“Boş ver” dediler bana “ Huzurun kaçar“

0
1250

Bir süre firar edebilmeyi umarken kendimden, olur ya dünyadan bihaber günlerden bir iz bulurum derken,

Hiç dinmeyen ve bezdiren yağmurun envai yeşile boyadığı çayırlarda ve tozlu sokaklarda, iyi kötü anıların fısıltıları arasında, avare avare dolaşıp da, lekesiz küçücük alametler ararken maziye ve Çerkesliğe dair,

“Kalmadı onlar artık, boş ver! Ne kadar arasan da bulamazsın, bulamaz huzursuz olduğunla kalır, meramını kimseye anlatamazsın” dediler.

Şüphesiz ki iyi niyetle söylediler.

Boş ver!

Yani” Görme, duyma, kaygılanma, teslim ol, doğru bildiğini yapmaya uğraşma, yanlışa karşı koyma, hiç canını sıkma….”

Buna benzer şeyler işte…

Okuyan varsa hitabım herkese baştan belirtmek gerek.

Nedir huzur?

Haris dejenerasyon iblisinin abur cubur dolu midesinde, bir avuç kalmış bize dair değeri hazmedip de, arada sırada geviş getirirken kustuğu kırıntılarla nefsimizi körelterek yaşadığımız o hazin ve zavallı tatmin hali mi?

Ya da…

Üçüncü sınıf bir kumpanyanın loş sahnesinde, birbirinden yeteneksiz oyuncuların sahnelediği on para etmez melodramdaki rolümüzü yerine getirip, sırnaşık okşayışlar ve abartılı tezahüratlarla egomuzu cilalamak, vicdanımızı rahatlatmak mı?

“154 yıldır geleneklerimizi yitirmeden bugünlere geldik” hadsiz, mesnetsiz ve münasebetsiz yalanını hiç haya etmeden berbat bir melodi refakatinde terennüm edip durarak aldanmak ve aldatmak mı?

Ruhsuz kukla gösterilerinden aldığımız anlık ve adeta şehevi bir hazla beynimizi uyuşturup, serkeşlere lâyık miskin bir uykuya dalmak, daha vahimi içi bomboş bir kukla olmak mı?

Çoğu zaman farkında olduğumuz riyamızı, birkaç güzel cümle ve ürperten nezaket oyunlarıyla allayıp pullamak, sonra da hiç utanmadan birbirimizi canı yürekten alkışlamak mı?

Soyumuzun adını Latin asalet unvanları misali ismimizin önüne arkasında yamayıp, sülale damgamızın nakşedildiği mübalağalı yüzüklerin, rozetlerin arkasına sığınmayı yeterli saymak mı?

Karnı tok, sırtı pek bir hiç olarak yaşamak, bir hiç olarak göçüp gitmek midir huzur, bedeli olmayan nihayetsiz bir miras bırakmak mı?

Binbir renge bürünmek, şekilden şekle girmek midir, olmamız gerektiği gibi olup, olduğumuz gibi görünmek midir acaba?

Ya da…

Maziyi unutmak, bugünü yok saymak, sinsi bir yangının tam ortasında yavaş yavaş kavrulurken, uzak ufuklara dalmak mıdır?

“ Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın ” zehrini ruhumuza zerk ederek, asalet kisveli onursuz bir yaşama duçar olmak mıdır, başımız dik, alnımız ak, içimiz rahat muhabbetle ölümü kucaklamak mıdır yoksa?

Kimseden ve hiçbir şeyden korkmadan doğruyu haykırmak mıdır, dilsiz şeytana yoldaş olmak mıdır huzur sizce?

Boş ver!

Ciddiye alınmaya, dert edinilmeye, üzerinde durmaya, vakit harcamaya değmeyen şeyler için söylenmez mi?

Ve,

“Boş vermişlik” değil midir bu can çekişme halinin, yaşıyor gibi görünüp de kuytuda kalmış sahipsiz mahzun cesetler gibi çürümenin sayısız bahane ardına gizlenmiş yürek burkan gerçek nedeni?

Boş veremem…

Boş verirsem, zaten olmayan huzurum daha da bozulmasın diye görmezden gelirsem bu ikiyüzlü nankörlüğü, bu zelil ihaneti, yakıp kavuran bu felaketi, aynada kendi yüzümü görmeye tahammül edemem, karşı mezarlığın yanından büyüklerime selam verip de geçemem.

Bu ülkede,

Ona, buna, şuna sahip olduğumuz için veya ondan, bundan, şundan uzağız diye mutlu ve huzurlu olabiliriz elbette…

Ama hakikatte…

Çerkes kimliğimizle, Çerkeslik adına mutlu ve huzurluysak şayet, şöyle bir silkinmeli, mutsuzluğu ve huzursuzluğu iştiyakla talep etmeliyiz hep birlikte.

Pejmürde bir Çerkeslik kamuflajına bürünüp, kokuşmuş bu çöplükte yakalayabildiğimiz pırıltılı ıvır zıvırla süslediğimiz dejenere ve devşirme yaşamda, samimiyetle mutlu ve huzurlu kabul ediyorsak kendimizi, bence;

Yerle yeksan olmalıyız ve yeniden başlamalıyız her şeye.

Sen kimsin ki, ne gelir, ne kadar gelir elinden derseniz;

Sizin kadar sizden biriyim yalnızca, ne eksik ne de fazla…

Belki yapabildiğim havanda su dövmektir,

Belki abesle iştigaldir,

Belki de uçsuz bucaksız bir çölde, yaklaştıkça uzaklaşan bir serap görmekten ibarettir.

Bunu bilemem ve hiç de düşünmem.

Ama iyi niyetle de olsa bir daha;

“Boş ver anlatamazsın meramını, huzursuz olduğunla kalırsın” demeyin bana.

Boş veremem…

Kaçacak huzurum yok ki zaten benim.