KIRLANGIÇ EFSANESİ*

0
5804

KIRLANGIÇ EFSANESİ*

Turabi Saltık

Atina şehrinin ilk yerleşikleri “Pelasglar”dı. Onlar Kafkasya’dan Atina’ya yerleşmişlerdi. Atina’nın ünlü kralı Pandion, Pelasg yerlisi olan Kekrops’un oğluydu. Kral Pandion’un Prokne ve Philomele adında biri birinden güzel iki kızı vardı. Pandion büyük kızı Prokne’yi, zenginliğiyle ün salmış Trakya Kralı Tereos ile evlendirdi. Efsanede, Zeus’un karısı Hera, düğüne katılmış, bu evliliği uygun bulmamıştı. Gelin yatağı hazırlanırken bir baykuş gelip pencerenin kenarına konmuştu. Hera, bunu uğursuzluk saymıştı. Biliciler (kâhinler), bu evlilikte kralın bir erkek çocuğunun olacağını söylediler, bu yüzden Trakyalılar şölenler düzenledi, ziyafetler verdiler. Sonunda Prokne ile Trakya Kralı Tereos’un, İtys adında bir oğlu oldu. Aradan beş sene geçti. Bir gün Prokne, tatlı bir sesle kocasına: “Eğer beni seviyorsan, kalbinde yerim varsa senden bir ricada bulunacağım. Ya müsaade et gidip kız kardeşimi göreyim yahut babamın yanına geri götürmek şartıyla az bir zaman onun bizim yanımıza gelmesini sağla, beş seneden beri kız kardeşimi görmedim” dedi.**

Tereos, bir gemi hazırlamasını emretti. Gemi denize indi, yelkenlerini şişirdi, kürekler dalgaları dövdü, bir müddet sonra Atina kapılarına ulaştı. Baldızı Philomele’yi, az bir zamanda geri getireceğine söz vererek, Trakya’ya götürmek istediğini Atina kralı Pandion’a söyledi. Pandion, kızı Philomele’nin ablasını ziyaret etmesine razı oldu. Eğer ki Philomele, Olimpus’a tanrıların yanına gönderilseydi, Afrodit’i kıskandıracak kadar güzeldi. Tereos, Philomele’yi görür görmez güzelliğine vuruldu. O anda, kötü emeller düşünmeye başladı. Tereos, Philomele ile Trakya’ya geri döndü. Gemi kıyıya yanaşınca, yorgun kürekçiler evlerine gittiler. Tereos, ormanın içinde başlarını göklere değdiren yaşlı ağaçların arasında kimsenin bilmediği bir kulübe yapmıştı, Philomele’yi zorla kulübeye kapattı. Philomele korkuya tutulmuş, kuş gibi titriyor, saçlarını yoluyor, ıstırap halinde göğsünü yumrukluyordu. Kimseler yoktu. Tereos, güzel kızı kirletti. Çığlıklar atan Philomele: “Barbar, ne babamın ricaları, ne bir kız kardeşin hatırası, ne bekâretim, ah ben alçaklığın bu kadarına neden düştüm? Eğer bir engel beni burada tutarsa, felaketimin şahidi bu kayaları şikâyetimle inleteceğim!” dedi.

Tereos, Phliomele’yi saçlarından yakaladı, kollarını bükerek bağladı onu. ‘Darda kalan zavallı sayılır’ denildiği gibi zavallı kız, boynunu öldürülmesi için öne uzattı. Tereos, kızın dilini demir bir kıskaçla sıkıştırıp, kılıcıyla kesti. Onu öylece kulübede bıraktı, saraya döndü, karısı Prokne’ye, Phliomele’nin öldüğünü söyledi. Prokne, günlerce ağladı, kız kardeşinin yasını tuttu. Aradan bir yıl geçti. Phliomele’nin ormandaki kulübeden kaçmasına muhafızlar izin vermiyordu. Kız dilsizdi, konuşamıyordu, felaketini haykıramıyordu. ‘Deha, felaketten doğar’ denildiği gibi felaket, insana çok şey öğretir. Phliomele bir gün kumaş gerdi, becerikli parmaklarıyla başından geçenleri kırmızı renkli iplerle beze işledi. Kumaşı katladı onu gizlice hizmetçi kadınla saraya ablasına gönderdi. Prokne kumaşı açıp okuyunca kocası Tereos’un alçaklığından haberdar oldu, nefret etti. Yıllardır bacısını görmeyen, onu öldü bilen Prokne, Tereos’tan intikam almak için yemin etti.

O sıralar Dionysos adına Trakya’da şenlikler yapılmaya başlanmıştı. Şenlikleri kutlamak Trakyalı kadınların adetlerindendi. Geceleri etrafa çıkıyor, şenlikler yapıyorlardı. Kraliçe saraydan çıktı, şenlikler için hazırladığı elbisesini giyindi. Alnını asma dalları, üzüm yapraklarıyla süsledi. Ormanda geziniyormuş gibi adamlarıyla ilerledi, karanlıklar içerisinde kulübeye gitti, kız kardeşi Phliomele’yi buldu, ayin sırasında kadınların giyindikleri elbiselerden giyindirdi; onu, saraya getirdi. Kız kardeşi utancından ablasının yüzüne bakamıyor, dilsiz olduğu için de konuşamıyordu. Eğer konuşsaydı: “Bak seni nasıl bir adama vermişler ey Pandion’un kızı! Tereos gibi namussuz bir kocaya acımak cinayettir” diyecekti.

Az sonra sarayın en ucuna gelmişlerdi. Prokne’nin oğlu İtys’le karşılaştılar. “Ah anne, anneciğim” diyerek anasının boynuna sarıldı, ağlayarak. Prokne, gözlerini kırpmadan küçük bir hançeri oğlunun kaburgalarına soktu. Zavallı çocuğu öldürdü, kafasını kesti, bedenini parçalara ayırdı, tunç bir tencerede pişirdi. Prokne, kocası Tereos’a bir şey söylemedi. Tereos acıkmıştı. Oğlunun etiyle karnını doyurdu. Sonra: “Bana oğlum İtys’i getirin” dedi. Prokne: “İstediğin; senin içindedir, seninle beraberdir” dedi.

Tereos gözlerini iyice açarak şaşkınca ne olduğunu anlamak için etrafına baktığında, Philomele, saçları darmadağınık bir halde içeri girerek, İtys’in başını Tereos’un önüne bıraktı. Trakya kralı feryat ederek: “Ah oğlumun mezarıyım!”

Tereos, mızrağıyla Pandion’un kızlarının üzerlerine yürüdü. Onlar kanatlanmış gibi uçuyorlardı. Tanrılar onları kanatlandırmıştı.

Derler ki: Philomele, bir bülbül oldu uçup ormanlara gitti. Konuşamayan, dilsiz kalan o zavallı kız, başından geçenleri unutmasınlar diye; hüzünle, kederle öterek üzüntüsünü hala insanlara şikâyet etmektedir.

Prokne ise, bir kırlangıç oldu. Talihsiz kırlangıç kuşu anne, yuvasını; en fakir kulübelerin damlarına, evlerin çatılarına, çardaklara yaparak, insanların arasında dolaşarak, öldürdüğü oğlunu aramaktadır. Feryat eden bu günahkâr kırlangıç kuşunu, insanlar hem sevmekte hem acımaktadırlar.

(*) Bir tabu ve totem olarak uzak geçmişten günümüze pek çok halk; at, geyik, ceylan, turna gibi değişik hayvanları sevmiş, korumuştur. Adığeler arasında da en çok sevilen, korunan kırlangıçtır.

(**) Çerkes eski gelenekleri arasında kız evlenip gelin gittikten uzunca bir müddet sonra, gelinin kız kardeşi gelinin ardından gider, onu baba evine, ailesini görmeye getirirdi. Anadolu’ya yerleşen Çerkes sürgünlerinin dramını anlatan Son Ubıh adlı çalışmasında Bagart Şinkuba bu geleneği anlatmaktadır.

Sayı:
Yayınlanma Tarihi: 2014-09-17 00:00:00