Sabah altıda Kadıköy’deydim. Sahile indim hemen. Simitçiler bile tezgahlarını yeni açıyorlardı. Çayları demlenmemişti henüz. Hindistan’da ‘tuktuk’ denilen araçlara benzeyen, küçük, üç tekerlekli, motorlu bir aracın kaldırıma çıkıp simit tezgahlarına simit getirdiğini fark ettim. Bazı tezgah sahipleri henüz yoktu ortalıkta ve komşu tezgahtaki arkadaşları alıyordu onlar için simitlerini. Çayı vapur iskelesinin sağındaki büfeden bulabildim, simidi sahildeki tezgahtan aldım. Oturdum deniz kıyısında bir banka. Önümdeki bankta genç bir kız oturuyordu. Önünde uzun saçlı bir genç diz çökmüştü. Sanırım uzun süredir oradaydılar. Oturduğum bankın altına bırakılmış bira şişelerine, etrafa fırlatılmış çöplere, kaldırımdaki tükürük izlerine takıldı gözlerim… Sabahın köründe küfredebiliyordu insanlar, ya şehir kısa zaman içinde çok değişmiş ya da ben değişimi fark edemeyecek süratte yaşamıştım. Kapitalist sistem hız gerektiriyordu doğrusu. Bir çoğumuz için o hızda hayatta kalabilmenin yolu; sabah altıda Kadıköy sahilinde aylaklık etmekten değil, mesela havaalanında ya da fabrikada, ofiste olmaktan geçiyordu.
Haydarpaşa tarafından bir köpek yaklaştı koşarak, yorgundu adımları. Deniz kenarındaki bankın önünde diz çökmüş olan delikanlı birden ayağa fırladı ve ‘Kurt buraya gel’ diye bağırarak köpeğe doğru koştu. Sarıldılar sanki birbirlerine. Delikanlı döndü kıza ve sanki bütün sahile, belki bütün dünyaya bağırdı “Hele bu köpeğe bir şey yapsınlar işte o zaman yakarım ortalığı…” Korkarım ciddiydi. Vazgeçilmezi, geçilmeyecek sınırı olmuş gibiydi o köpek. Ondan sonraki saatler boyunca köpek ve genç yan yana oturdular. Sanki birbirlerine sarılmış sohbet ediyor gibiydiler. Duyamadım konuştuklarını.
Gazeteler gelmişti. Dördüncü sayfadaki habere takıldı gözlerim. “Altın madencileri kabileye saldırdı” diyordu. Yetkililerin Amazon ormanının madencilere ve imara açılacağı açıklamalarının ardından, bir yerli kabilesi silahlı altın madencilerinin saldırısına uğramıştı. Yerli liderleri “Madenciler yerlilerin köyünü işgal etti ve bugün hala oradalar. Ağır silahları, makineli tüfekleri var” diyordu. Tehdit edilen yerlilerin yaşamı, ormanları ve köyleriydi. Muhtemelen vazgeçilmezleriydi. Şimdilik federal polisten yardım istemekle yetinen kabile liderlerinin yardım gelmediğinde ne yapacaklarını merak ettim. Sahildeki uzun saçlı genç omuz başında sohbet ettiği kurt köpeği için dünyayı yakabilir mi merak ettim.
Haydarpaşa Garı’nın üzerindeki bulutları fark ettim birden. Bana sorarsanız bombeli uzun olanı rüzgarda kenarları geriye doğru savrulmuş bir ‘şarhon’du. Kesinlikle bir şarhondu o. Uzun saçlı genç belki rüzgarda koşan köpeğini seyrediyordu aynı bulutta. Düşlerimizdi belki her birimizin gördükleri. Ekvatordaki kabilenin reisi yemyeşil ormanlarının rüzgardaki hareketini görecek olabilirdi. Düşlerimiz vazgeçilmez miydi, vazgeçilmezlerimiz için dünyayı yakar mıydık bilmiyorum.
Uluslararası platformda tanınan ve ödülleri olan psikanalist, şair, yazar ve öykü toplayıcı Clarissa Pinkola Estes;
“İçinde yaşanılan ülke, kültür ve politika, bireyin psişik manzarasına en az öznel ortamı kadar katkıda bulunur….kültür, ailenin ailesidir…” der.
Ben kültürel mirasın da bu ailenin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Aynı ülkede yaşıyor, aynı deniz kenarında oturuyor, aynı kültür ve politikalara maruz kalıyor olmamıza rağmen bireysel ya da toplumsal olarak farklı refleksler geliştirebiliyoruz. Güncel politikadaki ‘Biz onlara benzemeyiz’ söylemi bu anlamda haklı bir söylem olabilir. Kimse de bize benzemez zaten. Yeterince sık söylediğimizde kendimizin de inanmaya başladığı övgü cümlelerinden biri değil bu. Sadece farklı kültürel birikimlerden geldiğimizi, hayallerimizin ve vazgeçilmezlerimizin farklı olduğunu ifade ediyor. Vazgeçilmezlerine dokunulduğunda dünyayı yakacağını söylemek ya da övgü cümlelerinin arasında kaybolmak mümkün tabii ama zor şartlar altında hafif düşler bir işe yaramaz, sıkı zamanlarda sıkı düşlerimiz, gerçek düşlerimiz, gerçekleştirebileceğimiz düşlerimiz olmalı. Sürgünden sonraki dördüncü kuşağı yaşıyorsanız, varlığınızı sürdürebilmek adına zor şartlardasınızdır. Sıkı düşler kurmanın, kurulmuş sıkı düşlere sahip çıkmanın zamanıdır. Ekvatordaki kabile şefinin ne yapacağını bilmiyorum ama tarihi iyisi ve kötüsüyle düşlerine sahip çıkanlar yazmış olmalı.
Sistemin talep ettiği hıza ve içinde yaşanılan ülkenin kültür ve politikasına rağmen; vazgeçilmezleri aynı olan Çerkeslerin birlikte yürüyecek yolları, sıkı düşleri vardır, olacaktır. Bu düşlerden biri geçen ayki yazıda sözünü ettiğimiz Kongre üzerine, ikinci düş de Çerkeslerin kuracağı bir kooperatif üzerine olabilir.