Bazı zamanlarda yazmak zor oluyor. Kişisel zorlukları kastetmiyorum. Dünyada ve ülkede olup bitenleri kastediyorum.
Jıneps’in nisan sayısında Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) ile ilgili kapsamlı röportajlar okuyacaksınız. BÜ mezunu olmakla her zaman onur duydum çünkü özgür düşünebilmeyi içselleştirmek için çalışan, model olan hocalar tanıdım o okulda. Ormana girerken baltasını saklayıp ağaçlara göstermeyen kadim Çerkes anlayışına sahip çıkmaya benzetiyorum biraz buradaki onuru çünkü; amacı diğerlerini ötekileştirmek ya da bir karşılaştırma yapmak değil, sadece önemsediği değerleri ifade etme kaygısı taşıyor. Özgür düşünce kıymetlidir. Toplumsal evrimin her aşamasında kolaylıkla rastlayamazsınız. Toplumsal dönüşümlerle, bilimsel çalışmalarla, buluşlarla kardeştir. Özgür düşüncenin gelişeceği zeminden, sistemden rahatsız olma halinin daima bir nedeni vardır. O nedenlerden hiçbirini sevmedim şimdiye kadar. Dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kadının yüzüne inen tokatların içinde de sevdiğim hiç olmadı. Köylerimin yeşil ovalarına kurulması planlanan santralları da sevmiyorum.
Bazılarımız politika yapmak istemiyoruz, feminist söylemlerden rahatsız oluyoruz, toplumsal tepkilere kuşkuyla bakıyoruz. Bazen derin teorik tartışmalar, analitik olan ya da olmaya çabalayan söylemlerle ifade ediyoruz duruşumuzu, bazen de analitik okumayı yapsak bile ‘seviyorum’ ya da ‘sevmiyorum’ diyerek belirtiyoruz tercihlerimizi. Ben bugün ikinci yolu seçtim ve diyorum ki; kadın cinayetlerini yok sayan ve normalleştiren bakış açısını, politikayı, tepkisizliği sevmiyorum. Kadın cinayetleri politiktir. Özgür düşünce politik bir tercihtir. Sürdürülebilir ekonomi, politik bir tercihtir. Yeşil meraları korumak politik bir tercihtir.
Dünya Su Günü 22 Mart’ta kutlandı. Dünyanın burun buruna olduğu su krizleri, Türkiye için de çok uzak değil gibi. Belediyeler ‘Kentlerde Sürdürülebilir Su Politikaları Zirvesi’ oluşturup tartışıyorlar. Suyun kullanımı politik bir tercihtir.
Nart Mitolojisi üzerine sınırlı sayıdaki Türkçe kaynaktan sonra, Dünya Mitolojilerini okuyorum. Gılgamış Destanı’ndan başladım. Dünya mitolojilerini karşılaştırmalı olarak inceleyen kaynaklar daha çok ilgimi çekiyor ve ne yazık ki henüz Nartları da bu karşılaştırmaların içine alan bir örneğe rastlamadım. Donna Rossenberg, ‘Dünya Mitolojisi’ kitabında, Yunan, Roma, Ortadoğu, Kuzey Avrupa, Britanya, Uzak Doğu, Pasifik, Afrika, Amerika söylencelerini incelemiş ve çıkarımlarından biri şöyle;
“Bazı kültürler, daha uygar ve yetenekli yeni bir tanrı kuşağının eskisinin yerini aldığı yeni bir dünya görüşü ortaya koymaktadırlar, örneğin Yunan mitolojisinde Zeus Kronos’u, Babil mitolojisinde de Marduk Tiamat’ı yenip yerine geçmiştir. Bir tanrı ailesiyle diğeri arasındaki savaş, Ana Tanrıça’ya tapan ve çiftçilik yapan yerli halkla, erkek gökyüzü tanrılarına tapan savaşçı kabileler arasındaki siyasal ve dini çelişkileri yansıtır.”
Kadim yaşam kültürümüzün ipuçlarını aradığımız mitolojide bile rastlıyoruz politikaya. Anaerkil toplumdan ataerkile geçişin izlerini sürebiliyoruz. Bugünden bakarak; kadın karakterleri öne çıkarsak politika, görmezden gelsek yine politika.
Çerkes toplumunun da kendi politikasını tasarlama zamanı gelmiştir belki.