Çerkeslerde inançlar çeşitlilik gösteriyordu. Pek çoğu terk edilmeden yüzyıllarca yaşatılmıştı. Kafkas-Rus savaşları sırasında Rus subayları Kafkas toplumunun kültürünü, yaşam tarzını raporlar halinde yazıya geçirmişlerdi. Daha 1830-1860’larda; “Çerkeslerde İnançlar, Dini Ayinler ve Ön Yargılar”, “Kafkas Bölgesi Rus İmparatorluğu Coğrafya Kurumu Notları”, “Çerkes Halkı Hakkında Etnografik Denemeler”, “Doğu Karadeniz Kıyıları ve Orada Yaşayan Kabilelerin Kısa Tasviri”, “Kafkasya Askeri Bölgesi Karargâhı Gizli Notları” gibi pek çok çalışma ve rapor Rus subaylarınca yayınlanmıştı. Bunlardan yararlanan ve bir Rus subayı olan Nikolay F. Dubrovin, çalışmalarını 1871’de Çerkesler (Adığeler) adıyla kitaplaştırmıştı. Kitap, Habibe Eren ve Varol Tümer tarafından Rusçadan çevrilerek, Ocak 2017’de Kaf-Dav Yayıncılık tarafından yayınladı. Kitapta Çerkeslerin eski inançları, yaşam tarzı, savaş yöntemleri, kadın-erkek karakterleri, giyim-kuşam, evlilikler, boylar arası ilişkiler, toplumsal yapı ve daha yüzlerce geleneğe ait bilgiler yer almaktadır. 1871‘de Çerkeslerin Tanrı Ahın inancı üzerine yazılanlar ise ilginç bir yan…
“Sonbahar geldiğinde, hasat günü Çerkesler, Tha tanrısına geçmiş yaza şükrederler ve toprağın gelecekte de bereketli olması için dua ederlerdi. Sürülerin korunmasında kendilerini borçlu saydıkları hayvanların hamisi olan Ahın’a kurbanlar adarlardı. Halkın muhayyellesinde Ahın çok güçlü bir varlık olduğundan, ona büyük saygı gösterilirdi. Ahın sadece Çerkeslerin değil, aynı zamanda bu ülkede daha önce yaşamış hayranları, müritleri olan Abazinlerin bir kısmının da ibadet ettikleri bir Tanrı idi. Orada eskiden beri, belki bugün de varlığını sürdürmekte olan Arkoac adından bir toplum ve onların arasında birkaç haneden oluşmuş Tsebe soyu veya ailesi vardı. Bu aile her nedense, uzun zamandan beri Ahın’ın özel koruması altındaydı. Ahın korusu (bu koru Şahe suyunun yukarılarında bulunmaktadır) civarında yaşayan halkın, bir seferinde kalabalık düşman kabilelerinin saldırısına maruz kaldığı ve onlardan birçoğunun esir düştüğü anlatılır. Geri çekilirken, kimse tarafından takip edilmeyen düşman, dağın arka tarafına ulaşmış ve dinlenmeye çekilmiştir. Yağmalama neticesinden memnun olduklarından dolayı kendilerini şarkı ve oyunlara kaptırırlar. O kadar kendilerinden geçerler ki aldıkları esirleri de dans etmeye zorlayarak ülkenin geleneğini çiğnerler. Esirlerden bir kadın hamile olduğundan, rahat bırakmalarını rica eder, anacak yağmacılar bu ricayı duymazdan gelir ve onu da oynatmakta ısrar ederler. Kadın yaşlı gözlerle: ‘Ey Ahın beni affet, elimde olmadan oynamaya zorlanıyorum’ der. (Evli Çerkes kadınları geleneklere göre hiçbir zaman danslara katılmazlar). Bunun üzerine Tanrı, mazlumun yanına yetişerek, tüm öfkesini yağmacıların üzerine yöneltince adamlar guruplar halinde yere gömülmeye başlarlar, o zaman Tsebe soyundan olan biri, çaresizlik içinde öfkeli Tanrıya dönerek yalvarmaya başlar:
‘Oh, Ahın, eğer evime dönmeme izin verirsen, senin korunda her üç yılda bir sana inek kurban edeceğim’ der. Bu yalvarıştan sonra kurtulur ve verdiği sözü de tutar. Halkın söylediğine göre Ahın, bayramdan önce Tsebe ailesinin sürüsünden henüz buzağılamamış bir ineği kendisine kurban olarak seçerdi. İnek, çeşitli hareket ve böğürtülerle Tanrıya kurban edilecek olanın kendisi olduğunu ima ederdi. O zaman, tüm aile fertleri ineğin yanında toplanır, onu süt ile yıkar, dualarla evden uğurlarlardı. Kurbanın sahibi onunla birlikte yola çıkar ve yanına Thie (kutsal ekmek kabilinden haşlanmış hamur) alırdı. İnek, yönlendirilmeye gerek olmadan kendi başına kurban edileceği kutsal koruya gelirdi. Bu yüzden bazen ona ‘çemlerek’uo’ yani ‘yolunu bilen inek’ derlerdi. O, Tsuji, Çekkofi u Hmış-tç’ey adındaki yerlerden ve sonra da Şfeşi nehrini geçer, Ubıhların Saşe Köy’üne ulaşırdı.
Ahın ineği burada Çzemuk hanesinde durup biraz dinlendikten sonra yine yola koyulurdu. Ona, yanında thiy ve fazladan bir karakeçiyle, Çzemuk’tan yaşlı biri refakat ederdi. Kendi başına giden kurbana, yolu üstündeki Zeyfş soyundan bir ulu tarafından karşılanacak olduğu Vordan (Vardan) birliğinden thiy ve keçiyle bir adam daha katılır ve Desçen birliğine geçilirdi. Burada çeşitli kabilelerin (boyların ya da kuşakların) büyükleri thiyler ve keçilerle, kendi başına yoluna giden ineğin arkasına takılıp, Şahe nehrinin yukarı akıntısında, dallarında artık paslanmış çeşitli silahların asılı olduğu ulu ağaçlardan oluşmuş, Ahın-yithaç’eğ adlı kurban yerine doğru giderlerdi. Ahın ineğinin merasim alayı, eski zamanlarda merak uyandırıcı bir gösteri manzarası arz ediyordu. Başları açık insanlardan oluşmuş büyük bir kalabalık, bayramlık giysileriyle, önlerindeki keçileri sürerek bir ineğin arkasında yürüyorlardı. Yerli halkın anlattığına bakılırsa, nehir sularının taşkın olduğu yerde, ineğe refakat edenler nehrin yukarılarında geçişe müsait bir yer ararken, inek hiç zorlanmadan yüzerek karşı kıyıya geçer ve yolunu bulup hedefine ulaşırdı. Kutsal Koru’nun yanına geldiğinde bir ağacın gölgesinde yatar, sahibi ve kalabalık refakatçilerin gelmesini beklerdi.
Bayram arifesindeki gece, kurban olduğu yerde bırakılırdı. Kurban alayı ormanda geceler ve oruç tutar gibi ertesi sabaha kadar hiçbir şey yenilip, içilmezdi. Sabah olunca özel bir duayla kurbanı keserlerdi. Duanın sözleri ilginçti: ‘O! Tanrım! O Ahın! / Eğer gelirlerse beni ödüllendir! (bana ver) / Eğer gidersem de beni ödüllendir!’
Bu sözlerle, dua edenler topraklarına düşman saldırır ya da kendileri savaşa giderlerse, her iki durumda da muzaffer olup karlı çıkmayı diliyorlardı. Bu kurban verme merasiminin karakteristik olan diğer bir özelliği ise kesilen hayvanı birkaç kez bir yerden bir başka yere taşımaları idi. Derisini yüzerek ve parçalamak için bir yere, kazanlarda etleri kaynatmak için ise bir başka yere taşınır ve nihayet adak yemeği ziyafet yerine getirilirdi. Her yemek gelişinde, hazır bulunanlar el ele halka oluşturmuş şekilde oyunlar oynayıp şarkılar söyleyerek getirene eşlik ederlerdi. Kutsal ağaçların altında daima şarap dolu bir küp bulunurdu. Kurbanın kesileceği gün, büyükler birer bardak şarap içer, özel dualar ederlerdi. Bu bayram üç yılda bir tekrarlanırdı. Kurban etleri, Edik isimli biri tarafından yapılmış ve yüzyılladır aynı yerde duran bir kazanda kaynatılırdı. Yemek pişirildikten sonra et parçaları bölünür ve evlere dağıtılır, kutsal olduğu için en küçükleri dahil tüm ev sakinlerine tattırılırdı. Hayvanın derisi, kafası ve ayak kısımları, kurban kesilen yerde toprağa gömülürdü.”
Yararlanılan kaynak: Dubrovin, Nikolay F.; Çerkesler, Çev: Eren , Habibe; Tümer Varol, Kaf-Dav Yay. 2017. Ank.