“Faşizm, bir daha asla!”, İkinci Dünya savaşı sırasında işlenen cinayetlerin sorumlusu olan faşizm deneyimlerinden çıkan en kesin bilgiyi dile getiren bir slogandır.
24 Nisan yaklaşırken
Soykırım Suçu ve Hatırlama Zorunluluğu
Toros Sarian*
“Faşizm, bir daha asla!”, İkinci Dünya savaşı sırasında işlenen cinayetlerin sorumlusu olan faşizm deneyimlerinden çıkan en kesin bilgiyi dile getiren bir slogandır. Bu cinayeti hatırlama, Avrupa’da hatırlama kültürünün çekirdeğini oluşturdu ve geliştirdi. Almanya her iki dünya savaşının da çıkış yeriydi. Fakat Alman faşizminin suçlarını hatırlama ve üzerinde çalışma, geçmişte bugünkü kadar büyük bir politik bir öneme sahip değildi.
Geçmişin suçlarını ortaya koyma, eleştirel biçimde inceleme ve bunlardan sonuçlar çıkarmanın zorunluluğu bugün de devam etmektedir. İspanya’da örneğin Franco faşizmi tarafından cumhuriyetinin ezilmesinden sonra cumhuriyetçi harekete karşı işlenen suçların BM sözleşmesine göre soykırım da olup olmadığı sorusu ortaya atılmıştır. Geçmişin suçlarının incelenmesi ve hesaplaşma sıkça eksik ve tutarsız ilerlese de, bu suçlar toplumun çoğunluğu tarafından en azından inkâr edilmemekte, hafifletilmemekte ya da yüceltilmemektedir.
Suçlardan sorumlu sistemle gerçekten bir kopuş olmaksızın, temelden bir politik dönüşüm olmaksızın bu suçların toplumsal olarak incelenmesi mümkün değildir. Toplumun suçlu geçmişle yüzleşme sürecinin bizatihi başlaması bile, bir toplumda gerçekleşen demokratik dönüşümün aslında ne kadar güçlü olduğuna bağlıdır. Almanya Federal Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, yeni bir kuşağın eski sistemin hala mevcut politik artıklarını sorgulamaya başlamalarına kadar bir 20 yıl geçti. Alman faşizminin tarihini politik-toplumsal ve hatta bilimsel olarak gerçekten inceleme evresi, Almanya’da görece geç başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda 1915-22 yıllarında Hıristiyan halklarına karşı işlenen soykırım, bugüne kadar kısıtlamasız biçimde toplumsal ve politik olarak incelemesi hala yapılmamış bir tarihsel kesittir. Tam olarak söyleyecek olursak, I. Dünya Savaşından sonraki gelişme temelinde yapılamamıştır; çünkü soykırıma katılan veya herhangi bir biçimde bulaşmış olanlar birkaç yıl sonra yeniden devlette iktidarı üstlenmişlerdir.
I. Dünya Savaşındaki yenilgiden sonra, 1908 devriminden beri ülkeyi yöneten parti, Anadolu’da kendini yeniden biçimlendirmiştir. Bir zamanlar merkezleri Selanik’te olan ve oradan İstanbul’daki iktidarı fetheden İttihatçılar, aslında toplumsal ve politik hiçbir temellerinin olmadığı Anadolu’da kısa sürede kendi “ikinci devrim”lerini örgütleyebildiler. I. Dünya Savaşı sırasında Ermeni soykırımı ile “hinterland” temizlenmişti. Talat ve Enver yönetimindeki hükümetin politikası böylece Mustafa Kemal Paşa yönetiminde ulusal hareketin başarısı için temel yaratmıştı.
İttihatçı politikanın sürekliliği büyük ölçüde bu partiden kaynaklanan kadrolar tarafından sağlandı. Talat, Enver, Cemal ve diğer bazı önde gelen İttihatçılar, savaşın sonunda Almanların yardımıyla yurtdışına çıktılar. Ama örgüt yapısı hala aktifti ve ittihatçı kadrolar Anadolu’da ulusal hareketin belkemiğini oluşturdular. Aşağı yukarı hemen hepsi dünya savaşı sırasında Ermenilere karşı işlenen suçlara katılmışlardı. İttihatçı sistemin politik ve kadrosal sürekliliği, Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni ve diğer Hıristiyan halklarına karşı işlenen suçlarla hukuksal ve politik olarak hesaplaşmayı imkânsız kılmıştır. Bu suçları hatırlatmak, “ulusal onura hakaret” sayılmıştır.
Türkiye’de yaşayan insanlar, sadece ve sadece kendi devlet adamları ve silahlı kuvvetlerinin muazzam başarılarını hatırlayabilirlerdi. Ayrıca pek çok düşman ve hainler de hatırlanabilirdi.
İttihatçı politikanın sürdürülmesinin, yok edilememiş, sürülememiş veya zorla asimile edilememiş etnisite ve inanç toplulukları mensupları için korkunç sonuçları oldu: 1937-38 Dersim soykırımı, 2. Dünya Savaşı sırasında uygulanan “varlık vergisi” ile Müslüman olmayanlar ekonomik olarak alabildiğine zayıflatılması, Rumların kitlesel göçüne ve sayısız cinayetlere yol açan 1955 Eylül pogromları, Alevilere ve Kürtlere karşı işlenen cinayetler, cani bir devlet politikasının ve devletçe kullanılan güçlerin uzun suç zincirinin halkalarını oluşturur.
Egemen sistem geçmişin suçlarını incelemeyi ve onlarla hesaplaşmayı reddeder ve çeşitli yöntemlerle böyle bir süreci engellerse, o zaman sivil toplumun görevi, geçmişin suçlarının hatırlanmasını ve bunlarla hesaplaşmayı talep etmek olmalıdır. Devletin baskı, inkar ve suçu hafifletme politikasına karşı direniş göstermek gerekir. Bir hatırlama kültürü için mücadele o halde sivil toplumun, demokrasi ve barış hareketinin önemli bir işidir.
Resmi görüşü kabul etmeyen ve aynı zamanda bugünkü sorunların kaynağının geçmişte olduğunu anlayan bir toplum, egemen politika için bir tehlike oluşturur. Devlet cinayetlerini hatırlatmak için mücadele eden insanlar, bu suçların bir daha tekrarlanmaması için de mücadele ederler. “Soykırım, bir daha asla!” nihayetinde Türkiye toplumunun geçmişinde yaşanmış soykırımlardan çıkarılacak sonuç olacaktır.
*Gazeteci
Sayı :
Yayınlanma Tarihi: 2014-04-10 00:00:00