Dylda-Uzun Kız

0
738

Kabardey yönetmen Kantemir Balagov’un “Dylda-Uzun Kız” adlı filmi 6 Aralık’ta vizyona girdi

“İyi film, üzerine en çok tartışılabilecek filmdir” diye bir inanışım var, bu tartışmalar ekseriyetle teknik eksenli olmadığı müddetçe tabii. Eğer bir filmden çıktığınızda ilk konuşmak istediğiniz şey nerede yemek yiyeceğiniz ise o film, pek de kayda değer bir film olmayabilir. Kafkasyalı yönetmen Kantemir Balagov‘un bu seneki filmi yemek düşünmeye pek imkân vermiyor. Film bittiğinde aklınızı Travma Sonrası Stres Bozukluğu (PTSD), “baby boom”, iktidar olgusu, hatta filmde hiç at görmememize rağmen vurulmuş bir at meşgul ediyor. Öyle ki bir inceleme yazasınız bile gelmiyor. Daha çok film hakkında sohbet etme niyetinde oluyorsunuz. Ne teknik detay, ne ödülleri, ne Balagov’un geçmişi-geleceği… O yüzden elim klasik bir inceleme yazmaya varmıyor. Dolayısıyla bu sohbet yazısı bir miktar spoiler içerebilir ama tat kaçıran cinsten değil.
90’larda Kafkasya’da ya da son yıllarda Suriye’de bulunmadıysanız savaşın neliği hakkında farazi bilgilere sahipsiniz, benim gibi. Mesela bir uçaksavarı sadece LiveLeak videolarında gören ben; kaydedenlerin, kamerayı sabit tutamamasından bir hayli şikâyetçiyim. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nda uçaksavar operatörü olarak çalışan Iya’nın başka şikâyetleri var. Mesela donup kalmasına, rahatsız edici sesler çıkararak zar zor nefes almasına ve seğirmelere sebebiyet veren PTSD. Bu sendromun semptomlarından birinin, kendisini ortaya çıkaran yoğun stres anlarının görüntülerinin tekrar tekrar göz önüne gelmesi olduğunu bildiğimiz için ana karakterimiz Iya’nın bu donma anlarında neler gördüğünü görmememiz Balagov’un bize hem bir oyunu hem de bir hediyesi olabilir.
Viktoria Miroshnichenko’nun oynadığı Iya; 1945 güzünde Leningrad’daki bir hastanede hemşirelik yaparak 3 yaşındaki oğlu Pashka ile yaşamaktadır. Leningrad ki modern tarihin en yıkıcı ve en uzun kuşatmalarından birinden çıkmıştır. Savaş biteli henüz birkaç ay olmuştur. Doğası gereği insan duyuları, uyaranlara karşı bir noktada hissizleşir. Fakat sadece duyuları değil, aklı da hissizleşir… Ahlakı, idealleri, prensipleri umursamayan insan, bu zeminsizlik ve belirsizlikle bir nevi yorgunluk haline bürünür. Savaşın yoğun uyaranları nispeten seyrelmiş olsa da hastane hâlâ gazilerle ve kendini tramvayın önüne atanlarla doludur. Burada kendi yazımın arasına girmem lazım. Ayağı kırılan bir atın vurulduğu hepimizin malumu. Çünkü kırık, atlarda neredeyse tedavi edilemez bir sorundur. İnsanları bu sebeple vurmak pek âdetimiz değil. Genellikle imkân dahilinde tedavisine çalışılır, mümkün olmadığı noktada ölümünün huzurlu olması için elden gelen yapılır. Fakat ikisi de mümkün değilse? Mesela savaştan çıkmış kahraman bir keskin nişancının yarası onulmaz, huzurlu ölümü de imkânsız ise ne yapmalıyız? Son günlerinde çocuklarını, ona babalık yapmaya; neredeyse 3 yıllık kuşatmadan çıkmış şehirde geçinemeyen eşini, içinden çıkılmaz bir sıkıntıya sürüklemek de bir seçenek. Ama insanları da vururlar, değil mi?
Aslında hikâyeye dönmeden önce, hazır bölünmüşken “baby boom” kavramını da araya sıkıştırırsam bundan sonraki bazı kelimeleri neden seçtiğim daha kolay anlaşılabilir kanaatindeyim. Evrimsel bakış açısıyla, türler sürekliliklerini sağlamak için ürerler. Bu sebeple türler, zor durumdayken üremeye daha meyillidirler. Bunu ülkelerin nüfus artış hızlarını kıyas ederek de gözlemleyebiliriz zannediyorum. Ve atalarımızdan bize kadar gelen hikâyelerle de biliyoruz ki savaş koşulları insanın düşebileceği en zor birkaç koşuldan biri. “Baby boom” kavramı, türümüzün tarihinin en korkunç birkaç savaşından biri olan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaşan ülkelerdeki hızlı nüfus artışını karşılamak için kullanılıyor.
Kendi yazımı bölmeden evvel Pashka’dan bahsediyordum. Amansız savaş sonrası ortamında Iya’yı oğlu Pashka ile sevgi dolu, şahane bir anne-oğul ilişkisi içinde izlerken filmin ümit içerdiğini umuyoruz. Fakat sağ olsun Balagov film pek ilerlemeden hayli sert ve filmin acımasız atmosferine, maalesef uygun, bir sahneyle bu umudumuzu elimizden alıyor. Pashka, annesiyle halının üzerinde tatlı tatlı boğuşmakta iken PTSD nöbeti sonucu annesinin ağırlığı altında kalıyor. Zannediyorum izleyenler de bu ağırlığın altından kalkamıyor sonrasında.

kinopoisk.ru

Derken PTSD dolayısıyla cephe arkasına alınan Iya’nın aksine ölen eşinin intikamını almak için Berlin’e kadar savaşmış olan silah arkadaşı Masha ümitsiz gözleriyle çıkageliyor ve biz Pashka’nın gerçek annesinin Masha olduğunu öğreniyoruz. Oğlunun cephe şartlarında hayatta kalamayacağını düşünerek Iya ile birlikte göndermiş olan Masha, oğlunun ölümünü öğrenmesinden kısa bir süre sonra cephede aldığı bir şarapnel yarasından ötürü tekrar hamile kalamayacağını da öğreniyor. Bu durumu umursamaz görünse de çok geçmeden Iya’dan onun yerine hamile kalmasını istiyor. Kim kabul eder bunu, sırf bir çocuk borçlu olduğu için? Belki savaş sonrası sığınacak hiçbir limanı kalmamış, zayıf bir kadın; Berlin’e kadar gitmiş güçlü bir kadından geldiğinde kabul edebilir.
Pek tekniğe değinmeye niyetim yoktu ama fotoğraf kalitesi her ne kadar yüksek olsa da hastalıklı yaşam şartlarını vurgulamak için kullanılan sıcak tonların biraz abartılması göz yoran cinsten. Sasha’nın, üzerine ayrı bir yazı yazılabilecek siyasetçi annesinin evini gördüğümüz sahnede beyaz tonlarına geçilmesiyle bir anlığına rahatlayabiliyoruz en azından. Lafı açılmışken prodüksiyonun kalitesi hakkında söylenebilecek hiçbir şey yok da ondan yazamıyorum. Ben de isterdim ki kostüm, ses, kurgu eleştirebileyim ama neredeyse kusursuz. Belki oyunculuk için bir nebze abartılı diyebiliriz.
Filmin hikâyesiyle ilgili çok fazla şey anlattığımı düşündüğünüzü varsayıyorum. Şunu söyleyebilirim: Bu sadece hikâyenin başı. Bu hikâyede daha hastane müdürü, Masha’nın sevgilisi Sasha, ev sahibi terzi var. Balagov, mesaj kaygısıyla bu karakterleri stereotipleştirmeden, iki ana karakterimizle hakiki ilişkiler içine sokuyor. Tüm karakterlerin iç dramları, gayet anlaşılabilir travmalar ve zorlayıcı savaş koşullarından besleniyor, dolayısıyla film tüm bu yıkıcı ve yorucu sahneleri doğala yakın şekilde aktarabiliyor. Öyle ki yukarıda kolayca güçlü-zayıf diye ayırdığımız bu iki ana karakterin sık sık yer değiştirmeleri dahi doğala oldukça yakın. Fakat bu doğallık Balagov’un tartıştığı, aktarmaya sayfaların yetmeyeceği için üzgün olduğum onlarca konuda bir fikir beyan etmesine engel olmuyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz