“Dil varsa varız, dil yoksa yokuz”

-Jıneps: Köyün kuruluşunu anlatır mısınız?
-Erdinç Atile (Ateyba): Kayalar burada bir bölge ismi. Kayalar Çaybaşı, Kayalar Değirmendere, Kayalar Reşitbey, Kayalar Memduhiye gibi adlandırmalar var. Burası Kayalar Memduhiye.
Kuruluş 1864 değil, ondan eminiz. 1872’den sonra da değil. O sekiz yıllık aralık içinde kurulmuş, hangi tarih olduğuna dair kesin bilgi yok. Bu civarda oldukça geniş bir yerleşke var, muhtarlıkları ayrı. Aslında hepsi ilk kuruluşlarında, Abhazya’da benzetilen bölgelerin Abhazca adlarıyla kuruluyor.

-Abazaca adları nedir?
-İki tanesi biliniyor. Birisi burası, Xoap. Abhazya’da Gudauta’da bir köy Xoap. Ama o köyden gelenler değil, sadece coğrafi olarak benzetilerek o ad konuyor.
Komşu köy, Reşitbey, Lıxnı. Biliyorsunuz Lıxnı Abhazya’da tarihi kararların alındığı bir köy.
Kayalar bölgesinin dışında kalan Abaza köylerinin de böyle adları vardı. Önceleri şöyle algılanıyordu; “Köyde yaşayan insanların ataları Abhazya’dan çıktıkları köyün adını kurdukları köylere verdiler”. Bu doğru değil. Abhazya’da hangi coğrafi bölüme benziyorsa oranın adı verildi.

-Bu çevre öyle diyebilir miyiz?
-Aslında sadece Sakarya’da değil, bütün köyler öyle. Abhazya’da Xoap köyüne gittiğinizde benim sülalem Ateybalar’dan eser yok örneğin.

-Süreç içinde neler yaşandı?
-Kapalı devre yaşayan bir köydük, bu çevredeki köylerin hepsi. Köyümüzün çevresi tepelerle çevrili, şu anda yerleşimin olduğu alan düz. Çevre meşe ormanları, tarıma elverişli yerler de tarlalarımız.
Sakarya boğazının Kuvayı Milliye tarafından tutulduğu dönemde emniyet gerekçesiyle bu köy boşaltıldı. Hatta biraz direnince silah kullanılarak boşaltıldı.

-Sadece Memduhiye mi boşaltıldı?
-Bilgimiz kısıtlı bu konuda. Çünkü Çaybaşı’nda artık çok az Abhaz yaşıyor. Tamamen Abhaz köyüydü, hatta onun devamı Tapsalar da. Tapsa, Abhazya’da bir bölgenin adı. Kemaliye’ye kadar, Bilecik’e giden yoldan Sakarya nehrine kadar komple Abhaz yerleşkesiydi. İlk yerleşildiğinde eli silah tutanlar askere alındı. Çok ciddi askeri kayıplar var. Bir kuşak hiç dede bilmez. Silah altına alınanların yaş aralığı çok geniş. Evli, çocuklu insanlar da silah altına alındı. İşte o evli olanların kuşaklarıyla bu günlere gelindi.
Sürgünde yolda kayıplar, denizde kayıplar; bu trajediyi biliyoruz, anlatmayalım. Onun arkasından geldikleri yerde de hemen çeşitli cephelerde savaşa katıldılar. Osmanlı’nın dört bir tarafında; Yemen, Hicaz, Çanakkale, Balkanlar, Trablusgarp… Bilmiyorum abartı mı, Çanakkale’de o ünlü alayın birçoğunun Kafkas halklarından olduğu söyleniyor, tamamı şehit.

-Köy güvenlik nedeniyle mi boşaltılıyor?
-Evet. Bütün evler yıkıldı. Hendek’te Sarıyer diye bir köy var, aşağıda Kanlıçay vadisi var, oralara serpiştirildiler. Daha sonra geri geldiler ve sil baştan başladılar. Çok düzenli değilse de bir konutları vardı, en azından başlarını sokabilecekleri, onlar yakıldı, ahırlar yıkıldı, hayvanlar telef edildi. Yani sil baştan. Geri gelişte güney yönündeki tepelerin eteklerine yerleştiler, sonra köy büyüdü.

-Nüfus arttıkça mı genişledi?
-Hayır. Köyün adı Xoap demiştik, Xoap eski yerleşke. Bu köy iki bölüm aslında. 1945 sonrası yine Abhaz göçüne maruz kaldı burası. II. Dünya savaşı sonrası. Düzce’nin Konuralp beldesinin üst tarafında Kasaba var. Türkiye’deki Abhaz köylerinin en büyüğü idi Kasaba. O dönemde 300 hane civarında vardı. Olumsuz yaşam koşulları nedeniyle üç büyük sülale tümüyle oradan göç edip buraya yerleşti. Benim babam da sonradan buraya göç etti, Elbruz bey köyünden, tek olarak geldi. Burada sülalesi vardı. Annemler Kasaba’dan geldi. Annem burada gelin oldu.

-Kasaba’dan neden göç ettiler?
-II. Dünya Savaşı döneminin sıkıntıları. Mısır bulamamak, yiyecek bulamamak… Orası biraz daha sarp coğrafi yapıda. Şimdi orada yaşayanlar fındıktan kazanıyor ama mısır olmazsa olmaz Abazalar için. Kasabalılar bir dönem bir teneke mısır için Gölyaka’ya, Efteni’ye gidiyorlarmış.
Önce bir aile geldi, diğerlerine “satın, gelin” dedi, domino etkisi yarattı. Geldikleri köy boşaldı.

-Yerleştikleri kısma başka bir isim verdiler mi?
-Hayır. Xoap’ın bir anda nüfusu arttı, anlaşmazlıklar çıkmaya başladı. İşte “siz daha dün geldiniz” sözleri edildi. Yeni gelenlere Düzça diye isim verdiler. Düzce’den geldiler ya o anlamda. Yeni gelenler de eskilere Xoap’ha dediler. Hala söyleyenler de var. Ama bunun köyün adı olduğunu yeni nesil bilmiyor. Düzce’den gelen göçle köyün entegrasyonu tamamlanıncaya kadar bir didişme vardı. Şimdi esprileri yapılıyor. Önceleri kavgaydı, kinayeydi, aşağılamaydı.

-1864-1872 tarihleri arası köyü kuranlar, Düzce Kasaba’dan göç edenler ve bir de farklı yerlerden gelen aileler var, baban gibi…
-Evet. Babam Elbruzbey köyünden geldi, bir de Beytullah var, onlar da Esmahanım’dan geldi.
Bu civardaki köylere o sekiz yıllık süreçte kara yoluyla gelenler de var. Sürgün yıllarında Samsun’da karaya çıkıp, geçici yerleşip sonra buraya gelenler. Bu bölgenin insanlarının, her yıl 21 Mayıs’ta anma etkinliği düzenlediğimiz Kefken Babalı sahillerine çıktıkları düşünülüyor. Düzce’den gelenlerin; Düzce Melen çayının denize döküldüğü yerle Akçakoca’ya deniz yoluyla gelenlerin olduğu düşünülüyor. Babalı Karaağaç’tan dağılanlar daha çok Harmantepe, Acıelma köylerine yerleştiler. Adapazarı’nın kuzeyinde kalan köyler. Kayalar bölgesine de yine oradan gelindiği söyleniyor. Net kanıt yok elimizde. Anlatılanları biz de size aktarıyoruz.

-Köyü kuranlar yaşamak için ne yaptılar?
-Tarım ve hayvancılık. Ama zaman içerisinde bu yetmiyor. Meşe ormanı eteklerinde yerleşkeleri. Kafkasya’dan göç etmiş olanların ortak özelliği olarak görüyorum bunu. Ormana çok saygı duyan bir toplum ama ormansız da yapamayan bir toplum.
Devlet kontrolünde, seyreltme yöntemiyle kesim yapılıyor. Bazen devlet burada acımasız davranıyor, biz tepki gösteriyoruz.
Başlangıçta konut yapmak, ısınmak için ağaçlar kullanıldı, daha sonra da geçim kaynağı olarak, kesip satarak… Her ailenin bir koruluğu vardı, kullanacak ama yetiştirecek aynı zamanda. Bugün çevremiz hala orman bu sayede.

-Herkesin bir koruluğu nasıl gerçekleşti?
-Köyün ileri gelenleri, köyün ihtiyar meclisi; belirli işaretlemelerle sınırları belirleyip dağıttı, herkes kendi tarlası gibi ormanına baktı. Bizim de vardı bir yerimiz, hala duruyor. Ev için odun getireceğiz ya, babam nerede düzgün yetişmemiş, yıkılmak üzere olan var, onları keserdi, düzgün bir ağacı kesemezdi, kıyamazdı. Emeği vardı çünkü. İçinde tarım alanımız da vardı, fındıklık olarak duruyor, çevresindeki orman da duruyor ama orman artık devletin ormanı, bize ait değil.

-Kafkasya’dan gelen bir saygı da var doğaya…
-Kesinlikle. İnsanlarımız o zamanki kesim aracı olan baltanın ağzını çuvalla bağlamadan ormanın içine girmezdi. Hani bir hayvan kesilirken bıçak gösterilmez ya. Caniliği gizlemeye yönelik bir altyapısı vardır bunun ama Abhazlardaki doğaya saygı anlayışını bugün hala Kafkasya’da görebiliyoruz.
Orman eteğinde yaşayan yerleşkelere bakın. Nerede Abhaz köyü var, oranın muhakkak hala ormanı var.

-Geçmişten bugüne neler değişti?
-Delikli demirin icat edilmesiyle… Buradaki delikli demir; şimdilerde medya başta olmak üzere birçok şey.
Tarım alanlarının büyüyen ailelere yetmeyip farklı kaynak arayışlarına girilmesi, eğitimin çekim gücü, birçok şey sıralanabilir… Doğumumdan itibaren Ateyba Erdinç olarak toplumumuzun Aleifüa dediği bize ait uygulamaların hepsinden nasibimi aldım. Bu yönden şanslıyım benden sonraki nesle göre ama bir o kadar da şanssızım. Doğduğum andan itibaren bugüne kültür varlığımız hızlı bir şekilde yok oluyor ve bizim yaş kuşağı tamamına şahitlik ediyoruz.
Şansımız neydi? Artık tarih olmuş bazı uygulamaların bile şahidi olduk, gördük. Anlatılarla değil, görerek şahit olduk. Bu tamam. Ama yok oluşa da, gözümüzün önünden film şeridi gibi kayarcasına şahitlik ediyoruz.
Dil varsa varız, dil yoksa yokuz. Yavaş yavaş sıra dile geldi, gidiyor.
Biz bu vatanın asli unsurlarıyız bence, birçok kişinin böyle düşündüğünü biliyorum. Burası bizim vatanımız, vatan olabilmesi için her şey yapıldı, kanla suladık burayı da. Ama bir de atavatanımız var orada, Abhazya, bugüne kadar bir şekilde korunmuş. Son zamanlarda emperyal devletlerin girişimi ve tepişmesi sırasında bir el “ben varım” diye ortaya çıktı, birileri tanıdı. Bu bir şans aslında, dünyada yaşayan Abhazya ve Kafkasyalıların mücadeleleriyle değil dönemin getirisi bence. Orada yasalarla dil korunmaya çalışılıyor, burada öyle bir yasamız yok. Şu anda bilen konuşan kişiler bu dünyayı terk ettiğinde bu dil burada yaşamıyor olacak. Benim neslim buna da şahitlik ediyor bir şekilde. Köyde hala konuşanlar var elbet, hani Tevfik Esenç’in son Ubıh oluşu gibi, Abazaca’yı son konuşanlar olmayız umarım. Karamsarlık olarak görmeyin.
-Köydeki yaşam kaygısına geri dönersek…
-Kapalı toplumken kültüründen ve dilinden zerre ödün vermedi ama kapalılık yetmemeye başladığında, dışarıya göç başladı. İç göçten bahsediyorum; eğitim için, iş için.. gerekçesi her ne ise köyün terkedilmesi. Teknolojinin gelişmesi, elektriğin kırsal kesime gelmesi, arkasından televizyon… Köyde, evlerimizde henüz televizyon yokken eski köy kahvesine televizyon alındığında zaten bazı ritüellerimiz yıkıldı.
Kadınlarımızın dizileri vardı, kahvede onların ayrı bir bölümü vardı, orada film veya dizi izlemeye başladılar. Bu kadınlar açısından bir “yenilik” tabi ki. Herkes için “yenilikti”. Sadece geleneklere bağlı yaşanmayabilir ama “yeniliğe” kucak açarken gelenekleri esnetmemek gibi bir ilke de olmalıydı.
Bu durum sadece bizim köyümüzle sınırlı değil tabi ki, bizim durumumuzda olan diğer tüm halklar için geçerli. Televizyon benim gözümde bir delikli demir. Ondan sonraki süreci anlatmaya gerek yok. Geldiğimiz yer bunu gösteriyor.
Şimdi kış geldiğinde köyümüz adeta hayalet köy. Aile herhangi bir kentte yaşıyor diyelim, yazın buraya geliyor, diyelim ki tatile gidecekler, çocuklar “biz burada kalalım siz gidin” diyorlar. Köyü tatile tercih ediyorlar. Buradaki cıvıl cıvıl havanın etkisinden oluyor.

-Kışın hayalet köy derken, Memduhiye’nin dışında yaşayan bir kesim var ama evleri burada ve kışın kapanıyor mu?
-Tamamen kapanmıyor ama gençler gidiyor. Yazın köyün çehresi değişiyor. Sadece bu köyden olanları kastetmiyorum, yeğenler geliyor, akrabalar geliyor… Hani eskiden büyük aileler vardı ya, büyük dededen toruna, evlerimiz o havaya bürünüyor.
Gençler kendi aralarında kaynaşıp, o kardeşlik duygularını en üst seviyeye taşıyor, bunu görmek bize ayrı bir mutluluk veriyor. Bir bahar havası olarak algılıyoruz. En önemli olgu, kültürel yapımızın -altını kalın çizgiyle çiziyorum- kız-erkek ayırmadan, kendi aralarındaki görüşmelerde çatıyı kardeşliğin oluşturması. Biraz geç vakte kaldıklarında, delikanlılar kızlara eşlik edip evlerine bırakırlar, evine girinceye kadar da beklerler. Kapalı toplum iken de uygulanan şey buydu, birbirine sahip çıkma olgusu.

-Memduhiye köy mü mahalle mi şimdi?
-Mahalle. Büyükşehire bağlı bir mahalle. Hala orman köylüsüyüz ama orman köylerinin de büyükşehirlerde 2019’a kadar adaptasyon süreçleri var. Yerlerimizden, arazilerimizden vergi alınmıyor örneğin, böyle bir muafiyetimiz var.

-Köye ait tarla vb. mahalle olunca belediyeye mi geçiyor?
-Meralarımız var. Mera yönetimi diye bir oluşumumuz da var, hayvancılık amacıyla. Açık alan, otlak ve ekili alan, yine hayvancılığa yönelik. Büyükşehir belediyesi ya da egemen yapı sonunda bunları alacak, konut için alınacak bunu biliyoruz, ne kadar geç olursa o kadar iyi.

-Üniversite için bir birim kuracağız diyerek şirin bir şeyler gösterip sonrasında bir bakmışız…
-Sakarya’da Büyükşehir Belediye Başkanı da dahil olmak üzere özellikle Kayalar’ın dokusunu bozmamak gibi bir yaklaşım var. Çünkü Sakarya’nın kırsal kesiminde yüz akımız diye gösterebildikleri yerlerden bir tanesi burası. Ama Erenler ilçe belediye başkanı hiç sıcak bakmıyor. Bir an önce talan edebilmenin hesabını yapıyor.

-Bugün Memduhiye köyü emekliler cenneti mi?
-Aynen…

-Kışlık ısınma nasıl oluyor?
-Odun ve tabi ki kömür. Evlerimiz git gide kaloriferli evler haline geliyor, ben biraz ayak diriyorum. Kazan dairesi görevlisi haline gelmemek için. Genellikle katı yakıt, kömür kullanılıyor.

-Doğalgaz?
-Köylerde henüz biraz zor.

-Abhazya uzun yaşayanların ülkesi. Bu köyde çok uzun yaşayan Abazalar var mı?
-106 yaşında akran iki yaşlımız var bizim. Biri Ajiyba Lütfü Özdemir, biri de Barsıs Recep Özkan.

-Bu köyden çıkan ünlüler?
-Şansal Büyüka. Keriman Halis, Türkiye güzeli. Bu köyden olduğunu söylüyorlar ama biz buna dair net bir şey bilmiyoruz. Kayalar dendiğinde bu köyü de kapsayan geniş bir bölge ya.

-Köyde bazı bahçelerde mezarlar var. Onun hikâyesi?
-Evlerine, topraklarına yakın yerlerde gömülmek. Bugün Abhazya’da da bu yöntem uygulanıyor. Altında yatan felsefe; burası satılmasın, satılıp terk edilmesin, hani ölülerimizi de satacağız… Aynı aile devam etsin. Böyle söyleniyor ama bu ne kadar doğrudur, ne kadar eskiye dayanıyor bunu bilmiyoruz.r

-Çok teşekkür ediyoruz.
-Sürçülisan ettiysek affola. Anlattıklarımızın içinde duyumlar da var. Bu duyumlar gerçeği yansıtmıyor olabilir. Elimizden geldiğince imtina etmeye çalıştık ama böyle bir bilginin karışmamış olma ihtimali yok. Bunun için okurlar mazur görsünler. Bu bilgileri paylaştığınız okuyucularınıza bizim de selamlarımızı katın. Bizden onlara selam olsun.

Sarıkamış ve tesadüfler…
Abhazya’dan Memduhiye’ye gelen ilk Abaza…

-İlk Abhazya’ya gidişin?
-Erdinç: Abhazya’ya ilk 1989’da gittim, kasım ayıydı.
İnsanların Sarp sınır kapısından yığınlar halinde geçmeye başladıkları zamanlar. Tesadüfen Rize’deydim, o kervana ben de katıldım. Bundan söz açılınca Abhazya’dan buraya ilk gelen insanı hatırladım.
Amca eşlerine biz cicianne diyoruz. Ciciannemin babası I. Dünya Savaşında Sarıkamış’ta savaşıyordu. Bir arkadaşı yaralanmış. Siperde yaralıyı oyalamak için Abazaca şarkı söylemeye başlamış. Karşı siperden Abazaca bir ses yükselmiş; “O şarkıyı söyleyen kim?”. Bir diyalogdan sonra “Sen Türk değilsen, ben Rus değilsem biz niye savaşıyoruz?” diyorlar ve sözleşip birlikte kaçıyorlar. Tarihler anlatıya uyuyor. Savaş 1914-1918 arası, 1917 Bolşevik devrimi, o devrimden önce Sarıkamış. Ciciannem burada beşikteydi. Yüz yaşını doldurduğunda vefat ettiğini anlatırlar.
Ciciannenin babası Rus cephesindeki Abaza ile Abhazha’ya kaçtı. Kendi sülalesinden akrabalarını buldu. Ona “Geri döndün, vatanındasın, seni evlendirelim” demişler. “Evliyim, orada bir de kızım var, ortalık yatışırsa gitmeliyim” olmuş yanıtı. Ortalık yatışmadan 1917 Ekim Devrimi oluyor, dönemiyor. Orada tekrar evleniyor ve ciciannemin bir erkek kardeşi dünyaya geliyor. Ciciannemin erkek kardeşinin oğlu, Viktor kapılar açılınca geliyor buraya, ilk o geliyor.
1989’un sonunda da ben gidiyorum. Sarp sınır kapısından yaya geçerek, korkarak, pejmürde bir şekilde gidiyorum. Eski elbiseler falan. Karşı tarafın adı Sarpi. Sarpi’de bir taksi buldum, taksi de değil aslında, para verdiğin her araba taksicilik yapıyor. Biraz Türkçe de konuşan birisi, “Sohum’a götürür müsün” dedim, “Götürürüm” dedi. Pazarlık yapmaya başladık. 50 dolar istedi, vereceğim ama hiç itiraz etmeden verirsem beni çok paralı biri zannedecek, yolda niyeti farklılaşacak. Böyle bir korku da var. Tek silahım da bir tane falçata. O kadar paramın olmadığını söyledim, pazarlık yaptık ve 25 dolara anlaştık. Yolda bir yakıt istasyonuna girdi, istasyona da bezemiyor, geçsem önünden istasyon olduğunu anlamazdım. 40 litre benzin aldı, 40 ruble ödedi. 1 dolar 40 ruble ediyordu. Yani adam zarar etmedi onu anlatmaya çalışıyorum. Yanına dönerken beraber dönebileceği bir arkadaş olsun istedi, kabul etmedim, her ihtimale karşın.
Ulaştığımda ilk bir kaç gün Viktor’u aramadım. Kendim gözlem yapacağım diye ortalıklarda dolaştım. Şu anda faal olmayan bir otelde kaldım, Abhazyam Otel. Güzel bir oteldi, deniz kıyısında. Otele ilk girdiğimde şüpheli baktılar. Abazacayı onların anlayamayacağı kadar aksansız konuşabiliyorum. Pasaport sormadılar. “Türkiye’den gelen Abazalardanım” desem ortalık hareketlenecek ama öyle olsun istemedim. O zaman çok Gürcü de var, hep Gürcüce konuşuluyor, çok zor Abazaca duyuluyordu. Biraz da endişelendim. Sonra Viktor’la buluştuk.

-Viktor buraya geldiğinde cicianne ile karşılaşmasını anlatır mısın?
-Ciciannemin yeğeni, Viktor 1976’da geliyor ve ciciannem olağanüstü koşullarda Moskova üzerinden aktarmalı Abhazya’ya gidiyor ve kardeşiyle buluşuyor. Onun buraya yerleşen, ev yapan üç oğlu var. Biri kaza kurşunuyla kendini vurdu, temizlik yaparken. Büyük oğlu askerdi, küçüğü Önder abi, o da askerdi. Hava Kuvvetlerinde idi, pilottu, 1971 muhtırasında ordudan atılmıştı. 1974’te Ecevit affı var, o aftan çıktı. İşte o arada iletişim kuruldu, ciciannenin kardeşinin Abhazya’da olduğu ortaya çıktı. Önder abi Sovyetler Birliği Konsolosluğuna gidip gelmeye başlamıştı. Annesini dayısına göndermek için girişimlerde bulunmuştu.
Viktor gelince ciciannem çok mutlu olmuştur elbet ama asıl bu köyün insanının ne hissettiği çok önemli. Büyük olaydı.

Abaza mahkemesi…

-Toplumsal kabul gören bir sorun çözme yöntemi var. Sınır anlaşmazlığı, iki aile arası anlaşmazlık, vb. Nasıl uygulanıyor?
-Erdinç: Yaşanmış bir olayla bunu cevaplayayım. Bu köyden iki kişi birbirini mahkemeye vermiş. Sınır anlaşmazlığı nedeniyle. O zaman Sakarya yok, Adapazarı var. Adliyedeki hâkim duruşma günü davacı ve davalıya “Siz Kayalar’dan mısınız?” diye soruyor. Yanıt “evet”. Hâkim; “Şimdi sizin büyüklerinizin uyguladığı o kalıcı adalet sizi bizim adliyeye getirecek kadar bitti mi?” deyince ikisi de utanıp birbirlerinden özür dileyerek davalarını geri alıp dönüyorlar.

-Hâkim Abaza mı?
-Abaza değil ama burayı biliyordu. O iki kişi hâkimin lafı ile kendine geldi ve “Biz ne yaptık” diyerek utanıp geri döndüler.
Bu toplumun uzayan bazı kan davalarını bastırma yöntemleri de var. Kan davasını birinci olaydan hemen sonra bitirmek için çok gayret gösteriyorlar aslında. Bu işlerde çok becerikli olduğunu bildiğimiz biri yine bu köyde yaşadı. Eskişehir, İnegöl, Bartın, Aşağı İhsaniye… gibi çevrelerde, Abhazların yaşadığı yerlerde olaylar olduğunda çağrılan bizim büyük amcamız. Rahmetli oldu. Ateyba Kamil, Kara Kamil lakaplıydı. Zor olan sorunlarda aranırdı. Onun katılmadığı bir barış toplantısında sonuca ulaşılamazsa “Kamil burada olsaydı böyle olmazdı” dendiği anlatılır, ne kadar gerçektir bilmiyorum. Birikim, deneyim ve inat; davayı sonuçlandırmadan masadan kalkmaması…
Farklı uygulamalar oluyordu. Çocuk becayişini duydunuz mu hiç? Aileler gönüllü vermezse, aracılar barıştırılması gereken sülaleden bir çocuğu kaçırıp diğer tarafa teslim eder. O taraftan bir anne tarafından emzirilmesi sağlanarak sütkardeşliği devreye sokulur. Duygular sömürülüyordu belki ama barış için yapılıyordu.

-Bu kararı Ayhabı verebiliyor mu? Çocuğu kaçırın şeklinde.
-Son çareler bunlar. Evet, verebiliyor.

-Dava ile uğraşırken taraflarla görüşerek mi ilerliyor?
-Diyelim iki aile husumetli. Davaya bakacak olan önce davalı ve davacı ailelerle görüşmez. Önce tarafsız insanlarla görüşerek bu davanın gelişme sürecini iyi öğrenir. Sonra X ailesi ile görüşmesi için, o ailenin geri çeviremeyeceği bir kişiyi seçer ve gönderir, mesajı şudur; “Bu davanın görüşme yetkisini bana verin”. Avukatın vekâlet almasına benziyor. Y ailesine de aynı şekilde aynı mesajla bir aracı gidiyor. Bu iki elçi, Axduksa aynı zamanda iki ailenin kefili oluyor. Barıştırıcı kişilerin önemli bir düsturu var. Bir kelime vardır; Aximdzığ. “Bu olaydan iki aileyi de sütten çıkmış ak kaşık gibi, lekesiz çıkaracağız” düsturudur bu. Yani olay bir vurgunluksa, vuran tarafın böbürleneceği, diğer tarafın da kendini aşağılayacağı bir durum yaratılmadan sonuç alınacak. Denge sağlayacak şekilde görüşmeler vardı.

-Çocuk kaçırıp bir anneye emzirmek konusu Kafkasya konusunda genel bir uygulama olmalı…
-“Çocuğuna bakan, analık yapan, kardeşlik yapanlara sen düşman olamazsın”, bunu ön plana çıkarmak için yapıyorlardı. Bir aşama daha var, barış sürecine temayül gösteriyorsa bir aile ama biraz da nazlanırlar ya, aileden yaşı küçük bir gence, diğer aileden yaşlı bir annenin -özür dileyerek söylüyorum- memesi sembolik olarak ısırtılıyordu. Bebeğin gerçekten emzirmesini sembolize etmek içindi bu uygulama.
Evet, bu uygulama Kafkas halklarında var. Geçmişte Abhazya ile Kabardey arasında bir savaş çıkmaması için benzer bir uygulama oldu. İki taraftan gözleri bağlı yüzer anne çocuklarını değiştirdiler, çocuklarını hangi anneye verdiklerini bilmeden. 100 çocuk bu tarafa, 100 çocuk o tarafa. Savaşın engellenmesi için anneler devreye giriyor. Bunu Bagrat Şinkuba çok güzel yazmıştı.
-Muharrem: Kamil amcayla ilgili bir anı var onu anlatayım. Köye birileri geldi, başka bir köyden; iki aile kavga etmiş, vurgunluk söz konusu. Kamil amcadan bir büyük olarak sorunun halledilmesi için aracılık yapmasını istediler. Kamil amca; “Tamam oğlum, siz gidin” dedi. Gelenler “Davayı kabul edersen seni götürmek için özellikle geldik” dediler ama o “Oğlum siz gidin, ben gelirim” dedi. Otomobil yok, ulaşım sıkıntılı, adamlar ısrar ediyor, Kamil amca gitmiyor. Köyümüzden Fikri abi, “Yav niye binmiyor arabaya, şimdi bana araba bul götür diyecek” diye içinden söyleniyor. Gelenler dönüyor. Fikri abi içinden söylediğini sesli söylüyor bu defa; “Niye binmedin hazır arabaya? Şimdi bana araba bul, götür diyeceksin” diyor. Kamil amca; “Evet, bul diyeceğim, falanca kişiyi de söyle hazırlansın, bir saat sonra birlikte gideceğiz” demiş. “Amca niye gitmedin?” diye sordum. “Oğlum, orada vurgunluk olmuş, ölümlü vurgunluk. Beni götüren kişi ya onlardan ya bunlardan yanadır. Belki oraya gidene kadar beni etkileyecekti. O zaman benim orada hiçbir sıfatım kalmazdı. Hiçbir şey yapamadan geriye dönmek zorunda kalabilirdim” dedi.
Tarafsızlığını korumak için böyle davrandığını herkes anladı sonuçta.
Kamil amcanın sözü çok keskindi. Erdinç’in sülalesinden olduğu için detaya girmeyebilir diye anlatayım istedim. Öyle iri kıyım biri değildi ama çok inatçıydı, masaya son yumruk vurulmadan oradan kalkmazdı.

Köy düğünü…

-Düğünlerde değişen dönüşen bir şeyler var mı? Neler vardı geçmişte, bugün göremediğimiz?
-Erdinç: Düğünlerimizle ilgili değişikliğe uğrayan ufak tefek bazı şeyler var ama büyük bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz.

-Köy düğünü yapılıyor mu hâlâ?
-Elbette.

-Eskisi gibi yoğun mu?
-Son zamanlarda yoğunluk arttı. Yeter ki gençler evlensin. Köy düğünlerine geri dönüş başladı. Silah yüzünden korkan insanlar salonlarda düğün yapıyorlardı. Köylerin bir araya gelip aldığı kararlar sonucu olumlu bir geri dönüş var köy düğünlerine. Köyde evi yoksa bile bir kır düğünü yaparak köy düğünlerine çevirdi bizim insanlarımız düğünlerini.

-Köy düğünleri maddi yönden hırpalayıcı olmuyor mu?
-Maddi yönden hırpalayıcıdır ama silah kullanımının yasaklanma sürecinde sözünü ettiğim, çok eskilere dayanan dayanışma ile altından kalkılıyor. (Bknz; Meclis kararı: Düğünlerde silah kullanılmayacak)

-Düğünler Apsuva oyunu ile mi gerçekleşiyor?
-Elbette. Apsuva’yı, başka bir köy katılmaksızın en iyi oynayıp uygulayabilen köylerden bir tanesi idi bu köy ama bu köyün şimdi mızıka çalan genci yok. Amırzakan Azırhüo deriz el mızıkası yani amırzakanı çalana. Aslında çalan demek değil onu söyleten demek.
Çocuklar için el mızıkası programı başlattık geçen yıl, Zerrin hocanın önderliğinde. Orta yaşlılardan epeyce var çalabilen, kadın ağırlıklı ama erkeklerden de çalan var.
Müzik başladığında tahtanın başında sopa tutan erkekler, birlikte müziğe eşlik ederler, öyle ki çok sesli müziğin temelini oluşturduğunu da düşünürüm. Bir kişinin yöresel ağızla, doğaçlama söylediklerine tahta başındaki herkes katılır, koro halinde söylerler. Müzik devamınca koro da susmaz.
Tahta başında oturup, sopa ile tahtaya vurarak ve koro halinde el mızıkasına eşlik eden erkekler, sırayla Apsuva oynar.

-Farklı köylerden gruplar düğüne katılınca ne oluyor?
-Başka bir grup oyuna katılmak istiyorsa, tahtanın boyu uzuyor. Oyun da uzuyor.
Tahta başında oturma düzeni de şöyle oluyor; en uzak misafirden başlar sıra, yaş hiyerarşisine de uyulur. Örneğin Memduhiye’deki düğüne Reşitbey’den gelen ev sahibi gibidir, Düzce’den gelen varsa daha ağır bir misafirdir.

-Apsuva oynamasını bilmeyen birisi tahtaya oturur mu?
-Oturmaz, zaten oturursa ritmi de bozar. Apsuva’daki ritmi biliyor musunuz? Bir doktor stetoskopuyla dinlediğiniz kalp atışı ritmidir Apsuva ritmi. Tahta başında oturanların ortak yürek sesi olarak algılanır. Apsuva’yı bilmeyen birisi oturursa hemen sırıtır, ritmi bozar. El armonikası (Amırzakan) Apsuva oyununa sonradan katıldı. Doğada ritim için kullanılan ilk şey ağaç ve insan sesi, Apsuva bu ikisi ile başladı. Amırzakan sonra.
Abazalar’da büyük cemiyetler içinde iki erkeğin ya da iki kadının karşılıklı oynaması ayıptır. Bir kadın, bir erkek oynar. Aslında geçmişe gittiğimizde bu uygulama kadının erkeğin yanında eşit haklara sahip olduğunu işaret ediyor.
Babamın torunlarına, ağzıyla Apsuva müziği yapıp oyunu öğretmeye çalıştığını hatırlarım.

-Çocukluk, gençlik döneminizdeki köy düğünleriyle şimdiki köy düğünleri aynı mıdır?
-Kayıplar, değişiklikler var. Değişikliklerin temelini oluşturan en önemli şey ikram yani yemek. Önceden abısta ve etin Abhaz usulü sunumu vardı. Ajixuta ve Abısta. Ajiu et demek xuta pay. Eski ikramlar çok daha zor ve zaman alıcı idi. Eski düğünlere katılım bugünkü kadar olmuyordu. Ulaşım sıkıntısı, iletişim sorunu vb. nedenlerle. Elçi gönderilerek davet yapılıyordu. Köyde hatırı sayılır bir iki kişiye söyleniyordu, onlar kimleri yanına alıp gelirse ağırlanıyorlardı. Şimdi davetiye var. Düğün yapan bildiği isimlere davetiye yazıyor, başka bir köydeki kadim dostuna da boş davetiyeler yolluyor, uygun gördüğü kişilere dağıtması için. Düğünlere katılım eskiye göre biraz daha fazla. Ama artık ikram Türk mutfağı; et, pilav, kavurma, tatlı… Hazır yemek.

-Kaç gün sürer düğünler?
-Düğün cumartesi ve pazar yapılır. Ama çarşamba gününden gelin almaya gidiliyordu. Gelin geldiğinde düğün avlusunda düğün havası esmeye başlıyordu.
Bir de kız kaçırma var. Diyelim ki kışın biri eşini kaçırdı, düğün yaza kalsın isteniyor. Bizim kültürümüzde kız evleneceği kişinin evine götürülmüyor, bunu biliyoruz, Tatsamhara denilen uzun bir süreç başlıyordu. Tatsamhara aslında biraz da gelinin kendine özel mahrem alanı demek. Düğün oluncaya kadar kış koşullarında dahi “Memduhiye’de Tatsamhara var, oraya gidelim” diyerek gelip Apsuva oynayıp dönerlerdi. Ailelerden yaşı biraz büyükler geldiğinde diyelim koç kesip sofra kurup ağırlar, öyle yolcu ederlerdi. Mesela benim Hikmet dayının tatsamharasının 6 ay sürdüğü söylenir.
Şimdi tek gün düğün uygulaması var. İlk uygulanan köy burası, ilk uygulayan da tahmin ediyorum Ertan abi. “Düğün tek gün olacak” dedi ve uyguladı. Pazar günü, sabah başlayacak gece kaça kadar sürerse.

-Gelin alma?
-Gelin uzaktaysa belki bir gün önce.

-Gelin alayı nasıl karşılanıyor?
-Gelin içeri girmeden önce bir seremonisi var, oldukça derin anlamları var. Bugün biz hala yapıyoruz, erkekler yapıyor.
Hani batılılarda nedime vardır ya bizde de tatsayüza var, gelinin yanında ona eşlik eden bir kız arkadaşı. O aynı zamanda düğünün de sembolik genel direktörüdür, fiilen bir şey yapmaz ama düğün onun üzerinde kurgulanıyor. Oyun başlayacaksa ilk sopayı o verecek, ilk oyunu o oynayacak. Her şeyde ilkler onun. Bekâr ve genç bir kız. Bu da genç kızlara duyulan güveni temsil ediyor yanılmıyorsam. Ona asıl o benliği kazandıranlar ise onun çevresindeki köyün gençleri, ona o unvanı verdiren gençler, asıl hizmet eden alttaki grup. Onu el üstünde tutuyorlar. O mümkünse ailenin birinci derece akrabası olmayacak, mümkünse aynı köyden de olmayacak. Gelinin köyünden hiç olmaz. Damadın ailesi seçer o kızı. Aranan özellikler; oyun biliyor olması, mızıka çalabilmesi, toplum içinde aktif davranabilmesi, medeni cesaretinin fazla olması…
Gelinin köyünden gelinle birlikte gelenin adı da Ayüza, o bir erkek arkadaş. Onun varlığı kızın gönüllü olduğunun da bir göstergesi. Gelin eve teslim oluncaya kadar her şeyinden sorumlu olan, sorumluluk yükü/omuz yükü çok ağır olan bir unvan o da. O erkek gelinin akrabası değil ama köyünden, dolaylı akrabası olabilir. Yetkisi de çok. Örneğin bir nedenden gelini öldürebilir ya da kolundan tutup “bu gelin size layık değil” diye geri götürebilir. Geri yollamazlar ama ben yetkilerini anlatıyorum.

-Kız kaçırma nasıl gerçekleşiyor?
-Kız güvendiği, köyünden erkek arkadaşlarından bir ikisine çıtlatıyor. “Benim de gönlüm var, gideceğim” diyor açıkçası. Gerideki organizasyonu aslında kız yapıyor ama erkek tarafından da kızın köyündeki yaşıtlarla bir şekilde temas sağlanıyor. Bir nokta belirleniyor, erkek tarafı orada bekliyor. O heyette bir grup genç var, grubun Ayhabılığını (liderliğini) yapabilecek nitelikte biri de var, Adıgelerin Thamade dediği biri.
Kız da arkadaşları ile buluşma noktasına geliyor. Bu bazen bir ev, bazen yolda bir yer.
İstenmeyen bir olay araya girerse, oyunu bozacak bir şey olursa arada ulak görevi yapanlar da var. “Biraz gecikme olacak, kız evden çıkamadı, babası yatmadı-uyumadı” gibisinden. Günümüzde bunlara gerek kalmadı, iletişim kolay artık.

-Müstakbel geline gideceği köye kadar kim eşlik eder?
-Bir erkek arkadaşı. Kaçarken de normal gerçekleşende de bir erkek arkadaşı. Bu erkek de gelinle beraber hangi eve konuk olunacaksa orada kalıyor. Kaçma olayında kız erkek evine götürülmüyor, düğüne kadar farklı bir evde ağırlanıyor, emanet aile diyelim. Ertesi gün işte o evin büyüğü, evin büyüğü yoksa genci yanına köyden bir büyük alıp kız tarafına gidiyor ve “kızınız bizde” diyor. O ziyaretin yapılacağından köyün de bir şekilde haberi oluyor. Diyelim ki kızın ailesinden “Neden böyle oldu” gibi bir kızgınlık olursa çevre araya giriyor. “Olay bitti, yapmamız gerekene gelelim” diyerek bir şekilde kızgın aileyi yatıştırıyorlar. Kızgınlığı süren kızın ailesi komşularına “Nasıl biliyorsanız öyle yapın” da diyebiliyor.
Emanet aile Abadzdzei görevini de üstleniyor. Ab baba demek, babanın vekili oluyor, kızın babasının vekili. Diyelim bir gün anlaşmazlık oldu, kaçarak evlenen çiftler ayrıldığında gelin babasının evine gidemez, önce geldiği eve gidecek, emanet eve.

-Ayüza kızla birlikte emanet evde ne kadar kalıyor?
-Diyelim ki gelin 6 ay o evde bekleyecek, ayüza da mı orada bekleyecek? Hayır. Hani kız tarafından bir haber gelecek ya, onların gönderecekleri haber; “Büyüklerinizi gönderin”. Bizde söz kesmeyi aile yapmıyor. Hatta yakın akraba da yapmaz. Kaçmalarda da aleni de olsa. Yaş olarak akran olamayan bir heyet oluşturulur. Bir büyük, yolda o büyüğün başına bir hal gelirse, mesela hastalanırsa onun görevini alabilecek ikinci bir büyük, kademeli olarak farklı yaşlarda dört kişi ile altı kişi arasında değişen, günümüzde bir otomobile kaç kişi sığarsa diye sınırlanan bir heyet. Sembolik olarak bir para da götürürler aileye, süt hakkı diye. Önceden sembolik değildi, tipik başlık parasıydı, bugün öyle değil, tam tersine götürdüğün taraf “bunu geri götürün” diyor.
Kaçmadan evlenecek kızın kimliği, söz kesme heyetine teslim edilir. Kaçan kız için de aynı yöntem uygulanır. Yani kız kaçarken kimliğini getirmez, bir sonraki hamleyi biliyor ya, kimliğini yanına almaz. “Tamam, siz alacağınızı aldınız ama biz de şahsiyetini size veriyoruz” gibisinden kimlik söz heyetine teslim edilir. “Düğününüzü istediğiniz gibi yapabilirsiniz” yetkisiyle heyet döner.
Heyetin dönüşünden sonra, kızın yanındaki arkadaşını geri göndermek için de bir seremoni var. Bir hayvan kesilir, Abhaz geleneklerine uygun bir şekilde gelinin arkadaşı yaşıtlarıyla eve davet edilir, teşekkür edilir ve yolcu edilir. Görevine düğüne kadar ara verilmiş olur. Düğün başlamadan önce geri gelir. Emanet evden erkek evine gelin alması yapılırken gelinin yanında olur, sonra düğüne katılır.

-Kızın geçici konakladığı ev konusunda biraz daha bilgi aktarır mısınız?
-Muharrem: Kızın oturtulduğu ev hakikaten kızın babası kadar yetkili. Diyelim kızın babası “vermiyorum kızımı” derse, uzlaşmaya yanaşmazsa o evin yetkilisi bunları evlendirmeye muktedirdir.
-Erdinç: Evet, muktedir. Kızın babası “Kızımı kaçıranın ailesiyle dost olmayacağım, dostluklarını reddediyorum” derse, önce kendi köylüleri uğraşıyor onunla. Dost olmamakta direterek ölmüş bir örnek bilmiyorum. Olumsuz yaklaşımda iki kişi devreye giriyor, “Ne olursa olsun ben yanındayım” diyor birlikte geldiği erkek arkadaşı. Kızın ailesinin tepkisini düşürme yetkisi var onun. Kızın getirildiği aile de “Bundan sonra bu kızın ailesi benim” diyerek aracı kurum olabiliyor.

-Barışmam diyen kız tarafının ailesi toplumda ayıplanır mı?
-Çok çeşitli yerlerden baskı yapılır aileye. Bazen inatçılık yapıp özellikle uzun sürdüren birini hatırlıyorum. Çok direndi kendi kızını görmemekte ama sonra damadı çok değerli oldu.
Şunları da eklemeli. Düğünü yapacak aile köye; “Böyle bir düğün yapmak istiyorum sizlerden aldığım güçle, ne diyorsunuz?” diyerek danışır. Yanıtı şudur; “Utanacağımız, toplum önünde boynumuzu bükecek bir durumla Allah bizi karşılaştırmasın”. Abazalarda düğün köyündür, gelin hanenindir.

Meclis kararı: Düğünlerde silah kullanılmayacak!

-Erdinç: 2004 yılında bu köyde bir düğünde bir silahtan çıkan mermilerle bir kişi öldü, bir kaç kişi yaralandı. Ölen bir kadındı ve benim yaşıtımdı, hatta ilkokulda aynı sırada oturuyorduk. Bunun üzerine Lıxnı köyünün (Reşitbey. Memduhiye gibi katışıksız Abaza köyü değil. Karadeniz göçüne dayanamadı. 60 hane kadar Abaza yaşıyor ama köy artık 300-400 hane oldu) büyükleri buraya geldiler. Düzce ile İzmit arasında kalan Abaza köyleri içerisinde lokomotif özelliği taşıyan birleşik iki köy, katışıksız Abazalar yaşıyor, Balbalı köyü, “Nasıl bir karar alırsanız alın destekleyeceğiz” dediler. Önce dar alan toplantıları yapıldı, giderek işin rengi değişti.
Reşitbey, Memduhiye ve Balbalı, üç köyün ihtiyar heyetleri ve onları destekleyen gençlerden oluşan toplantılar yapıldı. Alınan karar şuydu: Bundan sonra köylerde yapılacak düğünlerde, düğün içinde silah atılmayacak. Düğün sahibi gelen konuklara içki vermeyecek. Bir temel atıldı ve devam etti.
Bolu Dağından İzmit’e kadar Abaza ve Adige köylerine haber verildi. Reşitbey durumundaki yerler genel toplantıya katılmadı. Benzer köylerin yaklaşımı şuydu; “Köyümüzdeki Abaza ya da Adıgeleri biz kontrol ederiz ancak kontrol edemeyeceğimiz büyüklükte başka halklar var, bunun sözünü veremeyiz”.
65 köyden delege katıldı. Köyün büyüklüğüne göre 2 ile 4 arasında delegeyle temsil edildi. Meclis, Memduhiye’nin merkezinde kuruldu. Halk meclisiydi tam anlamıyla. Toplantı öncesi bir divan teşkil edildi, oturumu yönetecek, söz verecek vd. konuları netleştirmek için. Bir de taslak bir tüzük hazırlandı, kararlar ihlal edildiğinde yaptırımların neler olacağı belirlendi. Yaptırım gücü olmalı idi bu kongrenin. Yaptırımı yasaklarla sağlayamazsınız. En büyük silah Abazaca Apxaşara Adigece Xaynape olarak tanımladığımız şeydir. Kuralı ihlal eden kişinin topluma karşı terbiyesizliği olarak algılanacak.
Düğünlerimizde bir dayanışma geleneği vardır. Eskilerimiz bahşiş de demiş ama bahşiş hizmet eden birine verilen bir şey, hoş durmuyor. Düğüne getirilen bir para vardır. Ya da yakın akrabalar takı takarlar. Güzel bir dayanışma örneğidir, çok eskidir bu uygulama. Düğün sahibine destektir. İsim listesi yapılır, gelen kişinin getirdiği miktar yazılır, düğün yapılan her evin böyle bir muhasebe defteri vardır.
Kuralı ihlal eden, silah atan kişi; hediyesi iade edilerek “Hediyeni de seni de burada istemiyoruz” denilerek toplum dışı edilir, rencide edilir. Tekrarında cenaze ve düğünlere katılımı engellenir, kendisinin cenaze ve düğününe gidilmez. Bunun gibi ağır yaptırımların olduğu kararlar alındı. Düğün sahibi içki vermeyecek. Düğün davetiyesinde “Cemiyetimizde silah atılması yasaktır” ibaresi olacak. Bir hoş geldiniz tabelası asılır bizde, onun altına yine “Cemiyetimizde, düğünümüzde silah atılması yasaktır” uyarısı olacak. Kısaca silah kullanan kişinin tecrit edilmesine yönelik bir uygulamaydı. Anayasa gibiydi. Tüzük demek bile doğru değil.
15. yılında, başladığı yer Memduhiye’de bir toplantı planı vardı. Büyüklerimizin, “Bazı yerlerde küçük küçük çatlaklar oluştu, çatlağı onarmazsak daha fazla su kaçırır” endişesiyle bir yıl öne alındı. Ama uyarıdan daha çok motive etmeye dönük bir toplantı halinde organize edilecek. Memduhiye ve Balbalı birlikte hazırlanacağız. 14. yılda, 2018’de 6 Mayıs’ta Balbalı köyünde bir toplantı var.
Alınmış kararı disiplinle uygulayan kamuoyumuza ve halkımıza teşekkür edilecek. Unutmuş gibi davrananlara hatırlatılacak. O zaman 5-6 yaşında olan bugünün delikanlılarının, üniversitelilerinin taşın altına ellerini sokmaları sağlanacak…
Hafızayı taşımak, görev dağılımında gönüllülük esasıyla bu davanın yürütücüsü olmak, taşın altına elini sokmak… kültürel bir toplantı gibi. Festival havasında bir gün düşünülüyor.

-Bu köyü delege olarak temsil edenler nasıl belirlendi?
-Hemen herkes katıldı toplantılara. Kadınlar da tabi ki. İsimler yazıldı ve delege oldu ama bu köyün tamamı bu tür cemiyetlerde fahri denetçi oldu. Cumhur abi mesela, delege, bugün 80 yaşında, o zaman 65 yaşındaydı. 14-15 yıl gibi bir zaman geçti, biz orta yaş statüsüne geçtik, çocuklar büyüdü genç oldu.

-Başlangıçtaki delegeler devam mı ediyor?
-Aynen devam ediyor.

-Kaç kişi?
-Memduhiye köyünün listesi yazmıyor. Hani kurucu başkanlar vardır ya, öyle bir misyon var. Balbalı ile Memduhiye’nin delege isimleri yazmıyor. İlk oluşumda organizatör onlar. Köylerden gelen delegelerin bazıları vefat etmiş, bir yenileme de gerekiyordu. O zaman şart şöyle konmuştu; “Köyde herkesin sözünü dinleyeceği, itimat edeceği 3-4 kişiyle katılımınızı rica ediyoruz” şeklinde. Davetiye ile değil toplumda kabul gören ulaklarla oluşturulmuştu o diplomasi. Yani gelecek kişi de işin ciddiyetini anlasın düşüncesiyle.

Çocuklara Anadil ve Amırzakan

-Çocuklara yönelik çalışmalardan söz eder misiniz?
-Sakarya’da dil dersi vermek üzere Abhazya’dan görevli gönderilen Axa Şamha bizim için bir fırsat oldu. Geçen sene cumartesi ve pazar günleri burada derslik açtık. Kiril alfabesi ile Abhazca dil dersi verdi. Bir büyük bir küçük kategori yaptık, yaşlara göre, 2’şer saat ders aldılar. Çocuklar çok iyi Abazaca öğrendiler dersek yalan olur ama Kiril alfabesi ile okuyabilir hale geldiler. Ailelerin de biraz gayret sarfetmesi gerek. Yaptığımız şeyi çok önemli buluyorum, yüreklere kıvılcım düştüğünü düşünüyorum.
Büyükler dersteyken küçükler diğer tarafta Zerrin hoca ile el armonikası -Abazaca Amırzakan- öğreniyorlardı. Gelen öğretmen Şamha idi, Zerrin hoca da hem ona eşlik ediyordu hem de müzik dersi veriyordu.
Daha önceden bir hazırlık yapmıştım, Almanya’dan ikinci el mızıkalar toplamıştım, internet üzerinden. Gelenlerden rica ederek köye ulaştırdık. Hiç değilse eğitim başladığında herkesin elinde bir mızıka olabilsin diye. Onu kendiyle özdeşleştirsin istiyordum. 10-12 adet mızıkamız vardı. İki grup halinde eğitim verilince, herkesin elinde bir mızıka oldu.

-Artık devam etmeyen bir çalışmadan mı bahsediyoruz?
-Mızıka şimdi whatsapp grubuyla devam ediyor.

-Kaç yaşında çocuklar?
-En büyüklerinden biri lise üçe giden benim kızım. En küçüğü de 9 yaşlarındaydı. Mızıka eğitiminde 12 çocuk vardı.

-Apsuva çalmaya mı öğreniyorlar?
-Nota ile çalıyorlar. Kafe çalarak başladılar. Ama Apsuva olmazsa olmaz. Hem Apsuvasın hem de Apsuvayı bilmeyeceksin, olmaz. Hep birlikte, aynı anda aynı müziği çalabiliyorlar.

-Dil eğitiminde kaç kişi vardı?
-35 kişi, kızlı-erkekli. 20 yaş üstü üniversiteli çocuklarımız da vardı.

-Bir kültür gecesinden söz etmiştiniz…
-Geçtiğimiz yaz en önemli faaliyetimiz dil eğitimiyle ilgiliydi. Sakarya’da bir kültür gecesi düzenlenmişti. Bizim köyün gençlerinin damgasını vurduğu bir kültür gecesiydi. Abhazya’nın Abazalara veriliş şekli piyes haline getirildi. Küçük çocuklarımız Abazaca skeçlerle, şiirlerle, atışmalarla geceye damga vurdu.

-Kim eğitti çocukları?
-Anadil öğretmenimiz, Zerrin hoca ve ben. Yağmur duası var Zivava, onu da yaptı çocuklarımız. Salon doluydu.
Şöyle bir şey de yapmıştık. Zivava’yı öğrenirlerken Babalı sahilinde yaşanmış bir hikâyeyi de anlattık çocuklara. İçselleştirmelerine destek oldu ve Zivava çok önemli bir hale geldi.
Köre renk anlatmak gibi anlatmak çok zor aslında yaşananları.

Hane sayısı… Biraz da siyaset…

-Köydeki hane sayısını biliyor musunuz?
-Erdinç: Köyün nüfusuna kayıtlı olan hane sayısı 320. Artı, eksi 5 diyelim.
Köydeki Abazalar depremden önce daha azdı, depremden sonra geri dönüş oldu. Tamamı 12 ay boyunca burada değilse de burada evleri var. 235-240 arasında Abaza hanesi var. Nüfus olarak ise Abaza dışındakilerin nüfusu neredeyse bizimkine yaklaşıyor. Abazaların nüfusu 750-800.

-Yani 235-240 hanenin karşılığı 750-800 Abaza. Toplam 320 hane demiştik, kalan 90 hanenin karşılığı, yani Abaza olmayanlar da 700 kişi…
-Yani tam 700 değilse de diyelim 100 eksisi var, 600. Bizim nüfus konusunda hakikaten çok ciddi sıkıntımız var.
Abhaz Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulundaydım. Sosyal Kültürel Etkinliklerden sorumluydum ilk kurulduğunda. Bir istatistik çalışması yaptık, çok kesin ve sağlıklı değil ama bir bilgi veriyor. Belli bir ay aralığında, köylerimizde ve kentlerde ulaşabileceğimiz azami yere ulaşarak, kaç kişinin öldüğü, kaç kişinin doğduğunun tespitini yaptık. İnsanı karamsarlığa düşüren bir sonuçtu. 500 küsur ölüm, bu tabi bizim öğrendiğimiz, kayıt altına alamadıklarımız da var, aynı anda her yerde olamıyorsunuz. Cenazelerde dernekler de bildirim yapıyorlar. Doğumlarda ise genellikle çevredeki insanların pek haberi olmuyor. 500 küsur ölüm, 100 doğum kaydettik. Ölümü sabit tutup doğumu iki katına çıkarttık, yine de oran kötüydü.
Nüfus artış hızını çok şey etkiliyor bizde. İşte bir Manav, Türk, Laz erkek 25 yaşında evleniyor, 3-4 çocuğu oluyor, 40 yaşında çocuğunu evlendiriyor, torun görüyor.
Bizde şöyle bir anlayış hâkim oldu, hep nitelikli evlat yetiştirelim istedik. Nicelik olmadan nitelik olacak mı? Hepimiz general olalım, ee kim silah tutacak? Böyle bir anlayışla hareket ediyoruz.
Annem 6 kez doğum yapmış, yokluk içerisinde. Arka bahçede biber, domates çapalarken çocuğunu önüne oyalanacağı bir şeyler koyup bahçenin bir kenarında gölgeye oturtup büyütmüş. Annem koşar adım yürürdü, yürümeyi bilmiyordu, nasıl yürüsün? Babama tarlada yardım edecek, öküzün yularını tutacak, yetişip arkadan çiziğe tohum dökecek, gelecek hayvanlarını sağacak ve sağdığını değerlendirecek, ailenin yemeğini yapacak, çocukları büyütecek… Bütün bunlar yürüyerek olmuyor ki, sürekli koşması gerekiyordu, annem yürümeyi unutanlardandı. Ondan önceki kuşak daha da çilekeşti. O koşullarda bir sürü çocuk büyüten, asıl eli öpülesi anneler onlar bence.
Şimdi pastayı az kişi paylaşsın düşüncesi var ve ekonomik olarak daha nitelikli birey yetişsin, daha iyi eğitim verebilelim düşüncesi hâkim. Ama bu arada başka bir şeyi de kaybediyoruz bunları sağlarken. İşte bunu tabana temel düşünce olarak nasıl yayacağız?
Kötü örnek, örnek olmaz, evet ben geç evlendim, hata ettiğimi kabul ediyorum.

-Muhtarımız Abaza mı?
-Evet, Abaza.

-Hep Abaza mıydı?
-Hep Abazaydı.

-Köyümüzde sorunların çözümü noktasında büyükşehir belediyesiyle ilişkileriniz nasıl?
-Biz biraz imtiyazlı köyüz/mahalleyiz. Bunun birçok nedeni var. Her şeyden önce buradan meclise gitmiş bir milletvekilimiz var. Engin Özkoç, CHP’de. Yanısıra bir önceki dönem milletvekilliği yapmış bir damadımız var. Kendisi aslen Karslı idi ama Bursa’dan milletvekili seçildi. Burada oturuyor artık, Kemal Ekinci. Abaza değil ama köyde miras yoluyla karısına kalan yerde ev yaptırdı.

-Konu milletvekilinden açılmışken, bir de Abaza milletvekili var, MHP’den onu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Şöyle söyleyeyim, milliyetçilik bir partinin tekelinde olur ise onu biraz kafatasçılık olarak değerlendiriyorum. Türk kafatasçılığını neden bir Abaza savunsun diye düşünüyorum. MHP vekili Zihni Açba, üniversite yıllarında aktif, ülkücü hareketten gelen bir kişi; bunu hiçbir zaman anlamlandıramıyorum.
Abhazya’dan da sordular. “Engin’in partisinin ideolojisi ne?” Sosyal demokrasi, sosyal demokrat diye anlatıyorum; enternasyonal deyimler olduğu için anlaşılıyor. “Zihni Açba için ne diyorsun” sorusunu şöyle yanıtlayabildim. “Rusya’da Jirinovski var ya onun taraftarı gibi düşünebilirsiniz.” Başka nasıl anlatayım bilmiyorum. Bu ideali ne içindir onu bilmiyorum.
Sakarya’da MHP’nin il teşkilatı başkanı da bir Abaza. Onun babası da daha önce il yönetim başkanlığı yaptı. Hukukçular galiba baba-oğul. Babadan oğula geçiş, insanlar bir şeylerden etkileniyor ve siyasi görüşleri de farklılaşıyor. Sonuçta bizim köyde ciddi sayıda MHP’li var. Engin Özkoç bizim köyden aday örnek olarak, bu köyden onun çıkması lazım ama MHP’ye oy çıkıyor.

-Köyden çıkan oyları biliyor musunuz?
-Abaza olmayanların etkisiyle AKP birinci parti. Kanaatimizi yansıtacak olursak, köyde yaşayan Abazaların oy oranını biliyor musun derseniz %80’i CHP, %20’si dağılıyor diğer partilere. İşte onların bazıları tutucu.

-MHP’ye oy veren var mı?
-Var.

-HDP’ye oy veren var mı?
-Birkaç tane.

Kayalar Abhaz Kültür Derneği

-Köydeki derneğin yönetim kurulu üyeleri kimler? Erdinç Atile başkan, diğerleri?
-Erdinç: Engin Öztekin, Müjdat Özkoç, Dursun Özçelik, Zülfü Kazan, Ömer Özdemir, Berkan Kazan.
Ömer’le Berkan, özellikle onların altını çizin, genç kardeşlerimiz. İkisi de üniversite mezunu. İş nedeniyle köy dışına gidebilirler, o zamana kadar böyle bir sosyal çalışmanın içinde olsunlar istedik, kendileri de seviyorlar, üzerlerine her ne görev düşüyorsa gereğince yapıyorlar.

-Dernek neler yapıyor?
-Dernek aslında bir STK olsun, bir kurum olsun diye var. Derneğin üye sayısını arttırmak için bir gayretimiz yok, her evden 18 yaşını doldurmuş herkesi üye yapabiliriz. Dernek sıfatıyla eski okul ve okulun içinde bulunduğu alan elimizden alınmasın diye orada bir gençlik merkezi kurduk. Eski okulun bir salonu bilardo salonu, diğer bir sınıfta gençlerimiz spor yapıyorlar. Ağırlık çalışmaları vb. yapılabilecek aletleri aldık, bir spor merkezi gibi oldu. Diğer bir oda dernek merkezi.
Tam anlamıyla asimilasyonu olabildiğince uzatmak, çaba bu, derneğin yaptığı şey bu. Dernek olarak yapıyoruz dersek haksızlık ederiz. Bunu köy olarak hep birlikte yapıyoruz.

-Voleybol turnuvasından söz eder misiniz?
-Köylerden ve derneklerden takımlar katılıyor. Mesela Sakarya Abhaz Derneği de katıldı geçen sene. Takım sayısının 30’u geçtiği oluyor. Grup maçları yapılıyor, 4’erli gruplar oluşturuluyor. Grup birinci ve ikincileri eleme sistemi maçlar yapıyor.

-Maçlar hafta sonları mı geceleri mi yapılıyor?
-Yaz ayları. Bir ramazan etkinliği gibi başlamıştı önce. Ramazanda bizim düğünlerimiz olmuyor. Böyle bir aktiviteyle gençlerin birbirini tanıması ve kaynaşması için. Takımlar da bir köyün parçası, köyler arası kaynaşma da sağlanıyor. Temel düşünce bu. Hakemler de bizim insanımız, dışarıdan hakem getirilmiyor. Kesinlikle amatör ruhla hareket ediyoruz. Bu arada bazen hararet yükselebiliyor.
Ramazan ayı malum her yıl değişiyor, sabit değil. Artık bir ramazan etkinliği değil turnuva. Sabit bir takvim oluşturuldu. Cemiyet etkinlikleri ile çakışmayan, onlara sekte vurmayan bir takvim.

-Maçlar geceleri mi yapılıyor daha çok?
-Geceleri yapılıyor.

-Seyirciler, tribün oluyor mu yoksa sandalyelerle mi?
-Düğünlerde kullandığımız masa ve taburelerimiz var. Tabureler tek kişilik değil, arkalıksız bir sıra. Bunun dışında büyükşehir belediyesinden portatif tribünlerin de getirildiği oldu. Mesela Halilbey’de kademeli doğal tribünler var.

-Düzce’de de voleybol turnuvası var.
-Muharrem: Düzce Şaguç’ta yapılan turnuvaya bizimkiler 2-3 köyden 7-8 kişi toplayıp katıldılar. Orada Çerkes olmayanlar da turnuvaya katılabiliyor. Aralarında bir gerilim oldu. Nedeni şu: Bir Düzce milletvekili, Gürcü imiş, maçı izleyenler arasındaymış. Maç bitiminde bizimkilere kupalarını verdikten sonra Abhaz bayrağı açmayın demişler. Bizimkiler de “Kupa istemiyoruz, burada Abhaz bayrağı açacağız” demişler. Böyle bir şey yaşanmış.
Takımın önünde bir pankart vardı, yedek oyuncuların önünde. Milletvekili bunu kaldırsınlar demiş. Bunu biz duymadık ama bir gerilim olduğunu gördük. Sahada itişmeler oldu.
Meğer Gürcistan ekibi gelmiş, maçlardan sonra ekip çıkacakmış. Gürcistan ekibinin orada Çerkeslerin içinde ne işi var? Bir detay da bu. Öyle ayrıldık oradan.


Cavit dayı (1929-26.07.1990) (Pabba)

-Erdinç: Öyle birini anlatarak size hissettirme şansımız yok. O ilginç bir kişiliktir. Çok hassas, kimseyi incitmemeye çalışan… Her konuda çok hassasiyet gösterip ince eleyip sık dokuyan biri ama bununla beraber çok da kırılgan. Şöyle ki; tavla oynarken ona göre atmamanız gereken bir zar atarsanız kırılabilir. Oyun için bile olsa söylediği sözün kırıcı olduğunu düşünüyorsa böyle bir tepki gösterdiği için de üzülür. Ama bir dakika sonra her şey biter, unutulur. Böyle hassas bir tip. Bu kadar ince bir çizgide.
Giydiğim bir ayakkabıyı beğenmişti. “Yeğen ayakkabıların çok güzel” dedi. Annemle amca çocukları oldukları için yeğen derdi. “Dayı, vereyim hemen” dedim. Kabul etmedi, zaten ayağına da olmazdı. “Haftaya getireyim” dedim. Hayır demedi, getir de demedi, fiyatını sordu, parasını verecek ya. Kolay kolay kimseden bir şey istemez, sakınır. Sonra “43 numara giyiyorum” dedi, “Tamam dayı, gelebilirsem haftaya, gelemezsem ilk gelişimde getireceğim” dedim. “Ama unutma ha” dedi ve el işareti ile iki parmağının arasını işaret edip “Ne 42 ne de 44, arası 43 numara, 43’ü unutmaman için bunu söylüyorum” dedi. Bu tarifi bir anı olarak kaldı.
CHP delegeliği de yaptı il yönetiminde. Cumhuriyet gazetesinde sıra atlamışlığı yoktu, her satırına kadar okurdu. 1970’lerde biz çocuktuk, köye elektrik geldi, trafonun açılışı yapıldı. Açılış bizim Abhaz mutfağının ürünleriyle yapıldı. Sakarya valisi de geldi, yanılmıyorsam milletvekilleri de vardı. Konuşmalar yapıldı. Cavit dayı bir dönem muhtarlık yaptı ama o dönem muhtar değildi sanırım. O da bir konuşma yaptı, yaptığı konuşma gelenleri hayrete düşürdü. Hani güreşte terse düşmek derler ya gelenlerin hepsi terse düşmüştü. Çok bilgili bir adamdı. Yalnız yaşadı ve yalnız öldü.
-Muharrem: Askerliği bitirdik geldik Timur’la. Bir iş söz konusu, kafamız bir şeylere takıldı. Cavit abi ile sohbet edelim dedik. Gittik Cavit abiye, “Böyle bir iş var ama bunun uzun vadedeki getirisi bizi mutlu etmeyecek, ne yapacağız diye düşünüyoruz” dedik. “Size başımdan geçen bir olayı anlatayım” dedi ve anlattı: “Sakarya’daki lastik fabrikasının temeli atılmıştı. Ben ve Şansal Büyüka’nın en büyük abisi başıboş geziyoruz. Gittik oraya, ikimizde de ortaokul diploması var. Bekçi kulübesinde bir yer yapmışlar, müracaat ettik. Oradakiler umursamıyorlar, biraz sohbet ettim, sohbet ederken diplomalarımızı da verdim. O zaman ortaokul diploması önemli. Görünce ‘Şantiye şefini çağıracağız’ dediler ve çağırdılar. Çay demlendi, oturduk, çayımızı içtik, sohbet ettik. ‘Biz inşaat aşamasında çalışmayı hedefledik, üretime geçene kadar beklemek istemedik’ diye anlattık. Şantiye şefi, “Siz bu donanımla neden inşaat işine müracaat ettiniz” diye sordu. ‘Şu anda işsiziz, sigara paramızı annemizden babamızdan alıyoruz, en azından sigara paramızı garantiye almak için böyle bir işe başvurduk’ diye anlattık.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz