Köylerden birinde zengin ve açgözlü bir adam yaşıyormuş. Koyun ve keçilerden oluşan büyük bir sürüsü varmış. Öylesine cimriymiş ki sadece bir çobanı varmış ve çoban çok çalışmak zorunda kalıyormuş. Ücret konusunda hesaplaşma günü gelince sürüye zarar verdiğini iddia ettiği çobana hiçbir ödeme yapmadan işten çıkarıyor ve bir başkasını işe alıyormuş.
Bir gün yine çoban aramaya başlamış ama hiç kimse onunla çalışmak istemiyormuş. Sonra evsiz bir yetim bulmuş ve beş yıllığına işe almış. Beş yılın sonunda beş keçi yavrusu vereceğini söylemiş ve yetim çocuk büyük bir hevesle hayvanları gütmeye başlamış. Çok zorluk çekiyormuş ama sabırla katlanıyormuş. Göl kenarında sürüyü otlattığı çimenlikteki bir kulübede kalıyormuş.
Zaman akıp geçmiş, beş yılın sonuna yaklaşılmış. Sürüyü otlatan çobanın yanına beyaz sakallı yaşlı bir adam gelmiş. Çobanı selamlayan adam bir an durakladıktan sonra seslenmiş.
-Su içmekten gına geldi. Pelte gibi hissediyorum kendimi. Bir şeyler verebilir misin bana?
-Sevgili yaşlı adam, patronum sütün kaydını tutuyor ve ben onu kandırmak istemem. Ama izin verirsen kendi payımı tüm kalbimle sana ikram ederim.
Yaşlı adam sütü içip teşekkür etmiş ve söğüt ağaçlarına doğru yürüyerek gözden kaybolmuş.
O gece çoban çok tuhaf bir rüya görmüş. Rüyasında, sürüyle birlikte gölün dibindeymiş. Hava kararınca hayvanlar kıyıya çıkmış ama kendisi yüzemediği için çıkamıyormuş. O sırada süt ikram ettiği yaşlı adam görünmüş, sırtında bir keçi varmış. Keçi çobana doğru yaklaşınca çoban keçinin boynuzlarına tutunmuş, keçi onu karaya çıkarmış. Sürü bir araya gelmiş ve iki çoban köpeği, çobanın gölden çıkışını kutlarcasına neşeyle havlamaya başlamış. Çoban birden uyanmış. Güneş doğmuş, keçi ve koyunlar sağılma zamanını hatırlatmak istercesine meliyorlarmış. Çoban rüyanın etkisinden bir süre kurtulamamış ama sonra sıradan işlerine girişmiş.
Sonunda beş yıl bitmiş ve ücretini alma günü gelmiş. Çoban söz verilen 5 keçi yavrusunu talep etmiş zengin adamdan… Ama açgözlü zengin hiç oralı değilmiş. Hayvanlara iyi bakamadığı için çobanı suçlamış; hayvanların tüylerinin azaldığını, daha az süt verdiklerini iddia edip bağırıp çağırmış. Dayak yemediğine şükretmesi gerektiğini söylemiş çobana…
Zavallı çobana eşyalarını toplayıp gitmekten başka bir çare kalmamış. Eşyalarını bohçalayıp omzuna yükleyen çoban neredeyse ağlayacak bir halde kulübeyi terk etmiş. Zengin adam çobanın gidişini öfkeyle izliyormuş. Tam o anda çoban sürüden ayrılmış bir yavruyu fark etmiş. Meleyerek koşan keçi yavrusu alnını çobanın dizlerine sürtmeye başlamış. Buna dayanamayan çoban açgözlü patronuna seslenmiş.
-Bari bu yavruyu ver bana…
Sürüye göz kulak olmak için acele eden adam cevap vermiş.
-Senin olsun, yeter ki beni rahat bırak. Bu itli yavru sana yakışır zaten…
Nereye gideceğini bilmeyen çoban yürümeye başlamış. Keçi yavrusu da yanında koşuyormuş. Akşam olduğunda, eskiden keçileri otlattığı gölün karşı kıyısına geldiğini anlamış. Çok yorulduğu için geceyi orada geçirmeye karar vermiş. Ağaç dalları toplayıp ateş yakmış, bohçasını yastık yapıp uzanmış. Keçi yavrusu ise çobanın ayak ucuna oturmuş. Gece iki-3 kez ateşe odun atıp “psov, ov, ov” diye bağırmış, sanki hala sürüye çobanlık yapıyormuş gibi…
Sabah uyanmış, hava çok soğukmuş. Yaktığı ateş sönükmüş ve sürü liderinin ardında bir hayvan sürüsü daire şeklinde dizilmiş, ona bakıyorlarmış. Yavru keçi ise kafasını sallayarak otları kemiriyormuş.
O anda göle akan bir nehir oluşmuş. Çoban akıntıya bırakmış kendini, sürü de onu takip etmiş. Bir dağa varmışlar. Çoban bir çadır kurmuş ve sürüyü otlatmaya götürmüş.
Yıllar geçmiş. Çoban büyümüş ve komşu köyden bir kızla evlenip yuva kurmuş. Artık onun da bir çobanı varmış. Kendi acı yazgısını hiç unutmadığı için çobana çok iyi davranıyormuş. (mirckazok.ru)
Çeviri: Serap Canbek