Sohbet ettiğim kimi sevgili okuyucular, pek çok konuyu aynı anda sunduğumu ve kendilerini çok da ilgili olmadıkları konularda bilgi bombardımanına tuttuğumu söyleyerek beni eleştiriyorlar. Kaynak göstermemi de gereksiz bularak karşı çıkıyorlar. Kimi değerli okuyucularım da mitosların anlatılmasından zevk aldıklarını söylüyorlar ama yapılan açıklamaları beğenmiyorlar, mitosları yalnızca hikâye gibi anlatmamı istiyorlar. Kimi okuyucularım da “Niçin Yunan Mitolojisini anlatıyorsun? Anlatacaksan Kafkas mitolojisini anlat!” diyorlar.
Bu yazıda, bu türden soruları cevaplamak istiyorum.
Kaynak konusunda yapabileceğim hiçbir şey yok. Kullandığım karşılaştırmalı yöntemin ve araştırmanın gereği olarak başvurduğum kaynakları belirtmek durumundayım. Her araştırmacı da bunu yapmak zorundadır. Bunu yapmıyor ya da yapamıyorsa yazdıklarında bir sorun var demektir.
Mitoslar ve mitoloji konusundaki eleştiriye aşağıda cevap vereceğim. Bir cümleyle söylemek gerekirse, amacım masal anlatmak değil tarihsel gerçeklikleri açıklamaktır. Savunduğum temel varsayımları bir kez daha okuyan okuyucular, “Yunan Mitolojisi” denilen mitolojinin Yunanlılardan çok eski “Akdeniz halkının” (Kafkas halkının) mitolojisi olduğunu görecekler, Kafkasya’yla ilişkisini göstermek amacıyla ele alındığını göreceklerdir.
Kendilerini bilgi yağmuruna tuttuğumu söyleyen ya da böyle düşünen sevgili okuyucularıma böyle özel bir amacımın olmadığını belirtmek isterim. Ele aldığım konuların okurlara yabancı olması, hemen hiç ele alınmaması nedeniyle böyle bir sonuca ulaşıldığını düşünüyorum. Gelen mesajlardan ve sohbetlerden anladığıma göre, tarih ve mitoloji konularına ilgi duyan okuyucular bile yazılarımda savunduğum temel varsayımlara ve paradigmalara epeyce yabancılar. Oysa ben bir varsayım ortaya atmıyorum, bilim adamlarının ortaya attıkları varsayımlardan doğru olduklarına inandıklarımı, ek kanıtlar sunarak karşılaştırmalı bir yöntemle savunuyor ve kaynaklarımı da usule uygun şekilde belirtiyorum. Bu konuda çok titiz olduğumu yazılarımı okuyan her okuyucunun gördüğünü düşünüyorum.
Bu bağlamda, kendilerini bilgi yağmuruna tuttuğumu düşünen sevgili okuyucular için yapabileceğim fazla bir şey ne yazık ki yok. Ancak, bu eleştiriyi ciddiye aldığımı belirtiyor ve yazdıklarımın daha iyi anlaşılabilmesi için, kabul ettiğim ve çeşitli yazılarımda savunduğum temel varsayımları ve paradigmaları kaynak belirtmeden ama yazarların adını mümkün olduğunca belirterek özetle sunmak istiyorum.
- Mellaart’ın ve diğer bazı antropologların Neolitik Devrimi gerçekleştiren halkla Üst Paleolitik evrenin insanları arasında kurduğu ilişkiyi doğru buluyor ve savunuyorum.
- İlk tarımın ve kültürel yeniliklerin Tunç Çağı’na kadar, Yakındoğu’dan Avrupa’ya, tarımcı halkın göçüyle yayıldığı tezi genel kabul görmektedir. Bu paradigmayı kabul ediyor ve savunuyorum.
- Bazı bilim adamlarının “Akdeniz halkı” adıyla andıkları Neolitik Devrimi gerçekleştiren halkların konuştukları Sümer, Elam, Hatti, Hurri, Guti, Etrüsk, Liğur gibi dilleri, Bask ve Kafkas halklarının dilleriyle ilişkilendiren tezi doğru buluyor ve savunuyorum.
- Hitit metinlerinde görülen Ahhiyava halkıyla Akhaları (ya da diğer adlarıyla Mikenleri) aynı halk olarak gören ve Rodos’a konumlandıran yazarların görüşlerini destekliyor, Akhaların atası Pelops’un Lidya kökenli olduğunu savunanların görüşlerine katılıyorum.
- Arzava ülkesini güney batı Anadolu’ya konumlandıran ve bu ülkenin başkenti Apasa’yı, Ephesosla aynı gören görüşlere katılıyor, ayrıca Apasa adıyla Abaza adını, Ephesos adıyla Aphaz adını çeşitleme olarak görüyor ve bu adları Abaza ve Aphaz halklarıyla ilişkilendiriyorum.
- Hitit metinlerinde şimdiki Manisa, İzmir, Balıkesir ve Çanakkale illeri yöresindeki 22 devletin kurduğu Assuva (Aşşuva) konfederasyonunu Troya ile ilişkilendiren bilim adamlarının görüşlerine katılıyor, Troya halkını Kafkas kökenli gören ve Elam’daki Kissi halkıyla ilişkilendiren George Thomson’un görüşlerini destekliyor, Maykop uygarlığını yaratan Aşuva halkıyla, Anadolu’daki Aşuva halkını ilişkilendiriyorum.
- Hitit metinlerindeki Masa halkını Klasik dönemde Balıkesir-Manisa yöresinde görülen Misya halkıyla ve Kafkasya’daki Masa, Maza, Maz, Mışa klanlarıyla; Klasik dönemdeki Lidya halkını, Homeros’ta “Meon” olarak adlandırılan halkla ve Abaza Maan/Mağan klanıyla; Klasik dönemde Muğla yöresinde görülen Kar (Leleg) halkını, Adıge ve Abazaların arasında yaşayan Kar halkıyla ilişkilendiriyor, bu halkların aynı soydan olduğunu savunan yazarların görüşlerine katılıyorum.
- Greklerle birlikte görülen ve Çerkeslerin ataları olan Akalar (Akhalar), Henioklar ve Zygileri Kafkasya’yla ilişkilendiren G. Thomson’un görüşlerini doğru buluyor, bu halkları Yunanlılardan önce Mora yarımadasında ve Ege adalarında yaşayan Pelasg ve Kar (Leleg) asıllı halkların torunları olarak görüyorum.
- Kafkas klanlarının MÖ 2400 yıllarında Kafkasya’dan yola çıkıp Filistin’e ulaştığını ve bu halkların Kherbet (Lübnan’da köy) seramiklerini yarattığını öne süren Anton Jirkov’un görüşünü destekliyor, MÖ 2200 yıllarından itibaren Biblos’ta Aşuva kabilelerinin yaşadığını ileri süren Turçaninov’un görüşlerine katılıyor, Elam ve Orta Mezopotamya kültürleri ile Maykop kültürü arasındaki benzerlikleri ve Hitit metinlerinde Apsuvaların Kadeş egemeni olarak görülmesini bu görüşü destekleyen ek kanıtlar olarak değerlendiriyorum.
- Babil egemeni Kassu/Kassitleri Adıge-Abaza Kas, Kasi, Kassi klanlaryla; Mezopotamya’daki Hurriler üzerinde egemenlik kuran ve Hurrilerle ayrılamayacak kadar kültürel bütünlük gösteren Mittanileri, Adıge-Abaza Mit/Mıd, Mad/Med/Met ve Mudara klanlarıyla; aynı dönemde Sidon ve çevresinde yaşayan Sasuvaları, Kuzey Kafkas Ubıkh/Pakh halkının Sadsuva/Sadzuva/Sasuva/Sazuva kabilesiyle ve Kafkas Sadzuva/Sadzuva beyi Sidleri, bölgede tapım gören tanrı Sid/Sit ve Sidon halkıyla ilişkilendiriyorum.
- XV1. yüzyılda Mısır’ı işgal ederek yüzyıl kadar yöneten Hiksosları, Mittani kabilelerinin öncülüğünü yaptığı Hurri, Hint-Avrupalı ve Sami kabileler birliği olarak değerlendiriyorum.
- Girit’in en eski neolitik halkını Anadolulu ya da Anadolu halkıyla yakın akraba sayan Akdeniz (Kafkas) ırkından sayan Minos Giritlilerinin Karialılarla, Leleglerle ve Lykialılarla yakınlığının bulunduğu sonucuna ulaşan yazarların görüşlerini destekliyorum.
Mitos, Masal Değildir
Dini sosyolojik açıdan ilk kez inceleyen Emile Durkheim, mitolojinin sosyolojik işlevine de ilk kez dikkat çekmiş ve mitosların toplumsal ve kültürel gerçekleri ifade ettiğini ileri sürmüştür. Giderek daha çok taraftar bulan bu görüşün doğru olduğunu düşünüyorum. Bu görüş bilim dünyasında da büyük kabul görüyor. Mitoslarda anlatılanlar masal tadında olsa da, bilim dünyası için mitoslar masal olmaktan çıktı.
Diğer taraftan sanat ve edebiyat dünyası ve onların hitap ettiği büyük halk kitleleri için mitoslar halen hoş masallardır ve öyle de kalacaklardır. Çünkü, tarihsel gerçeklikler, mitoslarda düş gücüyle süslenerek masal tadında anlatılır. Şüphe yok ki antik çağlarda bu anlatımlar belirli bir amaca göre yapılırdı, çoğu kez de gerçeklikler amaca uygun olarak saptırılırdı ama dinleyenlerin de anlatılan her şeye fazla sorgulamadan inanması beklenirdi. Başka deyişle mitos, hemen her zaman siyasal ve ideolojik bir işlev yüklenmiştir. Kökeninde toplumsal ve siyasal yapı, üretim teknolojisi ve üretim ilişkileri, bunlara uygun bir ideoloji ve dinsel inanç sistemi vardır. “Mitos” dediğimiz masal, özellikle dinsel yapıyla örtüşür ve onu bütünüyle yansıtır, ama aynı zamanda toplumsal yaşamdaki gelişmeleri, zaferleri ve yenilgileri, sevinçleri ve acıları, birleşmeleri ve çöküşleri, inanç değişikliklerini, mitolojik bir dille anlatır. J. P. Mallory’in sözleriyle, “Bir halka ait efsaneler, yalnızca o halkın (genellikle arkaik) toplumsal yapısının şifreleri değildir, bu efsaneler aynı zamanda toplumsal davranışın güçlendiricisi de olmakta ve siyasal gerçeklerin kutsal beratları olarak iş görmektedir. ” Bu yapıları nedeniyle mitoslar, tarih araştırmaları için arkeologun kazı alanından çıkardığı antik eser kadar değerlidir. Böyle olduğu içindir ki, meşhur araştırmacı Georges Dumezil ve takipçileri dilbilimsel desteklere dayanmaksızın farklı Ön-Hint-Avrupa toplumlarının mitoslarını karşılaştırmalı bir yöntemle incelediler, kültürlerini karşılaştırdılar ve mitolojik kanıtlara dayanarak Hint-Avrupa toplumunun üçlü bir yapıda örgütlendiğini ileri sürdüler.
Mitologun temel görevi, mitosları masal gibi anlatmak değil, mitosların arkasındaki gerçeği yakalamak ve açıklamaktır. Elbet de ki bu iş, öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Bunu başarabilmek için mitosun ortaya çıktığı dönemdeki toplumların ekonomik, siyasal ve dinsel yapılarını, doğayla ve diğer toplumlarla kurdukları ilişkilerin biçimini ve niteliğini iyi bilmek gereklidir. Ama yine de bütün bunlar, bir mitologun sahip olması gereken asgari şartlardır.
Mitolojik anlatımın gizini çözebilmek için, bu anlatımın işlevini ve simgelerini de iyi bilmek, çalıştığı bilim alanını diğer bilim alanlarından soyutlamamak, ön yargılardan kurtulmak, bütünün bir parçasını değil tamamını görmeye çalışmak, belgeler ve olgularla desteklenmeyen teori, varsayım ve hipotezlerden her zaman kuşku duymak, çalışma disiplinine, keskin bir zekaya ve öngörüye sahip olmak gerekir.
Şu hovarda tanrı Zeus, kılık değiştirerek yerel tanrıçaların, Nymphaların ve prenseslerin ırzına neden geçer? “Irza geçmenin” siyasal, sosyal ve kültürel anlamı nedir? Kralların ya da kahramanların Zeus ya da Poseidon’un çocuğu olmaları gerçekte ne anlama gelir? Bir ülkenin Zeus’un hışmına uğrayarak yok olması; bir yerel tanrının Zeus’la ölümüne çarpışması ne demektir? Zeus’un, babası Kronosla çarpışmasının, Kronos’u ve titanları yenerek dünyaya egemen olmasının bize verdiği gerçek mesaj nedir? Zaferler, sevinçler, yenilgiler, acılar, sürgünler ve soykırımlar; kabilelerin birleşmeleri, büyümeleri ve çöküşleri mitolojik dilde nasıl anlatılır?
Mitologlar, bu türden soruları sormak ve mantıklı bir şekilde açıklamak zorundadırlar. Mitos ancak o zaman bir değer kazanır ve bir masal olmaktan kurtulur. Mitosları bu anlayışla ele aldığımızı ve seçkin mitologların görüşlerini size aktarmaya çalıştığımızı bir kez daha belirtmek istiyorum.