Kafkas Diasporası Yayınlarından Seçmeler

0
802

Türkiye’deki diaspolitik Çerkes Kimliği

Türkiye’deki diaspolitik Çerkes Kimliği

Gırın Muhammet Salman
Mikanba Çağlar Konukman

“Kuzey Kafkasya’da birkaç ayrı etnik kolun dallanmasıyla oluşan ve bizim kültürel, tarihsel, bölgesel birliktelikleri dolayısıyla, Çerkes olarak ifade ettiğimiz onlarca halk; belki de yıllardır olmadıkları kadar Çerkes ve Kuzey Kafkasyalıydılar”

Değişen Şartlar

1989 yılında Sovyet bloğunun çökmesiyle, II. Dünya Savaşı sonrasında yerleşen sistem tek taraflı olarak son buldu. Mevcut sistemin son bulması aynı zamanda dünyanın alıştığı tüm dinamiklerden bir anda çıkmasına, başka bir deyişle tam bir kaosa sebep oldu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmaya başlamaları, soğuk savaşın blokları arasında donmuş halde bekleyen suni devlet sınırları ve etnik problemleri gündeme getirdi. Ayrıca ayrı bloklarda olan kardeş halkların, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla açılan sınırlar sayesinde anavatanla gelişen sosyal ve ekonomik ilişkileri, anavatan imgesini tekrar canlandırdı. Sürgün toplumlarda sıkça görülen ‘geri dönüş’ fikri Çerkesler arasında tekrar tartışılır oldu. Bu tartışmanın iki taraf vardı; ilk bakıldığında, dönüşü savunanların geleneksel diaspora anlayışını, kalmayı savunanların ise modern diaspora anlayışını temsil ettiklerini ifade edebiliriz. Büyük ihtimalle, kuramsal anlamda neyi temsil ettiklerinin farkında olmayan iki grup için de ortak nokta, anavatan imgesine tekrar kavuşmuş olmalarıdır. Ancak henüz Türkiye’de diaspora olma yönünde bir hareketleri veya duruşları mevcut değildi, en azından diaspora söyleminin altının dolması için şartlar hazır değildi. Sovyetlerin dağılmasından sonraki birkaç senede Çerkesler, geçmişin tozlu raflarına kaldırılmış bir masalı yaşıyorlardı. Bu durum 1992 senesine kadar sürdü. Sovyetler döneminde Abhazya Gürcistan’a bağlı özerk bir bölgeydi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla eşit statülere sahip olmaları gerekirken Abhazya’nın yasal yollardan görüşerek anlaşma teklifine cevap vermeden Gürcistan işgale başladı. Türkiye’deki Çerkes nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan Abhazların anavatanının Gürcistan tarafından işgal edilmesi Türkiye’deki Çerkesler’de hiç beklenilmedik bir diriliş yarattı. Elbette bu sonucu hazırlayan Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla canlanan anavatan imgesiydi. Son yılarda diaspora olma yolunda kaybettikleri ivme göz önüne alındığında gösterdikleri diaspora duruşu etkileyiciydi. Bu dönemde kurulan Dayanışma Komitesi gibi çeşitli lobi grupları barış yapılması için mücadele veriyor, Türkiye’de insanlar yardım için seferber oluyorlardı. Öyle ki 1992-1993 arası süren savaş sırasında Türkiye’den kefen parasını yardım için Abhazya’ya gönderen bir Çerkes yaşlısına rastlamak hiç de sıra dışı bir olay değildi. Türkiye diasporasının desteği sadece Türkiye’de yapılan örgütlü çalışmalar ve maddi yardımlarla sınırlı kalmadı. Türkiye’den kalkıp daha önce hiç görmedikleri anavatanlarının hürriyeti uğruna Abhazya’ya mücadele etmek için gidenler de oldu ve bu gidenlerden bazıları hayatlarını kaybetti.

Çerkesler inisiyatifleri dışında kaybettikleri ve inisiyatifleri dışında tekrar bir masal şeklinde kazandıkları gerçekliklerini yaşamaya başlamışlardı. Artık tekrar diaspora kaldırımında atılmış adımlardan bahsedilebilirdi. Bu dirilişin Çerkesler adına bir diğer olumlu yanı ise hem diasporada hem de Kafkasya’da tüm Kuzey Kafkas Halkları’nın tek vücut haline gelmesiydi. Kuzey Kafkasya’da birkaç ayrı etnik kolun dallanmasıyla oluşan ve bizim kültürel, tarihsel, bölgesel birliktelikleri dolayısıyla, Çerkes olarak ifade ettiğimiz onlarca halk; belki de yıllardır olmadıkları kadar Çerkes ve Kuzey Kafkasyalıydılar. Sadece Türkiye’deki Çerkesler değil, tüm dünyaya yayılmış olan diaspora canlanarak, Abhazya’nın bir an evvel savaştan çıkmasını ve tıpkı hayallerinde yaşattıkları gibi özgür, bağımsız bir ülke olmasını istiyorlardı. Uzun yıllardan beri ortak bilinç tabanında buluşamayan Çerkesler, Türkiye’de sahip oldukları olanaklara göre tam bir lobi çalışması yaparak anavatanları için ilk defa bu kadar büyük çaplı bir işi başarmışlardı. Tekrarlanmasını asla istemediğimiz bu savaş diaspora tanımının gelişmesine yardım ederken bir yandan da blokların kalkması ile açılan sınırlar sayesinde gelişen ticaret ve seyahat özgürlüğünü de yok ediyordu. Geri dönüş fikri önündeki en büyük engel olan ambargo ise Abhazya’ya savaşla kabul ettiremedikleri şartları ekonomik yollardan baskıyla yerleştirmeyi denemenin ötesine geçememiş fakat ülke demokrasisinde ciddi ivme kayıplarına sebep olmuştur.

Çerkes diasporasında ortak bilinç yaratan bir diğer olay ise Çeçenistan savaşıdır. Rusya’nın yıllardır iç meselem diyerek uluslararası arenadan bir şekilde gizlemeye çalıştığı fakat tüm dünyanın gündemine sıkça oturan bu savaş tüm Kafkasyalılarda ciddi rahatsızlıklar yaratmış, bu yok oluşa dur diyebilmek adına lobi çalışmaları yapmalarını sağlamıştır. Yıllardır süren savaş, Çerkes halklarının zihninde Kafkasya’yı ve Kafkasya’ya ait sorunları canlı tutmaktadır.

1998’de Türkiye’deki Çerkes diasporasını etkileyen bir diğer olay da bir Çerkes ailesi mensubu olan Ürdün Prensi Ali’nin otantik Çerkes kıyafetleri içinde ve at üstünde Suriye, İsrail ve Türkiye üzerinden Adige Cumhuriyeti’ne yaptığı seyahat olmuştur. Bu seyahati önemli kılan; ilk defa bu kadar resmi bir kimlikle Çerkesliğe vurgu yapılması ve izlenilen yol boyunca başka ülke topraklarında yaşıyor olmalarına rağmen kültürlerinden bir şey kaybetmemiş insanların köylerinde paylaşılan dans, müzik ve temennilerin aynı olmasıdır. Bu yolculuk ulusal kanallar olan NTV ve CNN Türk’te “Adigeler Belgeseli” adı ile yayınlanmış ve bu sayede Türkiye’deki tüm Çerkeslere ulaşmıştır. Bu durum Çerkeslerin eğer isterler ise anavatanları için hiç de azımsanamayacak olan nüfuslarıyla bir şeyler yapabileceklerine inanmalarına sebep oldu.

Yıllarca siyasal anlamda sessiz kalmış olan Çerkes kimliğini, tek çatı altında toplamak amacıyla, her yıl büyük Çerkes sürgününün başlama tarihi olarak kabul edilen 21 Mayıs günü, Çerkes sürgünzedelerin karaya çıkıp sığındıkları İzmit’in Kefken ilçesindeki mağaranın önünde anma programı yapılmaya başlanmış ve Türkiye’nin her bölgesinden binlerce Çerkes’in bölgeye akın etmesiyle ortak bir bilinç yakalanmıştır. Diaspora olma yolunda atılan bu adım yetişmiş insan gücü sayesinde söylemleştirilmeye başlanmıştır. Eğitim seviyesini yükselten, kendini yetiştirme yönünde çalışan ve hepsinden önemlisi toplumlarının geleceğini düşünen yeni nesiller çeşitli platformlarda çalışmalarını sürdürmekte ve ortak bilinci yaratma adına değişik yollar aramaktalar.

Bütün bunlardan bahsederken Türkiye için son derece önemli olan 1999 Helsinki zirvesini göz ardı etmek imkansızdır. Avrupa Birliği üyeliği sürecinde, ülkenin tabu olarak gördüğü olayları tartışmaya açması, tarihi etnik kimliğe bakışının değişimine yönelik çalışmalar ve demokratikleşme adına atılan adımlar sayesinde Çerkes kimliği adına da açılımlar sağlanabilmiştir. Bu süreç boyunca demokratik kazanımlarını kullanabilmeye başlayan Çerkesler, diaspora olarak siyasi manevralar yapabilme imkanı bulmuştur.

Kıyının İki Yakası

Komünikasyon ve teknolojide sağlanan gelişmeler neticesinde Türkiye’deki Çerkesler için anavatan; tatillerde gidebildikleri ve babaları gibi sadece kalplerinde değil artık kendi gerçekliklerinde de yaşatabildikleri bir yer haline geldi. Kısaca özetlemek gerekirse Çerkesler ‘kıyının iki tarafında’ yaşamanın tadını almış bir toplum haline dönüştüler. Süreç günümüz Çerkesler’ini, atalarınınki gibi kesin bir geri dönüş anlayışı dışında hem anavatanda hem yaşanılan ülkede var olabilmeye yöneltti.

Bu anlamda ‘diaspora’ olabilmek için sadece anavatandan sürülmüş olmanın yetmediği, kültürün korunmuş, ortak bilincin tabanda yaratılmış, hepsinden önemli olarak da nüfusun içinde eğitimli, refah düzeyi yüksek insanların olması gerektiği fark edilmiştir. 1864 sonrası gelinen Osmanlı topraklarında askeri, bürokratik okullarda yetişmiş aydın Çerkesler sayesinde kısa zamanda toparlanılmış ve güç kazanılmıştı. Osmanlı döneminde Çerkesler’e tam bir diaspora diyebiliriz, fakat daha önce bahsettiğimiz süreçler neticesinde hem ülkede hem dünyada değişen dinamikler Çerkesler’i Türkiye’de farklı bir konuma oturtmuştur. Uzun yıllar sonrasında değişen dünya koşullan sonucu dünyanın demokratikleşmesi yolunda atılan adımlar sayesinde diaspora çalışmaları artmış ve bu kaçınılmaz olarak Çerkes Halkları’nı da bir arayışa itmiş hatta içine çekmiştir.

Tarihi bir bakışla yapılan diaspora çalışmamız sırasında, Çerkesler’in bulunduğu noktayı tespit etmenin; dünya tarihindeki kırılmaların ve içinde yaşanan ülkenin durumunun değerlendirilmesi yapılmadan, imkansız olduğunu gördük. Diaspora kelimesi 1990’lar sonrasında artık birkaç halkı değil onlarca halkı tanımlamak için kullanılmaya başlandı. Çerkesler’in durumu bugüne kadar yapılmış diaspora tanımlarındaki bazı kriterlere uyarken, bazı kriterlere uygun değildir. Fakat durum öyle bir noktaya gelmiştir ki halklar istedikleri tanımı kabul edebilecekleri gibi kendi diaspora tanımlarını dahi yapabilirler, zaten mevcut tanımlar da benzer ihtiyaçlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Çerkesler, diaspora olmak için günümüz kriterlerine sahipler fakat bunu siyasal alanda söylemleştirmedikleri için diaspora olarak tanımlanamıyorlar. Diğer taraftan bu eksikliğin farkına vararak çalışmalarını bu yönde geliştirmeye başladılar ve önemli mesafe kat ettiler. Çerkesler hala bir diaspora olma sürecinde olmalarına ve bu süreci henüz tamamlamış olmamalarına rağmen, Çerkesler’e diaspora halkı demek mümkündür ve sürecin devamlılığı açısından gereklidir. Öyle ki günümüzde, yolculuğun kendisi bir anlamda diaspora olmaktır. Çerkes Halkları’nın dünya üzerinde varlığını sürdürebilmesi için; çağımız şartlarına uygun olanı ve gerçekten zor olanı başarması, kıyının iki yakasında ve dünyanın her yerinde varolmayı öğrenmesi gerekmektedir. Bugün Kafkasya’daki bütün cumhuriyetlerde ciddi bir Kafkasyalı nüfusu problemi yaşanmakta ve her halk kendi topraklarında azınlık olmaktan kurtulma mücadelesi vermektedir. Her ne kadar sürecin bir getirisi olarak kıyının iki yakasında varolmanın tadını almış da olsalar; bir Adige, bir Abhaz veya herhangi bir Kafkasyalı kimliğinin hayatta kalabilmesi için tek şansının, Kafkasya’daki nüfus yoğunluğunu arttırmak olarak görmektedirler. Doğal olarak da diaspora ülkelerindeki ve Kafkasya’daki genel kanı; Kafkasya’nın tek ve mutlak geleceğinin geri dönüşün gerçekleşmesi olduğu yönündedir. Bu durumun doğal olduğunu düşünüyoruz zira bu, önemli detayları göz ardı etmeye müsait ve kolay bir çözüm. Bu noktada Stuart Hall’ın “geleneksel emperyal diasporalar vaad edilen topraklara döndüklerinde ancak oradaki düzeni bozarlar (S. Hall, s.235)” sözüne referans vermenin yerinde olacağı kanısındayız. Burada yazarın bahsettiği; İsrail’in vaad edilmiş topraklara plansızca dönmesinin getirdiği kaos ve savaştır. Öyle ki alt yapısı hazırlanmamış bir dönüşün dönülen topraklar için yaratacağı problem bir yana dönen insanların da enerjilerinin yitirilişi anlamına geleceği açıktır. Modern diaspora tanımı içinde Kafkasya’ya kesin dönüş yapmamak; Kafkasya’dan uzak kalmak anlamına gelmemektedir. İyi bir diasporanın, bu tip alt yapıları hazırlamak konusunda imkan ve kabiliyetleri gelişmiş olacaktır. Diğer taraftan iyi bir diaspora olmak; yaşanılan ülkenin iyi bir vatandaşı olmaya engel olmayacağı gibi vatandaşlık bağı konusunda sorumluluklarının farkında bireylerden oluşacağı için yaşanılan ülkede sağlıklı bir toplumun varlığını destekler nitelikte olacaktır.

Eskiden bir Abhaz’ın; Abhaz olup olmadığı sorulduğunda, olabildiği kadar Abhaz olduğu cevabını verdiği anlatılır. Zira o kişi için Abhazlık; bir Abhaz olarak doğmanın yeterli olmadığı ve sadece yaşandığı sürece yaşatılabilecek kültürel bir duruş ve bir kimlikti. Abhazlar özelinde verdiğimiz bu örneğin tüm Kuzey Kafkasya’da karşılığı vardır. Kafkasyalıların varlıklarının devamı için yapmaları gereken yaşadıkları her yerde Kafkasyalı olmayı bilmektir. O zaman yolculuğun tadına varır ve kıyının iki yakasında da var olabilirler, işte o zaman, anavatan masallardaki kadar uzak olmayacaktır.

-Kaya. A. (2005) Cultural Reification in Circassian Diaspora: Stereotypes, Prejudices and Ethnic Relations, Journal of Ethnic and Migration Studies, vol31, no I, January 2005.

-Kaya, A. (2001) Sicher in Kruezberg, Constructing Diasporas: Turkish Hip-Hop Youth in Berlin. Bielefeld: Transcript verlag.

-Habiçoğlu, B. (1993) Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, İstanbul: Nart Yayıncılık.

-Gökçe, C. (1979) Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti: Şamil Vakfı Yayınları.

-Safran, W. (1991) Diasporas in Modern Societies: myths of homeland and return, Diaspora.

-Sheffer, G. (1995) The emergence of new ethno-national diasporas, Migration, 28(2): 5-28.

-Clifford, J. (1994) Diasporas, Cultural Antrhropolgy, 9 (3): 302-38.

-S. Hall, ‘Cultural Identity and Diasporas,’ s. 235.

-E. Levinas ‘The Trace of the Other,’ s. 348.

-Taymaz. E. (2001) Kuzey Kafkas Dernekleri; Türkiye’de sivil toplum ve milliyetçilik, İstanbul. İletişim Yayınları.

-Toumarkine, A. (2001) Kafkas ve Balkan Dernekleri: Sivil Toplum ve Milliyetçilik; Türkiye’de sivil toplum ve milliyetçilik. İstanbul. İletişim Yayınları.

-Öztürk, S. (2003) Kasadaki Dosyalar, Ümit Yayıncılık, Ankara.

-Özdemir, Ö. (1999) Dünden Bugüne Kafkasya, Kafkas Demeği Yayınları, Ankara.

-Önder, Ali T. (2002) Türkiye’nin Etnik Yapısı, Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler, Kitap Matbaacılık, İstanbul.

-Ünal, M. (1996) Kurtuluş Savaşında Çerkeslerin Rolü, Cem Yayınları, İstanbul.

-Beygua, V. (1999) Abhazya Tarihi, İstanbul, As Yayınları.

-Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi Raporları, İstanbul 1998.

-Kafkas Vakfı Bülten, 2002, s: 12.

 

Sayı : 2014 02

Yayınlanma Tarihi: 2014-02-20 00:00:00