Bu köşede, geçmiş yıllarda Çerkesler tarafından yayınlanan süreli yayınlardan alıntılara yer veriyoruz. Zaman zaman kitaplardan da alıntılar yayınladık. Bu sayımızda farklı bir konuyu değerlendirmek istedik.
Türkiye yayın yaşamında önemli izler bırakan Akbaba mizah gazetesinden alıntılarımız var. 1961 yılına götüreceğiz sizi. Yusuf Ziya Ortaç, “Bir Çerkes Delikanlısı” başlığı ile bir yazı yazmış. Yeni Türkiye Partisi Bolu eski milletvekillerinden Fuat Ümit bu yazıya yanıt vermiş ve gazete sonraki sayılarda bu yanıtı yayınlamış. Arşivinden aktaran Sn. Cemalettin Ümit’e teşekkür ediyoruz.
Bir Çerkes Delikanlısı*
Biz İmparatorluğun son çocuklarıyız.Ziya Gökalp’ın altın meşalesi yolumuzu ışıtmasaydı,her adımda alnımızı arûzun ve Osmanlıcanın duvarlarına çarpan çağdaş birer belagatçi olurduk ancak!
Türkçülük önce dille başlamıştır;Gökalp’ın Diyarbakır’dan Selanik’e götürdüğü ve Balkan bozgunuyla İstanbul’a getirdiği kurtarıcı fikirlerle…Ömer Seyfeddin’in Bulgar sınırından Ali Canib’e yazdığı ihtilal mektubiyle…
Hecenin beş şairi, bu ihtilâlin ilk san’at ordusudur.
İnönü’nün şanlı adını tarihlerden söken hasetin tırnakları,onların adını da edebiyat tarihlerinden tırmaladı,okuma kitaplarından yoldu.Bizde edebiyat bile alçak bir politikadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda milliyetçilik yoktu.Şam-ı şerifli Araptan Debre-i bâlâlıArnavut’a kadar hepimizi İmparatorluk teknesinde yoğuran hayalin elleri,tek tip bir millet yarattığını sanmıştır:Osmanlı!
Ama Türk’ün milliyetini hatırlaması suç olan bu vatanda ırkçılık vardı:Arap ırkçıydı,Arnavut ırkçıydı,Gürcü ırkçıydı.
Şimdi vatanımızın adı bile değişmiştir:Osmanlı İmparatorluğunda değil,Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz.Eski mektepler marşı: “Osmanlıyız,şanlıyız!” türküsü yerine, okul çocuklarının başları: “Türküz…Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi!” marşıyle dikeliyor.Öğrenci yemini “Varlığım, Türk varlığına armağan olsun” diye biter!
İşte,Kurtuluş zaferinden otuz dokuz yıl sonra,dünya haritasında “Osmanlı İmparatorluğu” adı “Türkiye Cumhuriyeti” yazıldıktan otuz dokuz yıl sonra,Çanakkale’de bir genç, güzel yüzlü, aydın bakışlı bir yedek subay köy öğretmeni Atatürk’ün resimlerini yakıyor ve:
-Ben Çerkezim, diyor, ben Abazayım!
Çerkes!…
Kalemin ucuna gelen ilk kolay soruları sıralayalım:
-Sen Çerkessin, öyle mi delikanlı?İşte Avrupa, işte Asya, işte Afrika, işte, işte… Al şu dürbünü eline ve bana bir nokta göster:Üzerinde “Çerkes” yazan Kaşık Adası kadar bir nokta!…Var mı yeryüzünde böyle bir şey?
-Haritayı bırak…İşte milletlerin rüzgâr rüzgâr uçuşan bayrakları…Şu Fransız,şu İngiliz, şu Yunan, şu Habeş bayrağı!…İçlerinde adını bilmediklerimiz, rengini tanımadıklarımız bile var…Hani Çerkes bayrağı?…
-Bayrağı da bırak.Edebiyatsız millet,musikisiz millet olur mu?Bir tek Çerkes şairi, bir tek Çerkes romancısı, bir tek Çerkes bestekârı gösterebilir misin bana?…Hele sahnede Çerkes?…O,Osmanlı seyircisini güldürmek için ramazan geceleri yalnız Karagöz perdesine çıkabildi.
Şimdi Osmanlılığın yıllar gerisinde bir batık tarih olmuş bu memlekette,vatanının adını “Türkiye” diye öğrenmiş,bayrağını “Türk bayrağı” diye selamlamış ve her sabah “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”diye and içmiş bir genç,yedek subaylık ödeviyle gittiği köyü, Atatürk’ün resimlerini yakarak aydınlatmağa kalkıyor ve sorguya çekilince,suçunu iki kelime ile savunuyor:
-Ben Çerkesim!
Demek, ilkokul,ortaokul,sanat okulu, o yıllar yılı tahsil, bir Abaza delikanlısına Türklüğü benimsetmeğe yetmemiş,tarihsiz,zafersizve san’atsızÇerkesliliğiniunutturamamış!
Ne dersiniz!Hala yüzümüzde aptallığın iyimser gülüşüyle bir “Milli Eğitim Bakanlığımız” var diyebilecek miyiz?
Bu Çerkes delikanlısı, milli varlığımız için “Çerkes Ethem” çetesinden bile tehlikelidir.
Yusuf Ziya Ortaç
*Sayı: 462 – Yıl: 19 Ocak 1961
Yusuf Ziya Ortaç’a
Ortaç bey;
12.Ocak.1961 tarih ve sayılı Akbaba mizah gazetesinde “Bir Çerkes Delikanlısı” başlığı altında çıkan makalenizi okudum. Bu makalenizle, okuyucularınızı güldürmekten ve düşündürmekten ziyade, kendinizi ve mizahi olmak iddiasında bulunan gazetenizi gülünç hale soktunuz. Bu acıklı haliniz, bedbaht makalenizin her satırından sevimsiz sırıtan hatalı ve tehlikeli milliyetçilik ve ırkçılık anlayışınızla, ele aldığınız mevzua olan cehlinizden ileri gelmektedir. Size ve elli yıldır abanarak geldiğiniz avucunuzda son parçası kalmış titrek kaleminize doğru yolu göstermek için evvela kendi makalenizle sonra da seçtiğiniz mevzuda yolumuza ışık tutan Atatürk’ün kesin fikir ve ifadeleri ile cevap vereceğim.
Makalenize mevzu olarak seçtiğiniz “Çerkes ve Çerkes Delikanlısı” hakkındaki fikir ve kanaatleriniz tamamen bâtıl ve külliyen yanlıştır. Bu fikir ve kanaatleriniz, olsa olsa, Çerkes bellediğiniz bir şahsa karşı beslediğiniz kin ve gayzdan dolayı yüze çıkmak için fırsat arayan karanlık bir ruh haletinin karışık ifadesidirler. Çünkü öyle olmasa idi, tezyif ve tecziyesine gayret sarfettiğiniz “Çerkes” ve “Çerkes Delikanlısı”na tahsis ettiğiniz makalenizde; yine ötekiler gibi Çerkes olan ve Türkiye’ye yurdum, Türk’ ü milletim ve ileriliğe amacım diyen Ömer Seyfeddin’den de ihtilâl mektuplarından dolayı iftiharla bahsetmezdiniz. Biliyorum, bu bahsediş, samimiyetinizden ve ne de tarafsız düşüncenizden gelmiyor, bu kadarcık doğru ve insanca söyleyiş bile sizin bu mevzudaki cehlinizden geliyor. Şuna eminim ki, Ömer Seyfeddin’in de Çerkes olduğunu bilse idiniz onu da sizin gibi fikren malûl bir çocuğun, “ben Çerkesim, ben Abazayım” şeklindeki ifadesinden teşkil ettiğiniz muhayyel ummanın derinliklerine batırıp boğmak isterdiniz. İşte o zaman, makalenizdeki “İnönü’ nün şanlı adını tarihlerden söken hasetin tırnakları, onların adını da edebiyat tarihinden tırmaladı, okuma kitaplarından yoldu. Bizde, edebiyat bile alçak bir politikadır” cümlelerini bu derece sarahatle yazmaya cesaret bulamadınız.
Peki amma, Ömer Seyfeddin’i bu muhayyel denizde boğulmaktan cehlen kurtarırken bilerek boğmaya çalıştıklarınız yok mu? Var; hem de pek çok. Kimlerdir bunlar? Bunlar, aziz Atatürk’ün “Hududu Milli” adını verdiği sınırlar içinde yaşayan, senin de mevcut olmadığın tarihlerden beri üzerinde yaşadığı memleketi vatan bilip toprağına şehit düşen, kalemile, kılıcile ve acı kuvvetile aynı ideal için kavga eden, mücadele eden, senin melanet kusan kaleminle göğsünden söküp atacağını zannettiğin Albayrağı sımsıkı tutup meçhul tepelerde ve uzak diyarların şeref direklerinde sallandıran isimsiz ve isimli kahramanlar, vatan evlâtlarıdır. Ölenler ve aynı ruhla yaşayanlar. İsim mi istiyorsun? Evliya Çelebiler, Ahmet Mithatlar, Hatip Ömer Naciler, Özdemiroğlu Osman ve Deli Fuat Paşalar, Ömer Seyfeddinler, Bekir Samiler, Muhlis Sabahattinler, hürriyet şehidi Kubilaylar, Yaşar Doğular ve yaşayanlar. Sadece bunlar bile, sabote edilmiş zavallı bir delikanlının titrek dudaklarından dökülen kelimelerle kurmaya çalıştığın muhayyel ölüm umanının sularını taşırıp mantık ve fikriyatını yıkacak kadar kuvvetli vatan evlâtlarıdır. Ve işte onun içindir ki makalenizde bahsettiğiniz gibi bizde alçak olan edebiyat değil, edebiyat yapıyorum zannedip erbabı kalemden geçinen bir takım zavallıların ta kendisidirler. Sayın Üstat:
Makalenizde serdettiğiniz fikirlerin her türlü izan ve vicdan ölçülerinden uzak ayırıcı ve yıkıcı yapısı yetmiyormuş gibi, üstelik, az çok mürekkep yalamış kaleme el atmış insanların asgari ve mücerret coğrafi ve tarihi malûmatından da mahrum görünüyorsunuz. Herhalde siz, medeniyet asarı bırakmış birçok eski milletlerin tarih içinde muhtelif badirelerle kaybolup gittiğini, yine birçok milletlerin ve bu arada aynı ülkeye bağlı Türk ve Müslüman boylarının, asırlar boyunca müşterek ideolojileri uğruna şerefle dalgalandırdıkları bayraklarının ellerinden alınıp hürriyet mücadelelerine mahkûm edildiklerini de biliyorsunuz. Bu bilgisizliğinizden dolayı da dünya haritası üzerinde “Çerkes” yazan Kaşık Adası kadar bir toprak parçası arıyorsunuz. Bu sahada mercimek kadar akıl ve bilgiden yoksun olana, kazan kadar bir ülkeyi Kaşık Adası kadar da göstermiye imkân yoktur ama, yine size hatırlatayım.
Çerkes, Orta Asya’da kalmış Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler vs. ler gibi, var oldukları günden beri kendilerine ait bildikleri ülke için mücadele etmiş, anayurt saydıkları Anadolu’nun sağ üst kanadını, yani Kafkasya’yı (Kafkasya, Hazer Denizi ile Karadeniz arasındaki berzahtır – sayın Ortaç için yazıyorum), Deli Petro’nun “Ilık Denizlere doğru” sözünü parola kabul edip amansız ve mütemadi bir şekilde yüklenen korkunç Moskof ordularına karşı çelikten bir göğüsle korumuş ve asırlar boyunca süren mücadele ve mukavemeti kırıldıktan sonra tam yüz yıl evvel kardeş bildiği Anayurda kısmi küllisile iltihak etmek suretile müşterek düşmana karşı beraberce mukavemete devam edegelmişlerin adıdır. Anayurt gibi her karış toprağı şüheda barındıran o ülkenin adı “Çerkesya”dır ve bugün cari olan haritalarda aynı isimle, fakat Kaşık Adası kadar değil, Kazan Adası kadar bir cesamettedir. Bu ülkenin yani Kafkasya’nın yalnız Çerkeslerle meskûn olan kısmının vüs’atı, İsviçre’nin birkaç mislidir. “Haritayı bırak… Hani Çerkes bayrağı” diye soruyorsunuz. Coğrafi malûmatı bu derece kıt bir kafada, seçtiğiniz mevzu ile ilgili tarihi malûmat aramakta beyhudedir tabiî. Onu da anlatayım. Daha siz mevcut değilken, belki sizin de mensup olduğunuz atalarla kader birliği yapan onlar (belki diyorum, çünkü sizin gibi düşünen ve yazan kimselerin, bu derece kader birliği yapan iki kardeşten herhangi birinin sûlbünden gelmiş olması çok şüphelidir), yakın tarihe kadar ay yıldızlı bayraklarını yedi yıldızla daha süsliyerek tanımadığınız ülkelerinin semalarından şan ve şerefle dalgalandırmışlar, şimalden korkunç bir zefir gibi inen cesim ve hunhar kuvvete dayanamadıkları zaman da kardeş bildikleri şerefli bir milletin ay yıldızlı al bayrağının altında yine aynı imanla toplanmışlardır. Bu bayrak da onların sevgilisi, bu bayrak da onların şeref nişanesidir. Kalbindeki tertemiz imanile bayrağını yere düşürmemek için delik deşik vücudu ve diğer kardeşlerile beraber Kore dağlarında bile memleketinin şeref ve haysiyetini düşünerek şahlanan ve bu yüzden davet edildiği Amerika’da en büyük kahramanlık nişanesiyle taltif edilen Hacı Altunerlerin, yabancı ülkelerde yabancı milletlere isbat ettiği Türkün acı kubbetile bayrağını şeref direklerine çektiren Yaşar Doğuların, Nureddin Zaferlerin, Hamit Kaplanların bu bayrağa karşı duydukları asil heyecanı siz, Ortaç bey şahsen duyurabiliyor, hatta duyabiliyor musunuz acaba? Çok şüpheli, eğer duysaydınız rakik kalbini böyle insafsızca kırmazdınız.
Ve devam ederek yine soruyor ve “Bir tek Çerkes şairi, bir tek Çerkes romancısı, bir tek Çerkes bestekârı gösterebilir misin bana” diyorsunuz. Duvarda asılı duran koca haritada deve kadar ülkeyi kuş kadar bile göremeyen insana, ruhu sab’at örgüsü ile harelenmiş olan şairi, bestekârı ve romancıyı göstermek ne mümkün. Mefahiri bu derece bol bir unsurun elbette ki şairi, romancısı, bestekârı, musikisi ve edebiyatı da vardır. Bir sürü müverrih ve mütefekkirleri bu mes’eleler üzerine kafa patlatıp müteaddit eserler verirlerken, siz Ortaç beyefendi, çizgilerle bacak teşhiri suretile ticaretini yaptığınız mizah mecmuanızda, güya fikir kalpazanlığı yapmak suretile sempati ve menfaat toplayacağınızı zannediyorsunuz.
Atatürk, milliyet mefhumunu sizin gibi anlamış olsa idi, milli mücadelenin çehresi ve neticeleri de herhalde başka türlü olurdu. O, her yola ışık tutan zekâsile her şeyi söylemişken, acaba siz, neden nasibinizi almadınız? Kafanızdaki karanlık düşünceleri durultmak ve yazıyı da daha fazla uzatmamak için Atatürk’ün 1920’de Büyük Millet Meclisinde yaptığı “Milliyet” tarifini aynen alıyorum. O bu konuşmasında şöyle diyor.
“Meclisi âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir. Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasırı islamiyedir, samimi bir mecmuadır…. Binaenaleyh, muhafaza ve müdafaasile iştigal ettiğiniz millet bittabi bir unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasırı islamiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir İslam unsur bizim kardeşimiz ve menfaati tamamile müşterek olan vatandaşımızdır.”
Şimdi ben size soruyorum, Ortaç bey… doğru veya yanlış, haklı veya haksız, gazetelere akseden bir haber üzerine, “ben Çerkesim, Abazayım” diyen bir delikanlının ifadesini ele alıp, hatasını, tamamen masum bir kütleye teşmil etmekten ne gibi bir faide umuyorsunuz? Böyle yazmakla belki gazetenizin satışını bir miktar çoğaltıp menfaat sağlıyorsunuz; fakat bunun yanı sıra millet yapısında ne gibi sahneler açtığınızı ve maşeri vicdanda aleyhinize ne kadar nefret topladığınızı düşünüyor musunuz acaba? Parmak basmak istediğiniz her noktadaki bilgisizliğinizden dolayı size kimse kızmasa bile, gülünç mevkie düşmekten de mi haz alıyorsunuz. Hasılı, bu halinizden dolayı acıdım size koca yumurcak.
Fuat Ümit