Kafkasya neresidir? Kafkas nedir? Çerkes kime denir? Çeçen kime denir? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi?..
Son yılların içinden çıkamadığımız soruları bunlar. Aslına bakılırsa, belli bir grubun milliyetçi hezeyanlarını tatmin etmek amacıyla sürekli ısıtıp sundukları ve suni gündemler içerisinde dans ettikleri bir sürecin de ürünü. Çünkü bu mikro milliyetçi ponçik yüreklerin dertleri meseleleri sarih kılmak değil, ortalığı bulandırıp gürültü çıkararak üste çıkmak. Bizse bugün yalnızca sarih kılmak için bu meseleyi ele alacağız. Gürültü çıkarmadan, sakince.
Kafkasya, coğrafi olarak ve en geniş anlamıyla bakınız şurasıdır: Don ve Volga nehirlerinin birbirine en çok yaklaştıkları yer, bu bölgenin kuzey sınırını oluşturur. Yani Rusya’nın Astrahan Oblastı’ndan başlayıp batıda Karadeniz’e kadar bir hat çizerseniz sırasıyla Astrahan, Kalmukya ve Rostov Oblastı bu coğrafyanın kuzey sınırına tekabül edecektir. Güneyde ise Bakü’nün de bulunduğu Abşeron Yarımadası’ndan Karadeniz’e doğru batı uzantılı bir sınır çizmeniz gerekir. Yani güney sınırlarında Azerbaycan ve Ermenistan’ın kuzeyi ile Gürcistan’ın büyük bir bölümünü buluruz. Coğrafyanın doğu ve batı sınırlarını belirlemek ise işin en kolayıdır. Hazar Denizi ve Karadeniz buradaki doğal hudutları teşkil etmektedir.
Amma ve lakin… Bir de dar anlamıyla “Kafkasya” vardır ki, yalnızca “Kuzey Kafkasya” denilen yeri tanımlar. Dolayısıyla Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı ötede bırakmak gerekir. Esasen bu coğrafyaları ötede bırakan bir coğrafi kavram da vardır: “Transkafkasya” yani “Kafkas Ötesi”. Dolayısıyla Kafkasya dediğimizde yalnızca Kafkas Dağları ve kuzeyini algılıyorsak bu da yanlış olmaz.
Sözümona mikro milliyetçiler “Kafkas da neymiş efendim, yok öyle bir ortak kavram” diyorlar. Halbuki “Kafkas” tabiri, farklı dilleri konuşsalar da birbirine çok benzer bir kültürel bağı taşıyan tüm Kuzey Kafkasyalılar için kullanılması normal bir ifadedir. Çeçen-İnguşlar, Osetler, Abazalar, Çerkesler, Lezgiler, Karaçaylar pekâlâ, basbayağı, bal gibi “Kafkas”tır. Kafkasyalıdır. Kafkas halkıdır. Hepimiz bir daldan filizlenen yeşilin farklı tonlarındaki yapraklarız yani. Üzgünüm ama siz (artık kimseniz) bizden (artık her kimsek) çok başka ve üstün varlıklar değilsiniz canısı.
Literatürde bile Rusya’nın Kafkasya’yı işgal sürecini anlatan bir tabir vardır: “Rus-Kafkas Savaşı”.
Esasen söz konusu savaşın ismi genel olarak üç şekilde anılmaktadır. Rus tarih yazımında genel olarak, olayı Kafkasya’nın fethi olarak gören öznel yaklaşımlar dışarıda bırakılırsa, “Kafkas Savaşı” isimlendirmesine rastlanır. Bununla birlikte aynı konuda yapılmış sayısız uluslararası eserde “Rus-Kafkas Savaşı” ya da “Rus-Çerkes Savaşı” ismi kullanılmıştır. İsimlendirmeler, kuşkusuz söz konusu vakaya farklı tarihsel, ideolojik ve politik perspektiflerden yaklaşmanın bir ürünüdür.
Kafkasya tarih boyunca özel bir yer olma özelliği göstermiştir. Elbruz ve Kafkas Dağları’nın soğuk ve sarp yamaçları burayı zor bir coğrafya haline getirirken, Kuban Nehri’nden Argun, Terek ve Sunca ırmaklarına kadar uzanan sulak damarlar, verimli toprakları da bu bölgeye armağan etmiştir. Burada yaşayan onlarca farklı kökenden halk, hem dilsel ve etnik açıdan birbirlerinden olan büyük farkları hem de kültürel açıdan birbirlerine olan ilginç yakınlıkları açısından dikkate değer tablolar çizerler. Fars kökenli İrani bir dil konuşan Osetler, Nakh halklarından Çeçen-İnguşlar, Meotların torunları Çerkesler, Türk-Moğol kökenli göçebe Nogaylar ve Türk halklarından Karaçay-Balkarlar (Malkarlar) uzun yüzyıllardır Kafkasya’da yaşayan halklardır.
Bu topluluklar kültürel olarak pek çok alanda birbirlerine benzerler. Dans ve müzikleri, geleneksel kıyafetleri, genelde ismi birbirinden farklı olup yapılışı neredeyse tıpatıp aynı olan yemekleri bu kültürel benzerlikler arasında başı çekmektedir. Tam da bu sebeple Çerkes Sürgünü (1864) sırasında Osmanlı’ya gelen toplulukların hemen hepsi buraya gelen en kalabalık topluluk olan Adigeler (Çerkesler) yüzünden Çerkes adıyla anılmışlardır. Türkiye’de yaşayan Çeçenler, Abazalar, Osetler ve Karaçay-Balkarların pek çoğu bu sebeple birleştirici bir üst kimlik gibi “Çerkes” olarak tanımlanmaktadırlar. Esasen bu tanımlamanın bilimsel anlamda “doğru” olmadığı açıktır. Ancak sosyokültürel anlamda Türkiye’de yaşayan çoğu Kafkas kökenli insan bu tanımlamadan rahatsızlık duymaz. Zira mesele biraz kendini nasıl ve ne hissettiğinle de ilgilidir. Bunun da temeli, başta sürgün gibi bir trajedi olmak üzere, tarihi ve kültürel ortak bağların varlığında somutlaşmaktadır.
Yani siz sevseniz de sevmeseniz de hepimiz Kafkasız. Kafkasyalıyız veya Kafkas kökenliyiz. Siz (artık her kimseniz) bu sözcükten rahatsız olup, “Biz ayrıyız, başkayız, çok farklıyız beybi” diyor olabilirsiniz. Siz hariç herkesi ayrı, başka ve öteki görüyor olabilirsiniz. Tüm bunlar aynı halkada dans ederken, aynı müziğe kulak verirken, aynı dansa alkış tutarken biter. Kalan son kırıntıları da akşam yemeğinde birlikte yeriz. Bazen fıccın, bazen velibah. gılnış ya da haluj. Nedense bunlar sofraya geldiğinde, “Bu ötekinin yemeği, almayayım” diyeni duymadım. Siz duydunuz mu?
* İsimlendirmeyi “Rus-Kafkas Savaşı” olarak yapan akademik çalışmalardan bazıları künyeleriyle birlikte şöyledir: Özden E., 21 Mayıs 1864 Çerkes Tarihinin En Trajik Günü -Çerkes Tarihinden Kesitler-, Aydın 2014; Berzeg N., Çerkes Sürgünü (Gerçek, Tarihi ve Politik Nedenleriyle), Takav Yay., Ankara 1996; Saydam A., Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2010. (Müellif bu eserinde söz konusu savaş için “Kafkas İstiklal Mücadelesi” terimini kullanmıştır.); Kundukhov M., General Musa Kundukhov’un Anıları, Çev: Murat Yağan, Kafkas Kültür Dernekleri Yay., İstanbul 1978; TUTUM C., “1864 Göçü ile İlgili Bazı Belgeler”, Çerkeslerin Sürgünü 21 Mayıs 1864, Editör: Muhittin Ünal, Kafkas Derneği Yayınları, Ankara 2001.