Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Kötülükte devri-i âlem

Bundan sonra bu sütunlarda “yol arkadaşlığı” yapacağız. Benim için artık çok yabancı olmayan bir halkın iletişim kanallarından biri olan Jıneps’te elimden geldiği kadar, sahip olduğum naçizane sosyolojik birikim eşliğinde, yaşadığımız ülke ve dünyanın meselelerini, etrafımızda olup biten olayları yorumlamaya çalışacağım. Umarım, bu süreç benim için ve okuyanlar için karşılıklı zenginleştiren bir tecrübe yaratır.

Bu birinci yazı, ne yazık ki, yüzümüze çarpan toplumsal ve siyasal olayların niteliğinden ötürü, pek iç açıcı olmayacak. Öncelikle, söz konusu olayların yüzümüze çarpması çok istisnai bir durum değil. Çünkü, Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu genel ruh halinin özetle tanımlayacak olursak olağanüstü artan bir karmaşıklık üzerinde yükselen güvensizlik toplumları olduğunu söyleyebiliriz. Kuşkusuz “karmaşıklık” halini tanımın içine koyuyorsak, “güvensizlik” özelliğinin tek başına açıklayıcı olmadığı da kolayca görülebilir. Çünkü güvensizlik ve korku yaratan işaretler ve gelişmelerin yanısıra, insanlar en sıradan hallerinde bile hayata tutunmak, hayatı daha yaşanabilir kılmak, adaleti talep ve tesis etmek için direniyorlar, şimdiye kadar görülmemiş yöntemlerle mücadele ediyorlar ve “yeni”nin temellerini kuruyorlar.

İşte ben bu yazıyı yazarken, siz okurken, bu irili ufaklı, gündelik hayattan toplumsal hayatın en soyut temsil alanlarına kadar varolan direnişi aklımızda tutmayı öneriyorum.

Özgecan

Sıradanlığın içinden çıkan bir katil, memleketin kim bilir hangi köşelerinde benzerleri işlenmiş olan, işlenmekte olan cinsel içerikli cinayetlerden birini işledi. Genç bir kızı, ülke çapında adeta bir sembole dönüşen Özgecan’ı gündelik hayatımızın her alanında, bakkal, milletvekili, doktor vb. olarak karşımıza çıkabilecek olan adamlardan biri, bir şoför ve bir erkek olarak karşımıza çıkıp katletti.

Sonrasında bu katilin yaptığını “temizlemek” için desteğe çağrılan kişinin verdiği ifade de başka bir sıradanlık taşıyordu. Bu lojistik elemana göre, katil “Geminin oradan bir cano aldım, beni soymaya çalıştı, üzerime biber gazı sıktı, ben de konsülümdeki bıçağı salladım. Biraz da boğuştuk. Arkada yatıyor, öldü” demiş.

Öldürdüğü insanın “Cano” olduğunu söyleyebilmiş. Çünkü Adana-Mersin civarında yaşayan “Cano”ları aşağılamak gayet “meşru”dur; katil de cinayetine gerekçe yaratmış! Yani Cano ise öldürmek mubahtır.

Katmer katmer hastalıklı bir hale “ırkçılığı” da ekleme becerisini kolaylıkla, doğallıkla göstermiş bir katil… Delikanlılık görüntüsünün altında yatan zavallı bir yalancılık… Birbirini tamamlayan muhteşem bir sıradanlığın pespayeliği…

Tahsilli-tahsilsiz, doğulu-batılı her türlü şekle bürünebilen bu eksik insanlık hali, eksikliğini kapatmak için en garantili ve kırılgan yerde, kadın bedeninde cinayet işledi. Bu ve buna benzer cinayetleri işleyenlerin her zaman başvurdukları bir usulle, bir kamufaj olarak garantili ve makbul kimliklerin arkasına saklanarak… Bitirim, sert erkek, lümpen, milliyetçi… makbul… Katili başka bir bağlamda, mesela futbol taraftarları arasındaki bir kavgada ya da bir “Şehit cenazesinde” izleseydik “ya Allah bismillah Allahuekber!” nidalarıyla bağırırken de görebilirdik…

Faşizmin girdiği sıradan haller

Ancak bu cinayet vesilesiyle, toplumu sarsan birçok olay gibi gene radikalleştik. Her zaman olduğu gibi katilin sahip olduğu (sunduğu) özellikler; hızla bu cinayetin her yerde olabildiğini anlatmaya soyunan iktidarın propaganda ve meşrulaştırma makinasının muhafazakâr dişlilerine karşı mesele İslam-Sekülerlik meselesine döndü.

Ve aslında ne kadar çok farklı alanda, “ötekiler” hakkında ne kadar çok “hastalanmış” hallere sahip olduğumuzu gördük.

Birçok insan Özgecan öldürüldükten sonra, hızla, en kolay yoldan tecavüzü “mini etek” vs. ile ilişkilendirmeye çalıştı. Öte yandan, “erkekliği tahrik etmeyin, yoksa fena olur!” zihniyetine kova kova meşruiyet taşıyan ve “İslam” adına konuştuğunu zannedip, tecavüzü kaçınılmaz gören alim kılıklı insancıkları da zaten görüyorduk. Bunların varlığına işaret eden ve işin en kolayına kaçan “seküler” kamptan birçok insan da tecavüzü İslam’la ilişkilendirmeye çalıştı.

Aslında çok daha karışık, katmanlı, içiçe geçmiş söylemlerle örülmüş, kolaycı ve makbul “tespitlerle” dolu bir sıradanlığın tahakkümü altında üreyen bir zihniyetin işgal ettiği devlet, yargı ve polisle dolu muhatabız. Ve bu hastalıklı halden ötürü, bizzat devletin kendisi hasta olduğu için Adana’da 16 yaşındaki çocuğa polisler tecavüz etti ve o polisler salıverildi.

Bunlar insanın üzerinde ağır bir yük, vicdan kırıklığı ve aynı zamanda sorumluluk bindiriyor. Ama burada, hızla “olay”ı açıklamaya çalışanların -birçok başka konuda olduğu gibi- maktul (veya mağdurlarla) zerre kadar empati kuramaması daha da ağır bir yük bindiriyor.

Kartopuna bıçak ya da Meclis tokmağ

ı Özgecan’ın daha cenazesi soğumadan İstanbul Kadıköy’de bir gazeteci öldürüldü. Aynı zamanda bir barış aktivisti -yakınlarının anlatımına göre adeta bir sükunet abidesi- olan Nuh Köklü arkadaşlarıyla beraber kartopu oynarken, dükkanının vitrinine kartopu isabet eden bir esnafın bıçak darbeleriyle can verdi.

Katil kılığına giren bu sefer bir esnaf… Köklü o sabah o adamdan kedileri için mama almış… Adam Köklü’yü öldürdükten sonra dükkânına giderek elini ve bıçağını yıkamış… “Zaten raporum var. Yarın öbür gün elimi sallayarak çıkarım” demesini bir kenara bırakın; “elini ve bıçağını yıkamış”!

Meclis’te Özgecan için “söylenmesi gereken güzel-duyarlı cümleleri” söyledikten sonra rakiplerinin kafasına tokmak, zil yumruk atan vandallar…

Ve bu delikanlıların çıkarmaya çalıştıkları ve “iç güvenlik paketi” adını verdikleri kanunla artık memlekette “güvenlikçi” dilin, sertifika alacağını görebiliriz. Artık vali, kaymakam, polis ya da esnaf birbirlerinden, sıradan totalitarizmin esintilerinden feyz alarak, herkesi “yüzü maskeli”, herkesi şüpheli, herkesi kartopuyla “vitrin camı kırabilecek” bir potansiyel suçlu olarak görmesi mümkün olabilecek.

Bir ayin olarak ölüm

İran’ın “vatan hainleri”ne karşı savaş açmış rejimi, düzmece davalarına ve Kürt idamlarına bir yenisini daha ekledi. Gencecik bir Kürt delikanlısı, Saman Nasim dünyanın gözü önünde infaz edildi.

Tanzanya’da albino hastalığı (renklenmeyi sağlayan pigment yokluğundan kaynaklanan beyazlık) olan küçücük bir çocuğun kolları ve bacakları koparılmış cansız bedeni bulundu.

Bazı Afrika ülkelerinde albino hastaları uğursuzluk olarak görülürken, organları büyü yapımında kullanılan çok kıymetli ve çok pahalı “malzeme” olarak satılıyor…

Başkalarının cesedi üzerinden “güven” yaratanların dünyasındayız… Şimdilik…

Ferhat Kentel
Ferhat Kentel
Son olarak, kapatılan İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Ferhat Kentel 1981’de ODTÜ’de işletmecilik lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1983’te Ankara Üniversitesi SBF’den yüksek lisans ve 1989’da Paris, Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’den sosyoloji doktora derecesi aldı. 1990-1999 arasında Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde, 2001-2010 arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Fransa’da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’de ve Université de Paris I’de çeşitli dönemlerde misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli kitap ve dergilerde modernite, gündelik hayat, yeni sosyal hareketler, din, İslâmi hareketler, aydınlar, etnik cemaatler üzerine makaleleri yayımlandı. Yayınlanmış araştırma ve kitapları şunlardır: Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları. Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi (Gevorg Poghosyan ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2005; Euro-Türkler: Türkiye ile Avrupa Birliği Arasında Köprü mü Engel mi? (Ayhan Kaya ile birlikte) İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2005; Milletin bölünmez bütünlüğü: Demokratikleşme sürecinde parçalayan milliyetçilik(ler) (Meltem Ahıska ve Fırat Genç ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2007; Belgian-Turks: A Bridge, or a Breach, between Turkey and the European Union? (Ayhan Kaya ile birlikte), King Baudoin Foundation, Brüksel, 2007; Ehlileşmemek, düzleşmemek, direnmek, (Söyleşi: Esra Elmas), Hayykitap, İstanbul, 2008, Türkiye’de Ermeniler. Cemaat-Birey-Yurttaş (Füsun Üstel, Günay Göksu Özdoğan, Karin Karakaşlı ile birlikte), İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2009; Yeni Bir Dil - Yeni bir Toplum, (Söyleşi: M.Talha Çiçek, Gülçin Tunalı Koç), Bilsam yay., Malatya, 2012; “Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekânlar ve Anlamlar” (Murat Öztürk ile birlikte), TÜBİTAK araştırması, 2017.

Yazarın Diğer Yazıları

“Özgür” Suriye ve yarattığı “imajlar”

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi üzerine, Apaçık Radyo’da Waseem Ahmad ile birlikte yaptığımız “Hüsnükabul” programında Türkiye’de yaşayan Suriyeli genç bir mimar olan Üveys (Ouaess) ile...

Coğrafya ya da kötülük kader mi?

Hani “Coğrafya kaderdir” diye bir laf var ya… Tabii ki öyle bir şey yok… Ya da tabii ki yaşadığımız coğrafyanın, iklimin alışkanlıklarımız ve giyim...

12 Eylül’le yüzleşmek, 12 Eylülcülüğü aşmak

Bazılarına göre, AKP iktidara geldiğinden beri, yani 2002’den beri ama bana göre yaklaşık 10-15 yıldır Türkiye derin bir devlet krizi yaşıyor. Özellikle 2018’de fiilen...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img