezlikten gelmek gerçeğe göz kapamak demektir.
Bölgedeki halkların siyasal ve toplumsal yaşamlarında eskiye göre bir gerileme görülse de, bazı kentler yıkılsa bazıları boşaltılsa da, yazılı kaynaklar yüz yıl kadar sussa da, Mittani’nin başkenti ve arşivleri halen bulunamasa da, bu dönemde de Ortadoğu, dünyanın en iyi bilinen yeridir.
İsterseniz bilinenlere bir göz atalım.
Dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Babil’in bu dönemde dışarıdan gelen bir halk tarafından fethedildiği, on-yirmi yıl kadar sonra başka büyük bir devlet olan Mısır’ın da yine dışarıdan gelen bir halk tarafından işgal edilerek bir hanedanlık kurulduğu bilinmektedir. Yüz yıl kadar sonra ise yine dışarıdan gelen bir halk tarafından Mittani devleti kurulmuştur.
Bu devletleri inceleyen tarihçiler, büyük bir ittifakla bu devletler yıkıldıktan sonra devleti kuran etnik grupların da ortadan kalktığını, daha doğrusu bir daha görülmediğini söylemektedirler. Bize göre bu görüş, bir devletin kurulup yıkılmasını yalnızca siyasi ve askeri bir olay olarak değerlendiren, devletin dayandığı sosyal ve etnik temelleri görmezlikten gelen, ethnienin ortadan kalkışı konusundaki sosyolojik saptamaları hiç değerlendirmeyen ve ayrıca tarihsel gerçeklikleri daha derinden inceleyen anlayışları engelleyen aşırı öznel bir görüştür. Bu düşünceyi savunan tarihçiler sosyolojiyi yok saydıkları ve sosyolojinin tespitlerini değerlendirmedikleri için Kassi/Kassit, Hiksos ve Mittani gibi halkların etnik kimliklerini de doğru olarak saptayamamışlardır. Sosyolojik metotlar göz ardı edildiğinde Mittani devletini kuran “Mıd/Med” halkıyla bölgede çok sayıda görülen “Med/Mıd” kökünden kentler ve yüzlerce yıl sonra da varlığı saptanan “Medyen/Midyan” etnik topluluğu arasında varolması muhtemel olan ilişkiler bir anda kopar. Aynı şekilde “Sidon” kenti ve bu kentin tanrısı “Sit” ile Abazaların “Sid” klanı, Kadeş kenti halkı Apsuvalarla Abazaların Apsuva kabilesi arasındaki ilişkiler de görülemeyecektir. Bütün bu ilişkilerin görülebilmesi ve daha doğru bir tarih yazılabilmesi için, çeşitli disiplinlerden bilim adamlarının birlikte çalışması, ya da en azından tarihçinin diğer bilim alanlarının bulgularını da değerlendirmesi ve özellikle sosyolojinin yöntemlerine kayıtsız kalınmaması gerekir.
Etnik Grup Kolayca Ortadan Kalkmaz
Tarihçiler kendi bilim alanlarının dar sınırlarına kapanmayıp sosyolojinin de bulgularını göz önüne alsalardı, etnik grupların bir kez oluştuktan sonra çok kolay ortadan kalkmadığının sosyologlar tarafından tespit edildiğini göreceklerdi :
“Etnitisite büyük ölçüde “mitsel” ve “sembolik” bir karakterde olduğu için ve mit, sembol, bellek ve değerler çok yavaş değişen faaliyetlerin ve yapıntıların biçimleri ve üslupları tarafından aktarıldığı için, ethnie, bir kere oluştuktan sonra, içerisinde toplumsal ve kültürel süreçlerin ortaya çıkacağı ve her tür koşulun ve baskının etkileyeceği kalıplar yaratarak nesiller hatta yüzyıllar boyunca varlığını sürdürme ve “normal şekilde değişen koşullar altında benzersiz bir süreklilik gösterme eğilimindedir.
…Ethnienin etnik topluluğun değiştiği sonucuna varacağımız oranda etnisite niteliklerini değiştirmesi veya ethnie biçimlerinin ve içeriklerinin içsel ayrılıklara ve dışsal dönüştürme ve soğurulma baskılarına karşı azar azar zayıflamasına daha sık rastlanır” (Smith, s. 39).
İlkçağ Ortadoğu devletlerinin çoğunda birden çok etnik grubun bulunduğu, incelememize konu olan dönemlerde ise Kassi/Kassit, Hiksos ve Mitanni gibi halkların bölgeye dışarıdan gelerek var olan devletleri ele geçirdikleri ya da devlet kurdukları saptanmaktadır.
Bölgeye dışarıdan gelen bir halk ya da bölgedeki bir etnik grup, diğer etnik grupları egemenliği altına alarak bir devlet kurduğunda bölgedeki insanlar ve etnik gruplar arasında varlığını sürdüren siyasi, ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel ilişkiler ağı yenilenir, bazı durumlarda da radikal değişiklikler yaşanır ve devletin dayandığı çekirdek etne, özellikle de bölgeye dışarıdan gelen yeni nüfus, yeni kurulan devlette yönetici azınlık olarak yer alır.
Diğer yandan devlet kuran bir halk, devlet kurmadan önce de, devlet kurulduktan ve yıkıldıktan sonra da, yazılı kanıtlar biçimindeki çok açık belgelerin dışında da pek çok maddi ve manevi kanıtlar bırakır. Bir halkın devlet kurmadan önceki sosyo-kültürel örgütlenme biçimine, diline ve ideolojisine; bunların devletle nasıl bütünleşip evrimleştiğine, devletin ortadan kalkmasıyla halkın yaşam biçiminin ve kültürünün nasıl değiştiğine ilişkin varolan maddi ve manevi kanıtları bulmak, bulunan kanıtları anlamlandırıp sınıflamak, karşılaştırmak ve yorumlamak tarihçinin, özellikle de sosyologların görevidir.
Sonuç
İncelenen dönem ilkçağ Ortadoğu tarihine ait Kassi/Kassit, Hiksos ve Mitanni halklarıyla ilgili aydınlatılamayan önemli konuların bulunduğu, bu konuda bilimin kendisine düşen görevleri yeterince yapmadığı, eldeki belgeleri gerektiği gibi değerlendirip doğru sonuçlar çıkaramadığı, temelsiz varsayımlar ve soyut kuramlarla tarih yazıldığı saptanmaktadır. Tarihsel gerçeklerin doğru saptanabilmesi için pek çok bilim alanının uyum içerisinde çalışması, özellikle sosyolojinin bulgularına ve metotlarına kayıtsız kalınmaması gerekmektedir. Bu yöndeki bir anlayışın bilim çevrelerinde de görülmesi memnuniyet verici bir gelişmedir.
KAYNAKÇA
- Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Ankara, 2002.