Dağın zirvesini, göremeyen olur…
Sadece kar değildir onu örten, bulutlar da örter onu..
Sis örter…
Kendini göstermek istemez, istemediğine…
…
Bir fotoğraf istenir, bir anneden…
Kardeşi bilmez, oğlu bilmez, kızı bilmez istenen bu fotoğrafı…
…
Çıkar ansızın karşılarına…
Hepsinin…
Duvarda ‘mızıka çalan’, davet eder, İstanbul Resimleri’ne…
…
Tespihli çizdiği, sayfaların en başındadır…
…
Hiç, bizi çizmiyorsun, diyenlere…
Önce, ‘koskocaman elleri’ çizerek cevap verdi…
Yetmedi…
Sardunyaları, boş yağ tenekelerinde yetiştirenleri çizerek cevap verdi…
…
Sonraları, pek oralı olmadı…
Yamçı yüzünden herhalde…
…
İstanbul…
Cadde-i Kebir…
Tramvay…
Güvercin, güvercinler…
Camilerin avluları…
…
Madam Anahit’e, bir bardak ‘sarı gazoz’ ısmarlamış olacak ki, yapmacık gülüşünü çizebilmiş…
Madam Anahit’in, bizim ezgileri çaldığını, daha doğrusu çaldığını görmedim…
…
Bay Şapka…
Belki bir tek, Bay Vitali görmüştür, dinlemiştir…
…
Güvercinler, güzel şapkalı kadınlar…
Şemşiyeli kadınlar…
Yağmurda, İstanbul…
Kırmızı, en çok onun elinde canlı…
…
Pazartesi deneyeceğim görebilmeyi, ‘duvara’ asılmadan önce…
Bir şansım daha olur belki, gece-gündüz gördüğüm İstanbul’un resimlerini görmeye…
…
Bir anneanne…
…
‘Mızıka Çalan Kadın…’
Çaldığını duyar gibiyim…
Boğazın esintisiyle kulağıma geliyor mızıkanın sesi…
…
Ses ile yaşayacak…
Mızıka gördükçe, her mızıka çalanı gördükçe…
Ay çıkacak karşımıza…
…
Dağ, saklasa bile kendini, ay kendini saklayamayacak…
Gece kapkaranlık bile olsa, ay aydınlatacak karanlıkta kalanları…
Sayı: 2013 05