Bu ay, Yalova iline bağlı Fevziye köyündeydik/(Шъуыцэ хьаблэ/Şü’ıtse Hable)
-Serap Canbek, Zafer Süren, Çurmıt Sebahattin
-Fevzi Güven: Köyümüzü Kafkasya’dan gelen dedelerimiz kurdu. Osmanlı’nın gerileme devrinde Kafkasya’dan göç eden Çerkesler; Balkanlarda Tuna boylarından Ortadoğu’ya kadar, gelebilecek her türlü tehlikeye karşı önlem olarak yerleştirildiler. Müslüman Gürcüler de göç etmişlerdi, dedelerinin “Çerkeslerin oldukları yerde biz de güvende oluruz” vasiyetleri nedeniyle onlarla beraber Yalova ve civarında yaşıyoruz.
Köyümüzün kuruluşunu 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra, ikinci göçle gelenler gerçekleştirdi. Çok sıkıntılar yaşandı. Mesela benim ailem önce İstanbul’a geldi, oradan Tekirdağ Şarköy’e derken Yalova’ya göçümüz 7. göç oluyor. Benim sülalemin bir kısmı Maraş-Göksun taraflarında, bir kısmı da Ürdün’de.
İznik’in Çakırca köyü var, orada 5 tane de Çerkes köyü vardı, sıtma hastalığından yok oldu. Büyük dede ve dedem orada vefat etti. Sıtma hastalığından köpekler dahi ölmeye başlayınca kalanlar belirledikleri yerlere göç etmeye başladı. Ailem Orhangazi Yeniköy’e geldiğinde, Fevziye köyünden zeytin ve zeytinyağı alan birisiyle konuştuklarında sülalelerinin Fevziye’de olduğunu öğreniyor, o şekilde gelip yerleşiyorlar Fevziye köyüne.
Köyümüzde sadece Abzahler var.
Örencik köyünden ilim adamı Ashat hoca köyümüze imam olarak geldi, Kabardey ailesidir. Çok sanatkâr bir aile. Çocukları demircilik, at arabaları vs. Her şeyi yaparlar, iki tane atölyeleri vardı. Hutej sülalesinden Bahattin abimiz, onlar da bu işi yapan ikinci ustalar. Harun Yüksel’in kardeşi Niyazi, bıçakçı Niyazi derler, o da Çerkes kamaları, diğer ufak Türk bıçakları üreten biridir. Bana henüz iki yaşımda verdiği küçük bir kemik saplı kama vardı, hala durur.
Köyümüzün iki camisi bir de ufak mescidi var. Bir zamanlar 12 bakkal dükkanı ve medrese vardı. Eğitim yönünden çok farklıydı.
Daha sonraları gelen aileler de oldu. Hatta 3-4 sene sonra gelenler de. Fevziye köyü Thamadeleri onlara da yer göstermiştir.
-Köyünüzün geçim kaynağı neydi?
-Köyümüzün geçimi tarım ve hayvancılıktandı. Aşağı ve yukarı mahallelerinin ayrı çobanları vardı. Herkesin büyükbaş ve küçükbaş hayvanı vardı. Tavuğu olmayan aile yoktu, çünkü bizim milli yemeğimiz şıpsı (Çerkes tavuğu yemeği), o da tavuksuz olmaz. Hele şıpsı paste (mısır unundan yapılan ekmek)… Bizim özel şövenlerimiz (paste yapılan döküm tencere) vardı, Kafkasya’dan getirilmiş olan şövenler. Türkiye’de yapılanlar aynı lezzeti vermiyor. Paste işte o şövenlerde yapılırdı.
Kültürümüzle ilgili eşyaların kıymetini bilemedik. Köye alışverişe gelen eskicilerle takas edildi birçok şey. Naylon leğene karşılık bedavaya verdiler.
Sonra bazı askeri hareketlenmeler olunca insanlarımız kamalarını da teslim etti devlete, diğer silahlarını da. Tek atımlık Çerkes tüfekleri vardı mesela.
İlkokul tek sınıftı. Şu sıra birinci sınıf, şu masa ikinci sınıf gibi.Köyde ilkokul vardı, karakol da vardı.
-Fevziye köyündekilerin hepsi Kafkasya’dan aynı köyden mi? Yoksa sürgün dolayısıyla bir araya getirilip oluşturulmuş bir köy mü?
-FG: Bir kısmı aynı yerden ama çoğunluk, %75’i sürgün sırasında bir araya geliyor.
İsmail Açıkel: Bizim Abide sülalesi mesela, Şam üzerinden geliyor. Fevziye köyünün %70-80’i Bulgaristan üzerinden karayoluyla geliyor. Tuna boyundan. Önce Bulgaristan’da yerleştiriliyorlar, Derekulu diye bir köy var, orada bir süre kalınıyor, sonra buraya geliniyor. Bildiğim kadarıyla 3 ayrı bölüm olarak geliyorlar.
-Oradan geldikleri bölgelerin isimlerini biliyorlar mı?
-İA: Bilmiyorlar ama Abzah bölgesi diye biliniyor. Farklı bir isim bilmiyorum.
-FG: Fevziye’nin bir kısmı Bulgaristan-Dobruca tarafından geldi, çoğunluk oradan gelme. Mesela ailelerin bir kısmı Osman Paşanın Çerkes olduğunu öğrenince gönüllü olarak savaşa katılıyorlar. Zaten Avrupalıların savaş destanlarında da var bu, göreceksiniz resimlerde atları üzerinde kalpaklıları, bizim insanlarımızı. Büyüklerimden dinlediğim, o savaşlarda Rusların öncü vurucu birliklerinde de Çerkesler vardı. O savaş siste başlamış, sis esnasında bağrışmalarından birbirlerinin Çerkes olduklarını anlıyorlar, muhabbet ediyorlar, sarılıyorlar. Ondan sonra anlamasınlar diye savaşıyormuş gibi yapıyorlar… Birbirlerini öldürmeden ayrılıyorlar. Bu tarafa göçüp gelenler oluyor, burada saklananlar da oluyor.
-Köyde kaç hane var?
-FG: Şu anda 127 hane, son şekliyle. Az da olsa yabancılara yer satılıyor. İstanbul’dan artık sıkılmış olanlar var.
-127 hanenin hepsi Çerkes mi?
-FG: 3-4 hane dışında hepsi Çerkes diyebiliriz.
-Burası da mahalle statüsüne geçti mi?
-FG: Yalova büyükşehir olmadığı için henüz değil. Bizim köy ilçeye, ilçe Yalova’ya bağlı. Köy statüsünde hala.
-Okul var mı?
-FG: Okul vardı, bundan 6-7 sene öncesine kadar, taşımalı sistemli. Okul 3 katlı, 8. Sınıfa kadar okutuluyordu, yedi köyün talebesi buradaki okulda okutuluyordu. Daha sonra ne olduysa değişti. Duyduğum şöyle bir şey; buradaki çocukların Altınova Milli Eğitim Müdürlüğünün yapmış olduğu bazı imtihanlarda daha başarılı sonuçlar aldığı ortaya çıkıyor. Ayrıca zamanla köyün dışına göçler olup talebe sayısı azalınca yeterli sayıya ulaşılamıyor ve iptal ediliyor. Bu sefer burada ne kadar çocuk okutan aile varsa; Karamürsel’e, Yalova’ya, İzmit’e, Altınova’ya taşınmak zorunda kaldılar. Böyle olunca yaz tatili dışında köyde sevecek çocuk yok. Cumhurbaşkanına bu konuda bir dilekçe yazmak istiyorum ben, hazırladığım belge de var.
-Buradaki okul kapatılınca, buraya taşımalı sistem uygulanmadı mı? Buradan başka bir yere götürülmedi mi çocuklar?
-FG: Altınova’ya götürülüyor çocuklar. Gidiyorlar ama kıymeti yok, kültür ölüyor. Mesele bizim zexeslerde.
-Yalova’da birçok Çerkes köyü var, bunların içerisindeki en eskisi Fevziye mi?
-FG: Evet en eskisi Fevziye. Hatta Yunanistan Marmara bölgesini işgal ettiği zaman Soğucak köyünde oturuyorlardı. Sıtmadan dolayı sahilde oturan çok olmaz. Neticede bize de hendek tarafını verdiler ama oturmadılar orada, buraya geldiler. Gelmeden önce araştırdılar, burayı en uygun yer olarak gördüler. Diğer köyler de gelmemişti, bütün bu araziler Fevziye köyüne aitti. O zamanlar burada yerli Rumlar ve Ermeniler vardı. Biraz da bilinçli olarak yerleştirildiler işin aslına bakarsanız. Yunan savaşı sırasında Soğucak köyünü yaktılar, oradaki Adigelerden, İstanbul’da akrabası olan az sayıda nüfus İstanbul’a geçti, gerisi Fevziye’de kaldılar. 3-4 sene burada kaldılar, benim kayınpederler dahil.
-Çatışmalar oldu mu?
-FG: Olmaz olur mu? Yunan tek bizim Fevziye’ye giremedi. Zaten Yunanlılar Çerkeslerin olduğu yerlere mukavemet olur diye girmediler. Diğer bütün Türk köyleri hep yakıldı. Denizçalı köyüne 3 köy halkı dolduruldu, bizim köyden Davut Çavuş ve adamları gidip kurtardı onları. Oradaki en yaşlı kadınla görüştüm. Kadın olayı şöyle anlattı; “Camiye doldurdular herkesi, benim ineği sinek tutmuş onu çevirmeye gitmiştim, caminin içinde değilim yani, 7-8 yaşındayım, Çerkesler geldi kurtardı bizi”. Orada bir Çerkes mahallesi var, bu olaydan sonra yerleştiler oraya.
Çavuşçiftliği köyü var, o da Marko Paşanın köyüydü. Osmanlının gerileme zamanında oraları ele geçirmişti, bütün civar köylere baskı yapıyordu. Çok sayıda adamı vardı. Halk Karamürsel kadısına şikâyet ediyor ama yapacak bir şey yok. 1835’lerde ilk partide gelen Çerkesler sıtmadan dolayı Akçukur (Soğuksu) köyüne yerleşiyorlar. O köyden Ömer Çavuş -sonradan çavuş lakabı konuldu- Karamürsel kadısıyla konuşuyor. Ömer Çavuş; “Bu paşanın adamlarından bu halkı kurtarırım ama tek şartım var, sonradan beni mahkeme etmeyeceksiniz” diyor. Kadı; “Ne istersen yap, ben görmedim duymadım” diyor. Marko Paşanın çiftliğe geldiği tarihte çiftliğe baskın yapıyorlar, ateşe veriyorlar, çatışma oluyor. Marko Paşa az sayıda adamıyla birlikte iskeleden motora binip İstanbul’a kaçıyor. Müslüman Türk köyleri o tarihten sonra kurtuluyor. Akçukur’dan Çavuşçiftliği’ne geliyor Çerkesler. Marko Paşanın çiftliği Ömer Çavuş çiftliği olarak değişti.
İsmet İnönü bir ara Yalova’ya geldiğinde gezerken, Marko Paşanın çiftliği olarak biliyor ve öyle sorunca Ömer Çavuş çiftliği diyorlar, Ömer’in Çerkes olduğu ortaya çıkınca Ömer’i kaldırıyorlar Çavuşçiftliği olarak kalıyor. Ömer Çavuşun 2 metreye yakın boyu varmış; Şapsığ, Tsey sülalesinden. Mezarına yatır diyerek çaput bağlıyorlar, dua ediyorlar.
Davut Çavuş başlı başına bir kahramandı. Onu ben de gördüm çocukluğumda, beni kucağına alıp sevmişti, severken bile heybetliydi. Hep dik otururdu, bastonunu bile dik tutarak otururdu. Herkesi de sevmezdi, çok sert bir adamdı. İstanbul’dan gelen silahların teslim edildiği kişiydi, gizli bir zabit subay yani. Teşkilatı Mahsusadaydı o da.
Yunan Elmalı köyünü de basmıştı. Rasim Koçal, Elmalı köyünü kurtardı diyerek heykeli yapılmış bir adam. Hâlbuki hikâye farklı. Elmalı köyü Davut Çavuş’tan yardım istiyor. Davut Çavuş köye ulaşıyor, Yunan köyü yakmaya başlamış. Davut Çavuş çatışıyor ama Rasim Koçal ve adamları ortada yok, saklanmışlar. Davut Çavuş ve adamları kurtarıyorlar oradaki halkı Yunanlılardan. Sonra Rasim Koçal’ı yakalayıp öldürmeye kalkıyorlar, “Hem yardım istiyorsun, hem saklanıyorsun” diyerek, araya giriyorlar, hayatını bağışlıyor.
Bunlar babamın anlattıkları. Neticede işte bizim Çerkesler Abzah, Şapsığ ayrım yapmadan çok büyük gayretler göstererek buradaki halkı korudular. Ermeniler ve Rumlar Çerkeslere karşı bir düşmanlık beslemiyorlardı. Hatta birçok yerde mesela Aktoprak köyünde bazı evleri Ermeni ustalar yapmıştır, depremlerde bütün evler yıkıldı, o Ermeni ustaların yaptığı evler yıkılmamıştı. Çerkesler de esneme payı olan, çivisiz, ahşaptan ev yaparlardı. Rahmetli Ğış Mahir usta mesela, iyi bir ustaydı, 105 yaşında vefat etti. Bu adam gözlük kullanmadı hiç o yaşına kadar.
Devamını okumak için lütfen alttaki linkten gazetenize abone olunuz:
https://jinepsgazetesi.com/uyeol.php
Sayı : 2018 04
Yayınlanma Tarihi: 2018-04-01 00:00:00