Bu çalışma, daha önce gazetemizde aynı adla yayınlanan çalışmaların devamı niteliğinde olduğundan ilişkilendirilerek okunması önerilir. Gazetemizde bölümler halinde yayınlanan çalışmamızda çağımızdan kırk bin yıl önce İspanya ile Hindistan arasında yaşadığı kabul edilen ve bugün Kafkasya’da yaşayan yerli halkların ataları sayılan “Akdeniz Irkı”yla Yakındoğu’nun en eski tarihöncesi halkları arasındaki ilişkiler incelenmeye çalışılmaktadır.
Çağdaş/yerli Kafkas halklarının kökeninin Paleolitik dönemden itibaren Kafkasya’da yaşayan Homo Sapiens Sapienslere dayandığı güvenli bir şekilde kanıtlanmaktadır. Bu dönemden önce de Neanderthal ve Homo Sapiens gruplarının Kafkasya’da yaşadıkları yine aynı şekilde kanıtlanan bir gerçekliktir. Batı Kafkasya ile Doğu Akdeniz’deki aşölyen ve Musteryen yaşam bölgeleri arasında görülen maddi kültürel benzerlikler (iki bölgede yaşayan musteryen grupların genetik akrabalığına vurgu yapılmaktadır, Dolukhanov, s.142) bu dönemlerde de iki bölge arasında bir ilişki bulunduğunun kanıtı olarak değerlendirilmektedir; ancak bu dönemler çalışmamızın ilgi alanında olmayıp, çalışmamızın konusu Akdeniz Irkı’yla ilişkilendirilen Homo Sapiens Sapienslerin ilk ortaya çıktığı M.Ö. 40-45.000 yıllarına yöneliktir. Çalışmamızın bu bölümünde, sözünü ettiğimiz dönem itibariyle Kafkasya ve Kafkasya’nın güneyindeki bölgenin fiziksel coğrafyası, iklimi, bitki ve hayvan florası hakkındaki bilimsel bulgular tarihsel süreci içinde ele alınarak özetlenmeye çalışılacaktır.
Doğal Çevre ve İnsan Etkinliği
İlk ortaya çıktıkları andan itibaren insan grupları bir fiziksel coğrafyada yaşamışlar, yaşamak için ihtiyaç duydukları enerji kaynaklarını da doğa ya da çevre diyebileceğimiz coğrafi mekandan temin etmişlerdir. Diğer yandan çevrenin sunduğu maddi kaynaklar, bölgelere göre çok büyük farklılıklar gösterir ve bu farklılıklar da insan gruplarının yaşam biçimlerini dolaysız bir şekilde etkiler. Maddi kaynakların zenginliği, kıtlığı ve farklılığı kadar bunlardan nasıl yararlanılacağı konusu da, insan grupları için her zaman, her çağda önemli bir sorun olmuştur. Toplumbilim, bu sorunun, toplumsal ilişkileri çevrenin durumuna göre düzenleyerek (sık kullanılan deyimle çevreye uyum sağlayarak) çözülebildiğini ve tek çözümün de bu olduğunu göstermektedir. Ancak çevreye uyumun çok çeşitli biçimleri vardır. Binlerce yıllık insanlık tarihi, çeşitli insan gruplarının dünyanın hemen her yerinde, değişik iklim ve coğrafya şartlarında çevreye uyum sağlayarak yaşamayı başardığını da göstermektedir. Yine aynı şekilde insanlık tarihi farklı maddi kaynaklardan yararlanan insan gruplarının farklı yaşam biçimine ulaştıklarını, hiçbir gelişme göstermeyerek yerinde sayan toplumlar olduğu gibi ilerleyip gelişen toplumların da bulunduğunu, başka deyişle bazı toplumların (ya da grupların) doğanın pasif kullanıcıları olarak kaldıklarını, bazılarının da bu durumdan kurtularak besin üretici bir aşamaya ulaştıklarını kanıtlamaktadır.
Farklı bölgelerde ortaya çıkan benzersiz kültürlerin benzersiz ya da ortak özelliklerini incelemek konumuzun dışında olduğu gibi, toplumsal gelişmenin nedenlerini ve dinamiklerini incelemek de bu çalışmanın kapsamını çok aşar. Ele aldığımız konunun sınırlılıkları içerisinde çevre koşullarının toplumsal gelişmeyi etkileyip belirlediğini, farklı kültürlerin farklı bölgelerdeki toplumların çevreye uyum süreçlerinin bir sonucu olduğunu ileri süren ( başka deyişle tarihsel gelişmenin dinamiklerini genel hatlarıyla açıklamaya çalışan), bu bakımdan da ele aldığımız konuyu büyük ölçüde ilgilendiren bölgecilik (regionalism) görüşünden söz etmemiz gerekmektedir. Bu görüşe göre, bir coğrafi bölgede yaşayan insan grupları yaşamın sürdürülmesiyle ilgili yeme, içme barınma gibi temel ihtiyaçlarını farklı çevre şartlarına göre farklı şekillerde karşılamakta, bu yapısal dayatmaların sonucu olarak farklı bölgelerde, yaşamın nasıl devam edeceğine ve toplum yaşamının nasıl örgütleneceğine ilişkin farklı fikirler ortaya çıkmakta, bu fikirlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla da toplumsal bellek oluşmaktadır. (Dolukhanov, s.64)
Bu görüşler çerçevesinde, doğal çevrenin toplumsal yaşamı büyük ölçüde belirlediğini, toplumsal bilinci etkilediğini, insan toplumlarının farklılaşmasının önemli belirleyicilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Zamanımızdan kırk bin yıl önce Ortadoğu’da ve Avrupa’da (Atlantik’ten Ganj nehrine kadar olan bölgede) görülen, bazı bilim adamları tarafından Akdeniz halkıyla özdeşleştirilen ilk Homo Sapiens Sapienslerin yarattıkları farklı kültürleri bu görüşü temele alarak incelemeye çalışacağız.
Akdeniz Halkının Doğal Çevresi
Jeologlara göre Asya, Avrupa ve Afrika’nın coğrafi yapısı ve arazi şekli ele aldığımız dönemden çok önce ortaya çıkmış, bu dönemden sonra önemli bir değişiklik görülmemiştir; ancak o günden bu güne iklimde çok büyük ve köklü değişiklikler görüldü.
Dolukhanov, son buzul dönemindeki olayların bir bütün olarak insanlığın kaderi bakımından çok büyük önemi olduğunu belirtir. Yazarın kastettiği “olay” iklim değişikliğidir. Yine Dolukhanov’a göre bu dönemdeki “olaylar” nedeniyle Doğu Akdeniz bölgesindeki tarihöncesi nüfus, “dramatik” bir evrim süreci yaşadı. (Dolukhanov, s.128)
İşte, Homo Sapiens Sapiens böyle bir dönemde, son buzul döneminin orta Würm olarak adlandırılan ve 60.000-22.000 yılları arasına tarihlendirilen ikinci aşamasında görüldü. Birkaç ılık aralık da görülen bu dönemde Avrupa’da oldukça tek biçimli soğuk ve kuru bir iklim görülmektedir, ancak buzul yoktur. Bitki örtüsü olarak Avrupa genelinde ağaçsız bozkırlar egemendir. Yunanistan’da iğne yapraklı ormanlar görülmektedir.
Polen incelemelerine göre bu dönemde Doğu Akdeniz’de kurak bir iklim vardır. Egemen bitki örtüsü olarak tuzcul ispanakgiller görülmektedir. Nemli dönemlerde meşe ormanları yaygınlaşmaya başlamıştır. “Kafkasya’nın ikliminde de eş zamanlı dalgalanmalar” görülmüş, karışık meşe ormanlarının yayılmasına yol açan birkaç ılık dönem saptanmıştır.
Yukarı Würm aşamasında (22.000-15.000 yıl önce) tüm kuzey yarımkürede çok soğuk bir iklim kuşağı yaşanmıştır. Dünya genelindeki buz kütleleri en üst genişliğe ulaşmış, 20-22.000 yıl önce Avrupa’da kutup çölleri egemen olmuştur. Batı Avrupa’da da benzer bir çevre vardır. Güneybatı Fransa’da, 19.000 yıl öncesinde ve 17.200-16.100 yılları öncesinde ılıman iklim aralıkları saptanmıştır. Yunanistan’da, ağaçsız bozkırların egemen olduğu ve “şimdi Pamir Dağları’nda varolana benzer soğuk ve dondurucu bir iklimin” görüldüğü saptanmaktadır.
Sözü edilen dönemde Doğu Akdeniz’de soğuk ve kuru bir iklim görülmektedir. Bölge genelinde ağaçsız bozkırlar egemendir; buzullaşma en üst düzeydedir. Luz”a göre deniz seviyesi 130 metreye kadar düşmüş, havza küçülmüştür. (Dolukhanov, s.131) Buzullaşma artmış, daha alçak bölgelerde de kar yağışı görülmüştür.
Daha önceki dönemde olduğu gibi bu dönemde de Kafkasya’daki iklim, Doğu Akdeniz iklimiyle benzerlikler göstermekte, soğuk ve kurak bir iklim görülmektedir. Kafkasya’da da buzullaşma artmıştır. Hakim bitki örtüsü, ağaçsız bozkırlar ve iğne yapraklı ağaçların bulunduğu ormanlardır.
Yaklaşık 15.000 yıl kadar önce son buzulun son aşaması başlamıştır. Bu dönemde Fransa’da görülen ılıman iklim dalgası Avrupa buzul kuşağında da hissedilmiş, 14-13.000 yıl öncesinde daha yoğun bir ılıman dalga ortaya çıkmış, güney İskandinavya ve Rusya’nın büyük bir bölümü buzullardan arınmıştır. Sözü edilen zaman ve sonrasında, geniş yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar hızla bütün Avrupa’yı sardı ve sıcaklıklar eski döneme göre 8-9 derece arttı.
Polen analizlerine göre, bu dönemde bütün Ortadoğu’da sıcaklık önemli ölçüde arttı ve ormanlar yaygınlaştı. Aynı dönemde Kafkasya’da da sıcaklık ve nemlilik artmış, karışık meşe ormanları yaygınlaşmıştır.
Son buzul sırasındaki son dönem “Genç Dryas” olarak adlandırılmaktadır. 11-10.200 yıl öncesinde görülen Genç Dryas aşamasında tam bir buzul iklimi bütün kuzey yarımkürede görülmüş ve sıcaklık 5-8 derece düşmüştür. Genç Dryas etkisini bütün Ortadoğu’da da hissettirmiş, aşırı kuraklıkla birlikte ormansızlaşma görülmüştür. Aynı durum Kafkasya’da da görülmektedir.
Homo Sapiens ve Neanderthaller
“Homo”, insan; “sapiens”, akıllı ( zeki) demektir. Homo Sapiens, akıllı insan anlamına gelir. Daha önce de belirtildiği gibi, bilim adamlarının saptamalarına göre, anatomik yapıları tıpkı bizim gibi olan ve bizim sahip olduğumuz potansiyel güçlere sahip bulunan Homo Sapiensler, ilk kez zamanımızdan 140-150.0000 yıl önce Doğu Afrika’da yaşadılar. Bu zeki insanlar son buzulun ilk aşamasının sonunda, yaklaşık 75.000 bin yıl kadar önce Ortadoğu’ya yerleştiler. Buradan da tüm Avrupa ve Asya’ya yayıldılar.
Kafkasya’nın dahil olduğu Ortadoğu, batı Asya ve Avrupa, Homo Sapienslerden önce Neanderthallerin merkezi durumundaydı. (Dolukhanov, s. 136) Homo Sapienslerle Neanderthallar, yukarıda sözü edilen bölgelerde 30-35.000 yıl yan yana yaşadılar. Neanderthallerle sapienslerin ilişkileri antropolojide çok tartışıldı. Kimilerine göre Neanderthallerle Homo Sapiensler birbirine karıştı. Kimilerine göre de genetik uyuşmazlık nedeniyle, aynı coğrafyada iki ayrı tür olarak yaşadılar.
Bilim adamları Homo Sapiens ve Neanderthalleri farklı türler olarak kabul ettiklerinden, Neanderthalleri, Homo Neanderthalensis, çağdaş tipte insanı ise “Homo Sapiens” olarak anmaya başladılar. Fakat bulgular bu görüşün yanlışlığını kanıtladı. (Harari, s.27 )
Yakın zamanlardaki DNA araştırmaları modern Ortadoğu ve Avrupa halklarının DNA’larının yüzde 1 ile 4’ünün Neanderthal DNA’sı olduğunu ortaya çıkardı. Bu gerçekliklerin sonucu olarak bilim adamları Homo Neanderthalensis’i akıllı tür içerisine aldılar ve “Homo Sapiens” terimini her iki cinsi kapsar şekilde kullanmaya başladılar. Homo Sapiens’in evrimleşmesiyle ortaya çıkan insana ise, “Homo Sapiens Sapiens” denilmeye başlandı. (Maiseis, s.95)
Homo Sapiens Sapiens
Homo Sapiens Sapiens, modern insanın kırk bin yıl önce ortaya çıkan en yakın atasıdır. Çağdaş insanların onun soyundan geldiği genel olarak kabul edilmektedir. Akdeniz halkının varsayımsal atası da Homo Sapiens Sapiens’tir.
Bilim adamlarına göre Homo Sapiens Sapiens, tek bir mutasyonla değil, evrimsel sürecin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu süreci Dolukhanov şöyle açıklar:
“Homo Sapiens Sapiens’in ortaya çıkış mekanizması da diğer türlerinkine benzemekteydi. Dobzhanski’nin belirttiği gibi yeni türler, belirli bir yer zamanda doğmuş tek bir bireydeki mutasyonla ortaya çıkamazlar. Aksine türler farklı bölgelerde ve farklı zamanlarda olması muhtemel birçok mutasyonel adımın sonunda, gen farklılıklarının birikimi ile tedricen ortaya çıkar. Bu nedenle sapiense doğru yönelen mutasyonların alt ve orta Pleistosen boyunca farklı yerlerde belirdiği ileri sürülebilir. Büyük olasılıkla bu süreçte yine Afrika kıtası öncü rol oynamıştır. Fakat doğal seçim süreci sadece Son Buzul çağı sırasında, modern insan gruplarının ayrışan halklar, soy toplulukları ve ırklar biçiminde ortaya çıkmasına yol açtı. Aynı şekilde, birbiriyle eşleşmekten kaynaklanan gen akışının Homo Sapiens Sapiens’in geniş ölçekli çoğalmasından sorumlu ana mekanizma olduğu söylenebilir.” (Dolukhanov, s. 151)
Öyle görülüyor ki, Homo Sapiens Sapiens, binlerce yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan fiziksel, dilsel ve kültürel gelişimin genetik mirasını taşımaktadır. Bilim adamlarının saptamalarına göre, bazı sesleri çıkaramayan Neanderthallerin aksine Homo Sapienslerin dil potansiyelleri de modern insanlarla karşılaştırılabilecek düzeydeydi; bu nedenle Homo Sapiens Sapienslerde bu potansiyelin çok gelişkin olduğunu hiç duraklamadan söyleyebiliriz. Bu yetenek sayesinde Homo Sapiens Sapiensler her türlü bilgiyi algıladılar, kodladılar, ilettiler, depoladılar, çözümlediler, ideo-kültürel simgelerle ifade etmenin yolunu buldular. Mitsel öyküler kurguladılar. Bu öykülere inanan insanlar bir şeyleri birlikte hayal etmeye başladılar, bu da işbirliği yeteneğini geliştirdi. Yuval Noah Harrari, modern atalarımızın dil (iletişim) yetenekleri sayesinde bilişsel devrimin gerçekleştiğini ve dünyanın fethedildiğini ileri sürmektedir. (Harari, s.38)