“Keşke o bomba bizim burada patlasaydı. Biz Kürtler alışığız, ama; batıdan gelen o çocuklar misafirimizdi. Keşke biz ölseydik. Şimdi ne diyeceğiz annelerine?” demişti bir Kürt anne bundan bir yıl önce…
Doktorlar, öğretmenler, mühendisler, hukukçular, anneler, babalar, sevgililer, gülümsemelerini anlatmaktan vazgeçmeyeceğim ölümsüzler… Bir yıldır birbirinden ayrı, paramparça bedenler…
Hiçbir dilde anlatılamayacak acıları yazıya dökmek bize düştü…
Bomba, şiddet, kan, gözyaşı, sıcak, Temmuz, Temmuz’a gülümsemek… Bunlarla bir yıl önce tanıştık biz. Bir de yaralılara saldıran polislerle…
Geçen sene bugün dünyanın en güzel yolculuğuna çıktık. En güzel gülüşlerle en güzel türküleri söyledik. Kahvaltı ettik sonra karıncalarla birlikte. Oyuncaklarımızı gösterdik birbirimize.
Hepimiz vapurda martılara simit atmışızdır. Tam o sırada dağılan susamlar gibi dağıldık etrafa. O günden bu yana da toparlanamadık. Şarkılar yarım kaldı. Yeni şarkılar ‘düşenlere’ yazıldı.
Genç yaşta ölmek zordur, gençlerin ölümünü izlemek daha zor. İşte tam burada akla gelen
Işık’ın dizeleri:
“Yaşamak direnmektir yangın yüreklim
Biz ki yaşamaktan hiç korkmamışız
Ve tek bize hastır ‘yaşayan biziz’
Dercesine sessizce ölmek… “
Yaşayan biziz Ezgi! Yaşayan biziz Cebo! Yaşayan biziz Büşra!
Polen polen çiçeklenerek rüzgara karıştırlar, rüzgardan hayatın tüm karmaşasına neşe oldular, şiir oldular.
Yaşadıkça hayat veriyorlar martılara, serçelere, sincaplara.
Elinizle sincap beslemediyseniz eğer ‘yaşıyorum’ demeyin.
Biz yaşıyoruz her hücremizle. Yaşıyoruz direnerek. Öyle ağır, öyle sıcak gülümsüyoruz Temmuz’a…
Sinem Kılıç