Hiçbir Elif doğup büyüdüğü, havasını soluduğu, suyunu içtiği, toprağını ektiği yurdundan koparılmasın. Anayurdundan, anadilinden mahrum olmasın.
Her 21 Mayıs’ta Elif’i düşünürüm.
Abhazya’nın Abjakua Köyü’nde sessizce dünyaya gelen, Kefken kıyılarında sesi göğü delen, Ketsepha Elif’i düşünürüm.
Elif milyonlarca Kafkaslının gözyaşıdır. Elif sürgün ağıdıdır. Elif yaşamdır, Elif ölümdür, Elif acıdır, Elif hüzündür, Elif insanlık tarihinin en acımasız sayfasıdır. Elif dünyayı yönetenlerin yüz karasıdır, Elif Kefken’in ruhu, sürgünün sembolüdür.
Varna kıyılarından Kefken’in ıssız sahiline
Derler ki Abjakua, Sohum’a çok yakındır. Orada Ketsba, Beygua, Barçın, Harazia gibi aileler yaşar. Köy küçüktür ama çok güzeldir. Köyün dört bir yanı ormanlarla kaplıdır. İçinden Basla suyu geçer, suyun üzerinde tarihi Basla Köprüsü vardır, bu kemerli köprü, üzerindeki yeşil sarmaşıkların aşağıya sarkmasından ötürü bir taça benzer, köprünün üzerinde bilinmeyen alfabelerle bilinmeyen yazılar vardır. Kral Bagrat’tan bu yana ne sular akmıştır bu köprünün alıntından. Abjakua’da evler kocaman avlularıyla birbirine pek yakındır. İnsanları da öyle.
Yine derler ki Sohum’da top patlasa Abjakua’dan duyulur. Sohum Kalesi yerle bir olunca Kafkas-Rus savaşlarında, acımasız vapur düdükleri susmaz olur. Sohum limanlarında, “Hadi gelin! Hadi gelin!” der gibi acı acı bağırır. Önceleri duymazdan gelir Abjakualılar bu kötü sesi ama rahat bırakmazlar; kiminin evi yakılır, kiminin çocukları rehin alınır, kimini zorla kovalar, kiminin beynini yıkarlar. Öyle ya da böyle canına tak eden Abjakualılar dökülür yollara, ilk durak Bulgaristan’ın Varna kıyılarıdır. 13 berbat yıl geçer Varna’da. Plevne de mezar olur Abhazlara, savaş biter, hadi gidin Türkiye’ye derler. Kalan sağlar yeniden yollara dökülür. Bu kez sürgün, Kefken limanına atar Abjakualıları, diğer Abhazlarla birlikte. Ketsepha Elif de içlerindedir sessiz sedasız.
Kırık, dökük, gıcırdayan gemilere bir yük gibi doldurulur Abhazlar, aç, susuz, hasta, yorgun ve bitkindirler. Yol alır gemiler, bata çıka. Yarısı yollarda tükenir. Sonunda görünür Kefken’in ıssız kıyıları. Gemiciler boşaltır insanları bir yük gibi, her biri birer çuval misali atılır sahile. Kefken can pazarıdır. Her ağacın altı, her mağaranın dibi, her kum tanesinin üstü bitkin bedenlere mekan olur. Hırçın dalgalar şamar gibi kovukları döverken açlıktan ve hastalıktan bir gecede 400 insan ölür. Gözyaşı, acı, keder. Kefken’de bir orman, bir gecede ölen 400 sürgüne mezar olur. Kefken’de bir çığlık kopar, Elif’in suskunluğu biter, feryadı göğü deler.
“Naaan, naan, naaan!!!”
Elif kaşlarını çatar, öyküsü sineme batar. Ak elleri açamgur tutar, inler “Naaan, naan, naaan!!!” diye. Acılar öfkeye dönüşür. Bu kez titreyen dudaklarından beddualar dökülür.
“Şüara abas şükusxız yapsuwofüa yeykunçüaayt!..”
“Sizi böyle yok eden, Abhazlar gibi yok olsun!..”
“Elif’in sesi arşa çıkar, göğü yırtar, paramparça eder, onunla da kalmaz, yayılır ha yayılır. Her gün mezarların başında ağıt yakan Elif’in gözyaşları ırmak olup padişaha ulaşır. Padişah adam gönderir.
“Getirin onu, sarayımda himaye edeyim” der ama Elif’in derdine derman olamaz.
Elif kaşlarını çatar, ak elleri açamgur tutar, yeniden inler “Naaan, naan, naaan!” diye. Bitmez balaban bakışlı yavruların acısı, gitmez gözünden yayla çiçeği kokan kızları, her dem tüter burnunda Abjakua’nın ocağı. Kefken ovaları insan pazarıdır, açlık, yoksulluk, hastalık ve bitmeyen ölümlerden geriye bir avuç insan kalır. Sonu yoktur bu kulübelerde sürünmenin, ayhabılar çare arar, başlarını sokacak yuva sorar, padişahtan onay çıkar.
“Siz Adapazarı’na yakın Acıelmalık Köyü’ne yerleşin” der Padişah.
Elif mezarların başından ayrılmak istemez. Herkes bir yerlere dağılır, geriye Elif ve açamguru kalır. Elif epey direnir, direnir ama nereye kadar. O da köylüleriyle birlikte gitmek zorunda kalır.
Acıelmalık Köyü’ne “Abjakua” der, Abjakualılar. Bütün güçleriyle Abhazya’daki köylerini yeniden kurmaya çalışırlar. Başarırlar da. Köy öyle güzel olur ki “Küçük İstanbul” demeye başlarlar. Köyün ünü etrafa yayılır, ta uzaklardan duyulur. Ahırlar, ambarlar dolu, bağlar, bahçeler ekili, hayvanlar besilidir.
Selanik çayırları
Zengin köy diye çıkar Abjakua’nın adı. Bu kez eşkıyalar dadanır köye. Bunlardan biri İpsiz Recep’tir. İpsiz’in derdi köyü göçürmektir. Abjakualılar bir gece ansızın köyü terk eder. Emir büyük yerdendir. Bir baş hayvan, bir avuç un, bir tekerlek peynir, küçük bir bohça, yollara koyulurlar. Adapazarı’na gelindikte hayvanlar ortalıkta kalır.
“Haydi şimdi İzmit’e, hayvanlarınız burada kalsın” derler. İzmit’e gelince yine o acı vapur düdükleri, tanıdık gelir bu kötü ses sürgün çocuklarına “Yine mi?” diye ürperirler.
Çok geçmeden başka köylerden geldikleri anlaşılan birçok Abhazla birlikte vapura binerler. Nereye gideceğini bilmeyen zavallı insanlara koca dünya dar gelir.
Sormazlar bile nereye gideceklerini ama götürenler söyler.
“Şimdi Selanik’e !” derler.
Selanik’in Kaylarya Köyü’nde kocaman bir çayıra bırakılırlar. Elde yok, ayakta yok. Üstte yok, başta yok. Bu kez Yunan yerliler gelir.
“Burası bizim!” derler, tartışma büyür, iki el ateş, birileri ölür. Güç savaşını Abhazlar kazanır, Yunanlar geri çekilir.
Mübadele
Devlet yetkilileri onlara arazi ve bir miktar para verir. Evler yapılır ve yaşam yeniden başlar. Burada da Abhaz gibi yaşarlar, yemekler aynı, gelenekler aynı, mızıka ve danslar aynıdır, dillerini de korurlar. Üç sürgünden sonra artık bu sondur, derler ama durum hiç de öyle olmaz. “Mübadele” diye bir sözcük dolaşır bu kez dillerde, hadi gerisin geri Türkiye’deki köylerine. Adapazarı’nın Acıelmalık Köyü artık sadece bir Abhaz köyü değildir, başka göçmenler de vardır orada. Ama yine de birkaç hane Abhaz, kendi köylerine “Abjakua” derler.
“Elif, Selanik’te Kaylarya Köyü’nde öldü, orada gömülü”
Yıllardan bir yıl, yolum bu köye düşer. Akraba olurum Abjakualılara. Beygua İzzet’in kızını kardeşim Beybulat’a alırız. Köye sıkça gider olurum, gece sohbetlerinde köy hakkında bilgiler edinirim.
“Bu köyde Beyguaa, Ketsba ve Barçın aileleri kaldı” der İzzet Amca. Ketsba sözcüğünü duyar duymaz irkilirim.
“Sen. Ketsepha Elif’in adını duydun mu İzzet Amca?” derim.
“Duymaz mıyım? Gördüm bile” der İzzet Amca. Heyecandan ölecek gibi olurum.
“Ben daha genç bir delikanlıydım, köyümüzde bir de Ajiyba Mahtı vardı. Elif 100 yaşını geçmişti. Mahtı da öyle, ocak başında oturur sohbet ederlerdi, yüz yıl gerilere giderlerdi, arada bir birbirlerine takılıp alaf söylerlerdi. Elif, Selanik’te Kaylarya Köyü’nde öldü, orada gömülü” dedi.
İçim cızz etti, az derdim birden çoklandı. Ah Elif ah ! Kuş kanadı kalem olsa yazılmaz senin derdin. Bir anda Elif’in tüm yaşamı gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti, bir sürü kopukluk vardı bu şeritte, kopmayan tek şey hüzünle başlayıp hüzünle biten sürgündü. Oradan oraya kuru bir yaprak gibi savrulup durmuştu Elifçik.
Elif’in ağıtları unutulmasın
Ben her 21 Mayıs’ta Elif’i düşünürüm. Sessiz sedasız Abhazya’nın Abjakua Köyü’nde doğup sessiz sedasız sürgün yollarında sürünen Elif’i düşünürüm. Kefken kıyılarındaki haykırışını düşünürüm. Bir gecede ölen 400 kişiye yaktığı ağıtları, ettiği bedduaları düşünürüm. Ak elleri açamgur tutan “Naan, naan, naaan!” diye inleyen Elif’in acıklı öyküsünü düşünürüm.
İsterim ki Elif’in ağıdı şiir olsun, şiiri beste olsun, bestesi dillerden düşmesin. İsterim ki Elif’in çileli sürgün yaşamı öykü olsun, roman olsun, romanı film olsun, filmi bütün dünya izlesin. İsterim ki Elif Abjakua’da, Varna’da, Kefken’de, Selanik’te heykelleşsin, heykelleri kıyılara dikilsin ak köpükler onu okşasın, bir daha hiçbir Elif bu acıyı yaşamasın.
Hiçbir Elif doğup büyüdüğü, havasını soluduğu, suyunu içtiği, toprağını ektiği yurdundan koparılmasın. Anayurdundan, anadilinden mahrum olmasın.
Ben her 21 Mayıs’ta Elif’’i düşünürüm. Elif’i sürgüne sembol eden Ömer Büyüka’yı düşünürüm. Bütün Elif’lerin öyküsü yazılsın isterim. Yazılsın ki unutulmasın, unutulmasın ki bir daha bu acılar yaşanmasın isterim. (Abhaz Postası)
Papapha Mahinur Tuna