“Yaşayan Diller ve Lehçeler” dersi kapsamında Çerkes dillerinin müfredatını hazırlayan çalışma grubunun yöneticisi Sinem Vatanartıran, anadil eğitimi ve müfredat hazırlama sürecini Jıneps’e anlattı.
Sizce anadil nedir? Anadil eğitimi nasıl olmalıdır?
Dilbilimi açısından, ilk öğrenilen dil anadildir. Bunun bir de kültürel boyutu vardır. Örneğin benim ilk öğrendiğim dil Türkçedir ama kültürel olarak anadilim Çerkescedir. Bir çocuğun öğrendiği ilk dil anadil olarak kabul ediliyor. Ama bizim gibi farklı bir ülkede doğmuş/büyümüş kişiler için anadil Türkçedir, kültürel olarak anadilimiz Çerkescedir. İlk öğrenilen dili bilinçsiz bir şekilde öğreniriz. Etrafımızı dinleyerek, taklit ederek, sesleri ve cümleleri ayırt ederek ve daha sonra bu ayırt ettiğimiz ses birlikteliklerine anlamlar yükleyerek o dilin yapısını çözmeyi öğreniriz.
“Şu da bir gerçektir ki aslında Çerkesler talep etti diye bu hak verilmedi. Türkiye’nin Kürtlerle yaşadığı siyasi sürecin ardından elde edilen haklardan bizim gibi halklar da yararlanacak”
Ama kültürel alanda anadili öğrenmek tanımında bu dili ilk doğduğu zaman öğrenememiş ama daha sonra öğrenmek isteyenlere öğretmek istediğimizde, o zaman sürecinde ilk dili öğrenme sürecine benzer bir ortam yaratmamız gerekir. Çerkeslerin ana dili Çerkescedir ama ilk öğrendikleri dil Çerkesce değildir. Ana dilleri Çerkesce olmasına rağmen ilk öğrendikleri dil, bilimsel olarak Türkçedir. Bizim anne babalarımız Çerkes ve anadillerini Çerkesce olarak öğrendiler. Annem ve babam Türkçeyi ilkokulda öğrenmişlerdi. Öyle bir yaşta öğreniyorlar ki hem kültürel olarak anadillerini ilk duyduğu andan itibaren anadili olarak öğreniyor hem de bu toplumda hep karşılaşacakları resmi dili çok küçük yaşta öğreniyorlar. Dolayısı ile iki dilli insanlar. İki dillilik insana çok avantaj sağlayan bir durumdur. Beyni çok farklı açılardan geliştiririr. Akademik anlamda da 2 dilli insanlar yaşamlarında daha başarılı olur. 0-7 yaş arası iki dilli olarak yetişen kişilerin nöron ilişkileri sayısı daha fazladır. Eleştirel düşünme, sorgulama ve üstdüzey bilinçsel becerileri çok daha hızlı ve fazla gelişir. Beyinle ilgili hastalıklara (hafıza kaybı gibi ) yakalanma olasılıkları daha düşüktür. İki dilliliğin sosyal, biyolojik ve akademik anlamda çok daha fazla katkısı vardır.
Bizler, kültürel hakkımızı kullanmak için anadil kelimesini kullanıyoruz. Ben anadil kelimesini kullanmakta bir sakınca görmüyorum. Bu süreci anadili öğrenme süreci olarak değerlendirdiğimizde maalesef biraz sıkıntılı bir süreç. Şu an verilen hak zaten siyasi ve göstermelik bir haktır. Çünkü devlet kendisi ile çelişen kararlar alıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı dil öğretme tecrübesi var ama yabancı dil öğretme tecrübesinde şunu gördük: haftada 2 saat İngilizce ya da başka bir dil dersi ile dil öğrenilmediğini pratik olarak yaşadık. 2005 yılında 4.sınıftaki ders saati 3 ve 4 saate çıkartıldı. 2005’ten sonra 4+4+4 eğitim sisteminde 4.sınıfta verilen dil öğretimi 2 sınıfa indirildi ve yaş olarak da daha aşağı çekildi. İngilizce Bakanlar Kurulu kararı ile yabancı dil olarak kabul edilip öğretilirken bir yandan da anaokullarında yabancı dil öğrenilmesinin yolu açılmış oldu. 2005 yılından itibaren çocuklarımız resmi olarak yabancı dili öğrenebiliyor. Milli Eğitim bu işi çok iyi biliyor. Ama bizim kültürel haklarımızı verirken yani anadil olarak talep ettiğimizde bu dersi 5. sınıfa ve haftada iki saat olarak koydu. Bütün bir yıla baktığımızda 64 saatte ne öğrenebilirsiniz?
“İki dillilik insana çok avantaj sağlayan bir durumdur. Beyni çok farklı açılardan geliştiririr. Akademik anlamda da 2 dilli insanlar yaşamlarında daha başarılı olur”
Bu dersin adına Yaşayan Dil ve Lehçeler dendi. Yabancı dil olarak tanımlansa idi 2. sınıfta verilmeye başlanacak ve anaokullarının önü açılmış olacaktı. Bunun için Bakanlar Kurulu kararı gerekmektedir ama bu tanıma Yabancı Dil demek istemiyorlar. Diğer taraftan 5. Sınıf olarak sunulan yaş gurubu çok geç bir yaş gurubudur ve ayrılan süre de yeterli değil. Talepleri karşılayan bir hak kesinlikle değildir. Çünkü talepler bugüne kadar hep anaokulundan itibaren bu dilin öğretilmesi ve hatta anadilde eğitim talebi idi. Çerkeslerin bu boyutta bir talebi olmadı ama Kürt halkının oldu. Talepler bu boyutta iken sadece 2 saat olarak Yaşayan Dil ve Lehçeler adı altında verilmesi göstermelik bir hak olduğunun açıkca kanıtı ama bir haktır yine de. Ben bunu cumhuriyet tarihinde önemli bir adım olarak görüyorum. Düşünün, 15-20 yıl öncesine kadar ‘Çerkes’ olduğumuzu söyleyemiyor idik. Şimdi resmi bir okulda Çerkesc e dersi alabiliyor olacağız. Bu da ülkenin siyasi tarihine baktığımızda bir adımdır, ama yeterli midir? Hayır elbette. Ama daha fazlasını talep etmek bizim elimizdedir. Şu da bir gerçektir ki aslında Çerkesler talep etti diye bu hak verilmedi. Türkiye’nin Kürtlerle yaşadığı siyasi sürecin ardından elde edilen haklardan bizim gibi halklar da yararlanacak.
Çerkesce ile ilgili müfredat konusunda yaptığınız çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
Milli Eğitim süreci Haziran sonu/ Temmuz gibi başladı. 4+4+4 Eğitim süreci ilk gündeme geldiğinde İmam Hatip Liseleri, Din Dersi ve 66 ayını doldurmuş çocukların okula başlaması ile ilgili konular gündeme geldi. “Bir takım haklar veriyoruz” diyebilmek adına anadil eğitiminin önünü açacağız gibi bir söylemle anadil kelimesi hiç kullanılmadan Yaşayan Dil ve Lehçeler adı altında seçmeli dersin verilebileceği konusu gündeme gelince biz de Kaf-Fed olarak Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ile irtibata geçtik. İlk önce Bakanlarla görüşüp fikirlerini aldık. “Süreç nedir, çalıştıkları bir grup var mıdır?” gibi sorularla gittik.
Olması gereken süreç şöyle işler: Talim ve Terbiye Kurulu kendi komisyonunu oluşturur. Bütün ders içeriklerini kendi komisyonu ile hazırlar. Matematik, İngilizce, Almanca vs her ders için süreç böyledir. 4+4+4 paketi henüz tartışılma aşamasında iken bu konu onların da son dakikada gündemlerine girdiği için böyle bir alt yapı ve hazırlıkları yoktu. Bu dönemde biz de Kaf-Fed olarak irtibata geçince bize devretmiş oldular. Aslında Talim ve Terbiye Kurulu öğretim programını hazırlar ya da bunu duyurarak komisyona aday kişiler çağırır ve bu kişiler görevlendirilir. Bu kişilerin Milli Eğitim’de görevli olma zorunlulukları yoktur. Biz olayın resmi boyutunu daha sonra tamamladık. Kaf-Fed olarak Bakanlıklar ve Talim ve Terbiye Kurulu ile görüşmelerimiz neticesinde “Siz hazırlayın, resmi süreci daha sonra başlatırız” dediler. Milli Eğitim tarafından “Çerkesce ders programı yapacağız, bu konuda uzman kişiler başvursun” diye bir davet gelmedi.
“Şu ana kadar Talim ve Terbiye Kurulu’na Çerkesler ve Kürtlerden başka halklardan resmi bir başvuru olmadı”
Oluşturduğumuz komisyonla 3-4 hafta gibi kısa bir dönemde çok yoğun çalışarak genel hatları ile bir program ortaya çıkarttık. Program hazırlanırken bir programın içerisinde ölçe-değerlendirme boyutu vardır, programcılık felsefesi boyutu vardır, bir de içeriği vardır. Milli Eğitim kendi çalışmaları için programcılık felsefesini, ölçme ve değerlendirme boyutunu inceletmiş oldu. Dil boyutuna ise dilbilimciler baktı. Bu şekli ile onayları aldık. Bu tür programlarda artık çok detaylı ders programları şeklinde bir müfredat hazırlanmıyor. Daha genel bir program felsefesi ve ilkeleri belirleniyor. Bu genel çerçeveye göre kitap hazırlıkları sürecini bize devrettiler. Aynı ekibimizle yola devam ettik ve mucizevi bir şekilde kısa bir sürede kitabın çatısını ortaya çıkarttık. Üniteler tema bazlı. “Hangi temaları seçiyoruz, hangi tema ile hangi yapıları verebiliriz, hangi tema ile hangi sesleri öncelikle öğretmemiz gerekebilir ?” gibi sorularla diyaloglar, metinler hazırlandı. Kitabın tasarım, mizanpaj ve resimlerini de tamamlayarak Kiril alfabesi ile bu çalışmayı hazırladık. Kitabı Türkçe olarak Milli Eğitim’e gönderdik. Genel Mizanpaja ve içeriğe onay verilmesi için Talim ve Terbiye kurulundan onay bekliyoruz. Onay verildikten sonra Adıge ve Abazaca olarak kullanmaya başlayacağız.
Osetçe ve Çeçencenin program izni alınmadı, resmiyette alınan izin Adıge ve Abazaca için ama Talim ve Terbiye Kurulu’na daha sonra da Oset ve Çeçenceyi sunacağımızın bilgisini verdik. Şu ana kadar Talim ve Terbiye Kurulu’na Çerkesler ve Kürtlerden başka halklardan resmi bir başvuru olmadı.
Milli Eğitim bu program için bir bütçe ayırdı mı? Öğretmen sıkıntısı aşılabilecek mi?
Hayır. Milli Eğitim bunun için bir bütçe ayırmadı. Şu an bütün masrafları Kaf-Fed karşılıyor. Altyapı hazırlığı konusunda çalışmamız gerekiyor. Kimler öğretmenlik yapacak? Bu çok ciddi bir sıkıntı. En önemli sıkıntı ne Kürtlerde ne de Çerkeslerde yetişmiş ve çağdaş dil öğretme metodlarına göre yetiştirilmiş öğretmenler yok. Samsun, Kayseri ve en son Düzce’de Kafkas Dili ve Edebiyatı bölümleri açıldı ama bu bölümlerde okuyan öğrenciler mezun olduktan sonra öğretmelik yapamıyorlar. Formasyon Eğitimi almaları gerekiyor. Buna da YÖK karar veriyor. Örneğin Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı’nda yaşanan problemlerden biri de bu oldu. Kürtçeye talep çok oldu ve YÖK, Kürt Dili ve Edebiyatı’nda okuyan öğrencilere bazı üniversitelerde 21 kredilik formasyon programları açma yetkisi verdi. Ama o porgramların hiç birisinde Kürtçe Öğretmenliği söz konusu olmadı. Artuklu da bu sebepten tüm bu müfredat sürecinden desteğini çekti.
“Anavatan ya da Türkiye’de yaşayan, Çerkesceyi iyi bilen, dile yatkın, lisede okuyan en az 20 öğrenciyi ODTÜ –BOĞAZİÇİ gibi üniversitelerde İngilizce Öğretmenliği bölümlerine hazırlayıp, yurtdışında dil öğretmenliği programlarında lisan eğitimi aldırıp sağlam bir metod bilgisi konusunda yetiştirmeliyiz”
Milli Eğitim’de Sosyal Bilgiler, Sınıf öğretmenliği ya da Türkçe öğretmenli ği yapan kişiler bu dili biliyor ise ücretli öğretmenlik hakkı tanındı. Ama bu daldaki öğretmenler bir dili öğretmeyi bilmiyor. Sosyal Bilgiler öğretmenliği başka bir branş, Dil öğretmenliği başka bir branştır. Bu öğretmenleri karşısına bu kitabı koyduğunuzda, o kitabı nasıl kullanması gerektiğini bilemeyecektir. Bunun için öğretmen esastır. Bu, her branş için böyledir. ‘Samimiyetsizlik’ burada kendisini gösteriyor. Örneğin 2002’de özel kurslarda Yerel Dil ve Lehçeler adı altında kurs açılma hakkı tanındı. Ama bu kursları verebilecek öğretmenleri yetiştirmek için kurslar açılmadı.
Bizim çalışmalarımız çok planlı değil. Uzun vadeli yatırmlar yapmamız gerekiyor. Örneğin anavatan ya da Türkiye’de yaşayan, Çerkesceyi iyi bilen, dile yatkın, lisede okuyan en az 20 öğrenciyi ODTÜ –BOĞAZİÇİ gibi üniversitelerde İngilizce Öğretmenliği bölümlerine hazırlayıp, yurtdışında dil öğretmenliği programlarında lisan eğitimi aldırıp sağlam bir metod bilgisi konusunda yetiştirmeliyiz. Biz de bu süreç içinde Adıgece ve Kafkas Dilleri bölümlerinin açılması için mücadele edeceğiz. Bu kişiler eğitimlerini bitirdikten sonra o bölümlerde hoca ık yapabileceklerdir.
Bir takım haklar istiyoruz ama o haklar verildiğinde hiçbir altyapı hazırlığımız yok. Aslında her alanda okuyan çocuğumuzu sahiplenmemiz gerekiyor. Dilimiz yok oluyor ve bu bizim kültürel önceliğimiz ise birincil mücadelemiz bu olmalıdır. Çünkü bir kültürün en önemli yapı taşlarından birisi ‘dil’ dir. Bizim gibi diaspora tecrübesi olan her halkın bu tarzda uzun vadeli yatırımlar yapması gerekiyor. Buna en büyük örnek Yahudilerdir. En doğru yatırım, insana ve eğitime yapılan yatırımdır.