Bardağın dolu tarafını görmeye çalışmanın optimist cazibesi ile boş tarafını görmek için can atmanın pesimist hafifliği arasında debelenir dururken; ve de taraf olup da karşıtlarının taarruzundan muzdarip olmanın bezdirici etkisine karşın, bîtaraf görünmeye çalışırken bertaraf olmanın kaygısını yaşamak arasında dalgalanıp durmaktan lodos yemiş balığa döndük.
Zaten ülkede fiili bir TARAF ve İktidar kavgası kıyasıya sürmekte. Muhalefetin anası danası kış uykusuna yatmış, Taraf bir taraftan etraf ile kavgaya tutuşmuş, diğer taraftan aile efradı ile kardeş kavgasına girişmiş. Olası bir Fetret devri şimdilik biraz sulha erer gibi görünse de sanki fırtına öncesi sessizliği yaşanmakta etrafta.
Biz Çerkesler bu tarafların arasında, 80 bin kişilik Olimpiyat Stadı’ndaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 250 kişilik taraftar grubu Bozbaykuşlar misali ağzı var dili yok oturmaktayız gibi. Sesimiz de Türk Telekom Arena’da Galatasaray seyircisi arasında güme giden davulcu yellenmesi mesabesindedir nihayetinde.
Asıl derdim:
Bizlerin bu Gamlı Baykuş halimize bakıp dertli çalan kemancılara rağmen demem o ki yine de enseyi karartmamak; Yeşilçam melodramlarında el ele kırlarda koşup “Allah’ım ne mesudum” diye repliklerle inleyerek ileriye mutlu bakan Ediz Hun ile Hülya Koçyiğit’i örnek almaktır.
Lakin!
Ve de:
Bütün bu olup bitenlere rağmen…
Cumhuriyet tarihinde…
Çerkes Numune Mektebi’nden bu yana…
İlk defa! Çerkesçe anadil eğitimi için iki tane beşinci sınıf açılmıştır.
Ey siz okurlarımız:
Şimdilik netice budur. Sizler yazının başlığına dönüp ister Gamlı Baykuş’u oynayın; isterseniz en kahraman Kaptan Swing gibi küffara savaş açın.
Bence yapılması gereken:
Açılan bu kapıdan içeriye girmektir. Bunun için de belki de ilk defa diaspora tarihimizde hiç görülmemiş şekilde elele, gönül gönüle ANADİL ipine sarılmaktır.
Elbette biliyoruz ki bu konu çok yarım yamalak başlamış, eksiği gediği bol bir husustur.
Bir sınıfta 10 kişi bulmak gibi rakamsal gerçeklere asla uymayan rakamın revize edilmesi için çalışmak gerekmektedir.
O mümkün değilse Türkiye’deki tüm dernek ve vakıflar; yanı sıra tüm sanal grup ve bunlardan azade kişiler bu işe eğilmeliyiz.
Bu konuyu sağa sola çekiştirmeden, Türkiye’de uygulanan Tevhid-i Tedrisat örneği gibi tek tip bir çalışma yoluna gidilmelidir.
Bütün oluşumlar birbirlerini itip kakmadan önce bir alfabe birliğine sonra da ortak bir müfredat konusuna eğilmelilerdir. Gerekirse anavatandan destek alınmalı kişisel ve kurumsal önyargılar paramparça edilip birlikteliğin yolu bulunmalıdır.
Elimizde sayısı son derece az olan öğretmenlerimiz, kişisel kaygılarını unutmalı; hasetlik, fesatlık duygularını rafa kaldırmalıdırlar. Alfabe birliği konusunda yapıcı ve kucaklayıcı hareket ederek birbirlerinin tecrübelerinden istifade etmelerinin pratiğini yaşamalılardır.
Herkes biliyor ki Anadil eğitmenlerimizin hiç birisi Anavatan ölçeğinde akademik bir kariyerden gelmemektedir. Hepsinin iyi niyetli olduğuna kesinlikle inanıyorum. Pür amatör bir ruhla , ‘kendilerinden vererek’ mücadele etmektedirler. Bütün bu iyiniyetli çabalara, bir araya gelmenin yolunu açmayı da eklemelidirler. Ama asla ve asla vıdı vıdı yapmadan kırıp-dökmeden ve de kırılıp –gücenmeden orta bir yolu bulmalıdırlar. Tek mazeretleri “Urfa’da Oksford vardı da biz okumadık” diyen türkücüye gönderme yaparak, “Türkiye’de Çerkes Dili Ve Edebiyatı Bölümü vardı da biz mi okumadık” olmalıdır.
Dernek ve vakıflarımız da hazırlıksız yakalandığımız bu yılın mazeretinin arkasına sığınmadan önümüzdeki yıl(lar)ın planlamasını yapmalıdırlar. Düzce ve Turhal’da açılan iki Anadil Eğitimi Sınıfı’na yeni sınıflar katmanın hesabını düşünmelidirler. Her dernek kendi yöresindeki köyleri, kasabaları, şehirleri bilmektedir. Biraz çaba ile bu yerleşim alanlarındaki öğrenci potansiyeli rahatlıkla belirlenebilir. Dağınık sınıflardaki öğrencilerin bir araya getirilmesi için okul yönetimleri ile anlaşılabilinir. Farklı okullardaki öğrencilerin belirli okullarda yoğunlaşması için başta ailelerin ikametgah nakilleri olmak üzere çözüm yolları aranmalıdır.
Yukarıda bahsettiğim çözümler için yerel inisiyatifler, demokratik kitle örgütleri, ilgili okul müdürleri, milli eğitim müdürleri, belediye başkanları kaymakam vali gibi mülki erkan ile ilişkiler kurulmalı; yok olmakta olan dilimizin gün yüzüne çıkarılmasının mücadelesi ivme kazanmalıdır.
Bütün bu düşünceleri gerçekleştirebileceğimiz inancı, son günlerde özellikle İstanbul’da görülen nisbî hareketliliğin her alanda sürmesi ile biraz daha heyecanımı arttırdı açıkçası.
Neredeyse bütün derneklerde süren dil kursları, İstanbul Kafkas Derneği’nin kuruluşunun 60.yılı dolayısıyla peş peşe yapılan etkinlikler, etkinliklere katılımın göreceli olarak yükselişi hep olumlu sinyaller. Yanı sıra başta Suriye’deki iç savaştan kaçan Suriyeli hemşerilerimizle ilgili çalışmalarda netice alınması olumlu. Yine ayrıca sesleri biraz cılız da çıksa sokağa çıkan grupların taleplerini görünür kılmaya başlamaları hep içimizi ısıtan sahneler.
Bütün bunlardan sonra ben en azından bu yazıda bardağın dolu tarafını biraz gözünüze sokmaya çalıştım.
Bütün muradım budur!
NOT: Çerkes Hakları İnisiyatifi’nin Putin’in Türkiye ziyareti esnasında gerçekleştirdiği protestosunda gözaltına alınan (ve kısa bir süre sonra salınan) sözcüleri Erol Karayel, Kenan Kaplan ve Murat Özden’e geçmiş olsun demek istiyorum.