Narsisizm, mitolojide çölde kendi yansımasına çekilerek kendi sonunu hazırlayan mitolojik bir kahramandan yola çıkarak tanımlanmış bir kavramdır. Bu açıdan, abartılmış bir benlik algısı ile birlikte kişinin diğerlerinden daha üstün olduğu ya da kendi içinde eksiksiz olduğuna dair inançları içerir. Peki nedir bu narsisizim?
Hepimiz dünyaya geldiğimiz andan itibaren bir yanıyla anne karnındaki o eksiksiz, tam olma illüzyonunu kaybederiz. Zayıf, çaresiz ve eksikli bir varlık olduğumuz gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Bu açıdan aslında hepimiz narsistik varlıklarız. Hepimizde narsistik bir çekirdek vardır ve olmak zorundadır. Hayatta kalabilmek için önce çağrıda bulunmayı öğreniriz. Bu, bir bebek için ağlamak, sonraları dil aracılığı ile eksikliği ifade etmektir. Bu nedenle dilin bir çağrı işlevi vardır. Özellikle yaşamın ilk aylarında ve elbette daha sonra da çağrımıza cevap verilmesi, doyurulmamız ve yeterince iyi bakım görmemiz önemlidir. Burada bakım verenle kurduğumuz ilişki oldukça önemlidir. Ötekinde gördüğümüz şeylerle (aldığımız tanımlamalar, sözcükleri, duygu ifadeleri ve uyumluluk) ve nasıl aynalandığımızla da beraber kendilik tasarımımızı oluşturmaya başlarız. Nasıl bir varlık olduğumuza ilişkin bir tasarımımız oluşmaya başlar ve ötekinde gördüğümüz şeylerle kurulu bir yapı olarak benlik ortaya çıkar.
Elbette kişinin algıladığı ebeveynlik ve bakım verenin sunacağı ebeveynlik birbiriyle etkileşim halindedir. Burada bir tarafın sunduğu diğer tarafın da aldığı ve özümsediği bir yapıdan çok daha etkileşimsel yapısal bir alanı göz önünde bulundurmak gerekir. Burada patolojik narsisizmin kökenini ve özelliklerini anlamaya dair bir şeyler söyleyebiliriz. Kişinin mizacının da etkisiyle sürekli örselenmiş, kusurlu hissettirilmiş; eksik, yetersiz ve değersiz olduğu ile ilgili dönütler almış biri ya da hiç bir şekilde eksikliği ile temas etmemiş, pohpohlanmış, şımartılmış, dış dünyaya ve ilişkilere uyumlanması zorlaşmış birini düşünelim. Bu etkileşimler, ilkinde kişinin kusurlu olduğuna ilişkin diğerinde özel, ayrıcalıklı, üstün bir kişi olduğuna ilişkin bir takım inanışları oluşturabilir. Kişi, hayata ve ilişkilerine bu inanışlar aracılığı ile bakar. Olayları ya da durumları yalnızca kusurluluk ya da ayrıcalık filtresi ile gösteren lenslere sahiptir kişi. Gerçeklik, çarpıtılmış hale gelir.
Yaşam boyu kişi eksikli olmayla bir şekilde karşılaşacaktır ve eğer bu filtrelere sahipse, kişiye ıstırap verir. Bu ıstırabı dindirecek uygun stratejiler üretmek zorunda kalır. Hayatta kalmak, acı çekmemek uğruna kişiye bir süreliğine avantaj sağlayan, fakat sonraları narsistik bir takım patolojik özellikleri içeren davranış örüntüleri oluşmaya başlayabilir. Kişinin patolojik düzeyde narsistik bir takım kişilik özellikleri göstermesi en çok yakın ilişkilerine zarar vermektedir.
Bu özellikler, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı’nda (DSM-5, 2013) ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Bu özellikler, kişinin kendi önemine dair büyüklenmeci algısı; başkalarından daha fazla güç, başarı, güzelliğe sahip olduğu ya da olması gerektiğine ilişkin inanışları, kendisinin özel biri olduğuna ve sadece özel insanlar veya kurumlar tarafından anlaşılabileceğine inanması, diğerlerinin aşırı ilgi ve hayranlığına ihtiyaç duyması; tüm bu inanışlarını ve gereksinimlerini karşılayabilmesi için diğerlerini kullanması ya da manipüle etmesi, yeterince empati kuramaması, diğerlerini kıskanması veya sıkça başkalarının onu kıskandığını düşünmesi, kibirli ve diğerlerine tepeden bakan davranış göstermesi ile resmedilebilir.