İsrail, pek çoğumuz için, uzaklardaki bilinmeyendir. Senatör Amil Artus’un İsrail üzerine
yazmış olduğu bir kitabı çocukken okumuş, yerel komün örgütlenmeleri olan Kibutz’lara
ilişkin yazdıklarını yeniyetme aklımla anlamlandırmaya çalışmış; bir yandan mağdur ve
mağrur Filistin savaşçılarını izlerken, çocuk gözlerimde iz bırakmış Leyla Halid fotoğraflarını hatırlayıp, bir yandan ABD destekli kötü çocuk İsrail’de Kibutz’ların ne işi olduğunu sorgulamıştım. Bu çok bilinmeyenli global denklemin en heyecanlı kısmı ise sürgün kaderini İsrail’de yaşayan Çerkes köyleriydi. 70’li yıllarda Türkiye’de kurulmuş dostlukların peşine takılıp sevgili Yakup ve ailesini tanımak, oğlunun düğününe katılmak üzere kendimizi İsrail’de bulunca her birimiz sorularımıza yeni sorular, güncel kaygılar kattık ve dönüşümüzde, İsrail’deki Çerkes köyü Kfar Kama’nın içimizi ısıtan baharına teslim ettik ruhumuzu.
Kfar Kama, 3 bin 500 Çerkesin bir arada yaşadığı bir köy. İsrail’de kalan iki Çerkes köyünden biri. ‘93 harbi sonrasında bölgeye yerleştirilen Çerkeslerin yolu Kafkasya’dan başlayıp, Balkanlar’dan İsrail’e, ABD’ye ulaşan uzun bir tarihsel, sosyolojik öykü oluşturmuş. Bu öykünün her köşesinde çalışılması gereken konular var elbette. Beni en çok etkileyenlerden biri; Golan Tepeleri’ndeki Çerkes köylerinin kaderi oldu. 1967’deki ‘altı gün’ savaşlarında yok olmuş Çerkes köylerinin bulunduğu alanları ve kalıntıları dolaştık. Meşe ağaçlarının altındaki Çerkes mezarlığının sessizliğini dinledik uzun uzun. Ağaçların gövdelerini sarmış yosunlara emanet ettik kuşaklar boyu devam eden sürgünün izlerini. Kafkasya’dan ilk sürülüşün ardından Osmanlı’nın çeşitli bölgelerindeki sıcak noktalarda tampon oluşumuz ve Cumhuriyet döneminde de tekrarlanan savaş, sürgün öykülerimiz bugün hâlâ ayakta kalabilmemizin insanlık tarihinde nasıl bir anlam taşıdığını içselleştirebilmek için çok önemli bilgiler. Gönen Dereköy mezarlığında 1923 sürgününü yaşamış olanların mezarları gibi ve kadar tazedir 1967’de Golan Tepeleri’nden ayrılmak zorunda kalmış olan Çerkeslerin izleri.
Bu seyahatte; tarihsel hüznü ve güncel kaygıları sarıp sarmalayan, iyileştiren; yediden yetmişe Adigece konuşan Kfar Kamalıların en aykırı koşullarda bile kadim yaşam kültürümüze sahip çıkmış olduklarını görmek oldu. Bölgeye ilk yerleştiklerinde kurulmuş olan eski köy evleri, bilindik Çerkes yaşamına uygun öğeler barındırırken yüksek bahçe duvarları çekti dikkatimizi. ‘Kem’ gözlerden koruma amaçlı olarak duvarları yükseltip dilimizi konuşmaya devam etmeyi başarmışız İsrail’de. Hem Kfar Kama’da hem de çok kısa bir ziyaret yapabildiğimiz Ürdün’de Adige dilinde eğitim veren okulları görmek çok iyi geldi hepimize. Edinilebilmiş ve sürdürülen her kazanımın ardında ne büyük bir çalışma olduğunu fark ettik. Özveriyle, saygıyla ve sevgiyle ağırlandık. Dertleştik. Bir küçük gülümsemeyi,
anadilimde ufacık bir sesi, bir mimiği atlamak istemediğim için tek tek teşekkür etmekten kaçınıyorum çünkü her biri çok kıymetliydi. Kfar Kamalı dostların, anadilini hatırlamaya çalışanlarımızı Adigece konuşmaya tatlı tatlı zorlamaları da bir kıssadan hisse oldu heybemizde.
Diasporik halkların kaderi gibi görünüyor; bölünmüş, parçalanmış ve ayrı düşmüş olmak. Türkiye’de ve Anavatan’da kimliğiyle yaşama mücadelesi vermekte olan insanlarımızdan sonra İsrail ve Ürdün’deki Çerkeslerin mücadelelerini ve kazanımlarını da görmek
birbirimizden haberdar olmanın ne kadar kıymetli ve zorunlu olduğunu düşündürüyor. Haberdar olmanın ötesinde; ortak sorunları tanımlamak ya da gerektiğinde birlikte hareket edebilmek üzerine, bunun ne zaman, ne kadar gerçekleştiği ya da neden gerçekleşmediği üzerine daha çok tartışıyor olmalıyız belki. Aynı ülkenin, hatta aynı şehrin sınırları içerisinde tek bir 21 Mayıs etkinliğinde birleşmeyi bile başaramazken ülkeler arası iletişimin ve örgütlülüğün gelişmesi çok kolay değil elbette. Hele ki mevcut global sistemin
bulunduğu aşama gereği yükselen değerler haline getirdiği; ötekileştirme, ayırma, yok sayma, olmadı yok etme politikalarının gölgesi altında daha da zor yerel ya da uluslararası kimlik cümleleri kurmak. Global ya da lokal sistemin ihtiyaçlarını karşılamak için değil, kendi kimliğimizle, dilimizle, kültürümüzle insan gibi yaşamaya devam etmek üzere atılan adımları geri kalanlardan kalın bir çizgiyle ayırmak ve sonra da birbirini, en beğenmediklerini bile anlamak gerek. Anlamak.
Hem İsrail’de hem Ürdün’de çok önemli kazanımlar ve süregiden emekler var. Dahası; bu kazanımların ve emeklerin içerisinde kadınlarımızın etkin ve yoğun katılımının yarattığı fark hemen fark ediliyor. Belki de; kimlik adına çıkılan yolda birbirinden farklı duruşları, düşünceleri, hayatta kalma stratejilerini anlamak en çok kadınlarımıza yakışıyor.