Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Hafızam’ız Çerkesçe (Dizi 1. Bölüm)

Yakın bir zamanda Ulaş Sunata’nın “Hafızam Çerkesçe – Çerkesler Çerkesliği Anlatıyor” adlı çalışması yayımlandı. Çerkesleri konu alan öyküler kitabı “Benim Adım 1864” (Elbruz Aksoy) ve Türkiye’nin yakın tarihinde Çerkeslerin konumunu tartışan “Türkiye Çerkesleri” (Caner Yelbaşı) kitaplarının ardından bir sözlü tarih çalışması “Hafızam Çerkesçe” de İletişim Yayınları tarafından basıldı. Sözlü tarih çalışmaları akademide giderek çoğalmakta. Son zamanlarda gerek akademik gerekse kültürel hayata dair çalışmalarda Çerkeslerin daha fazla konu edilmeye başlaması ise -üstelik Çerkes kültüründen gelmeyen kişiler de artık azımsanmayacak kadar çoğalmakta- oldukça sevindirici. Henüz çok başında olduğumuz sürecin devamının da geleceğini, yapılan çalışmaların birbirini besleyeceğini ve yeni çalışmalara kapı açacağını umut ediyorum.

“Hafızam Çerkesçe” Sunata’nın Türkçede yayımlanmış ilk kitabı. Kitap, TÜBİTAK destekli “Türkiye’deki Diasporalar: Kuzey-Batı Kafkasya Halkları Örneği” adlı projeye dayanıyor. Proje safhasında Jıneps gazetesi, Sunata ile bir görüşme yapmıştı*. Kitapta bahsi geçen proje kapsamında 400 civarında yapılmış olan görüşmelerin yalnızca 30 tanesi yer almakta. Görüşmelerin editörleri ise Ulaş Sunata ile birlikte proje ekibinin de üyeleri olan Bahar Ayça Okçuoğlu, Nazlı Hazar, Narod Avcı. Yine Ulaş Sunata’nın KAFDAV tarafından Prof. Dr. Haydar Taymaz anısına düzenlenen “Sürgünün 150. Yılında Sosyokültürel Yönleriyle Çerkes Toplumu” adlı makale yarışmasında birincilik ödülü alan “Diasporanın Sosyokültürel Hafızası Olarak Çerkes Köyü” başlıklı makalesi ile proje ekibinden Bahar Ayça Okçuoğlu’nun 2019 yılında Sosyoloji Araştırmaları Dergisi’nde yayımlanmış olan “Türkiye’de Çerkes Diasporası: Kimlik İnşası ve Referansları” adlı makalesi kitabın son bölümünü oluşturmakta. Bu anlamda aslında kitap hem hacim hem de yoğunluk olarak görüşmeleri odağa almış görünmektedir.

Sunata, çalışmanın önsözünde Çerkes diasporasının nasıl oluştuğunu, Çerkes adlandırmasının nasıl yapıldığını, Türkiye’nin yakın geçmişindeki tarihsel olayları da dikkate alarak aktarmış. Sunata sahasını, büyük şehirlerde yaşayan değil daha çok taşra, kırsalda yaşayan Çerkeslerden oluşturmuş. Sunata’nın bu tercihini kentten çok taşranın hafızasını arayan, aktaran bir sözlü tarih çalışması diye de düşünebiliriz. Çalışmanın satır aralarındaki, köy yaşamının Çerkeslerin sosyokültürel hayatında temel belirleyenlerden en önemlisi olduğuna dair ifadeler de bu yargıyı güçlendirmekte. Dolayısıyla Sunata “Çerkeslerin söz sahibi olarak yer bulduğu ve kendinden olmayana doğru kendini -Çerkesliği- anlattığı bir çalışma sunmak istedim” dediğinde bahsettiği özneler tam da bu sınırları belirlenmiş coğrafyadaki özneler yani Çerkeslerdir. Ayrıca yapılan görüşmelerde ne sorulan sorular ne de soruları kimin sorduğu belirtilmediği için biz yalnızca konuşan öznelerin sesini duyarız.
Kitapta “Dinliyoruz” başlığıyla yaşları 82 ile 18 arasında değişen kadın ve erkeklerle yapılmış 30 görüşme aktarılmış. Görüşülen Çerkeslerin cinsiyeti, yaşı, medeni durumu, hangi şehir ve köyde yaşadığı, hangi Çerkes boyuna ve sülalesine mensup olduğu bilgisi verilmiş. İsimlerin yer almadığı görüşmelerde kişilerin anlattıklarından birer başlık oluşturulmuş. Kitabın başlığı da yapılan görüşmelerden birinde geçiyor. Adana, Sivas, Samsun, Kahramanmaraş, Tokat, Çorum, Kayseri ve Balıkesir’in çeşitli köylerinde yaşayan Çerkeslerin geçmişlerini, hafızalarını ve elbette ki bugünlerini nasıl kurduklarının anlatısı bu. Kültüre ait öğeler; düğünler, cenazeler, kadın-erkek ilişkileri, çocukların eğitimi, kölelik, thamadelik gibi bir dizi ortak konu biraz da nostaljik bir şekilde anlatılmış. Geçmişte olanın iyi olduğundan kimsenin şüphesi yok. Bugün ise bu iyi olan geçmişten sadece birtakım izler kaldığını düşünüyorlar. Ama bu kaybın sebepleri ile ilgili şehirleşmenin dışında neler olduğuna dair de açıkçası bir yüzleşme mevcut değil. Yaşadıkları köyün tarihi, kendi kişisel tarihleri hatta hiç görmedikleri ama kendilerinden önceki kuşakların aktardıklarıyla anlatıya dönüşen görüşmeler bunlar. Tarihin doğru ya da yanlışlığından ziyade bu tarihin Çerkesliklerine nasıl eklemlendiğini görmek çok ilginç. Örneğin dindar kimliğini öne çıkaran görüşmecilerden birçoğu sürgünün Çarlık Rusya’sı döneminde olduğundan bihaber komünistler yüzünden olduğunu düşünüyor. Hatta Çerkeslerin Müslüman oldukları için sürüldüğünü iddia ediyor. Dindar kimliğiyle özdeş bir Çerkeslik anlatısı haliyle siyasal tercihlere de yansıyor.

Yapılan görüşmelerde neredeyse herkesin üzerinde uzlaştığı iki başlık var. Bunlardan ilki Ethem Bey’e yapılan haksızlık, diğeri de kaybolan dil. Ethem Bey’e haksızlık yapıldığı noktasındaki bu uzlaşının biraz da tedbirle dile getirildiği söylenebilir. Çünkü kimi görüşmeciler Çerkeslerin bir tehdit unsuru olmadıklarını, yalnızca geleneklerini yaşamak istediklerini defalarca vurguluyor. Dil konusu ile ilgili de çoğunlukla aynı tedbir mevcut. Görüşmeciler Çerkes kültürüne ait en büyük kaybın dil olduğunu düşünüyorlar. Bu sorun için çözüm önerilerinden ziyade ağırlıklı olarak yalnızca bunu dile getirdikleri görülüyor. Görüşmecilerden yaşları ileri olanlarla daha genç olanların değişen ve dönüşen Çerkes kültürüyle ilgili farklı kaygılar taşıdıkları söylenebilir. Genç görüşmeciler bu durumun bir bilinçlenme ile çözülmesi gerektiğini aktarıyorlar.

Çalışmada öne çıkarılan konulardan bir diğeri de Çerkeslerin ilişki kurduğu diğer halklara dair aktardıkları; Rumlar, Ermeniler, Avşarlar gibi farklı topluluklarla karşılaşmaları… Görüşmecilerden az da olsa bir kısmının Ermenilerle sürgün anlatısında ortaklaştıklarını görmek ilginç. Çerkeslerin yaşadığı sürgünün bir benzerinin Ermenilerin de başına gelmiş olabileceğine dair fikirlerini açıklamaları ama aynı zamanda giden Ermenilerden kalan yerlerde gömü ya da altın olacağını ifade etmeleri de bu fikrin sınırını göstermesi açısından önemli.

Sunata’nın kitabı hem Çerkeslerin hem de Türkiye’nin yakın tarihine tanıklıkları aracısız aktarması anlamında çok kıymetli. Çerkeslerin yaşadığı coğrafya ve kültürle nasıl ilişki kurdukları, o kültüre nasıl eklemlendikleri, yükselen milliyetçilik ve muhafazakârlıkla birlikte kimliklerinin Çerkeslik bölümünü nasıl değerlendirdiklerini görmek çoğunlukla üzüntü yaratsa da ibretlik.

*Jıneps‘in Nisan 2015 sayısında bahsi geçen görüşmeyi okuyabilirsiniz:

https://arsiv.jinepsgazetesi.com/pdfgazete.php

Yazarın Diğer Yazıları

Şimdinin ve hiç geçmeyenin romanı ‘Evvelden Sonra’

  “Nigâr Abla köydeki düğüne gitmesi için o kadar ısrar etmeseydi belki de her şey başka türlü olacaktı.” Birgül Asena Güven’in romanı bu cümle ile...

Bir soykırım anlatısı ‘Turnanın Dansı’

Daha önce “Bir Başka Çanakkale” romanı hakkında söyleşi yaptığımız Adnan Özveri ile bu kez bir senaryo hakkında konuştuk. “Turnanın Dansı” adını taşıyan senaryo bir...

Ne olacak bu işler böyle?

06.02.2023 tarihinde saat 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde önce 7,4 olarak açıklanan ama sonra 7,7 şeklinde revize edilen ilk deprem ve ardından 13.24’te Kahramanmaraş’ın Elbistan...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img