Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Yağmuru kim döküyor?

-“Zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir.”- 

  

Islak bir sonbahar gününde, babama yağmurun nasıl yağdığını sorduğumu hatırlıyorum. Allah gökten muslukları mı açıyordu; yoksa bulutlar bir şeye üzülmüşler de ağlıyorlar mıydı? 

Babamla mutfağa gitmiş ve birlikte “yağmur deneyi” yapmıştık. İçi su dolu tencerenin altını yakan babam, beni bir taburenin üstüne çıkarmış ve elime büyükçe bir tabak vererek tencerenin üstüne tutmamı istemişti. Su buharlaştıkça tabakta damlacıklar oluşuyor ve damlalar yere düşüyordu. Babam sayesinde doğadaki mükemmel döngüyü çözümlemiştim; ama dünyayı keşfetmeye çabalayan üç yaşındaki aklım muzip sorular sormaya devam ediyordu: “Acaba sokaklardan sular değil de kolalar aksa, yağmur yerine kola yağabilir miydi göklerden mesela?” 

Yıllar sonra, yine böyle bir yağmurlu sonbahar günü izlediğim Milcho Manchevski’nin “Yağmurdan Önce” filmi, babamın bana anlatmaya çalıştığı yağmur döngüsüne bambaşka bir boyut ve anlam kattı. 1994 yapımı “Yağmurdan Önce”, tekrar tekrar izlediğim, denenmemiş kurgusal tekniği ve yenilikçi anlatımıyla farklı okumalara açık, çokkatmanlı bir filmdir. Bu yazımda filme adını veren “yağmur” motifi üzerinden bir okuma yapmaya çalışacağım. 

  

Yugoslavya sonrası Makedonya’nın ilk filmi 

Film, Manchevski’nin ilk uzun metrajlı filmi olmasının yanı sıra Birleşmiş Milletler tarafından 1993’te tanınan Yugoslavya’dan ayrılmış Makedonya’nın da uluslararası alanda sesini duyurabildiği ilk kültürel girişimdir. Seçkin film festivallerinden 12 farklı ödül toplayan film, aynı zamanda en iyi yabancı film dalında Oscar adayı olmuştur. 

Konusu Bosna Savaşı sırasında geçen film, başta birbiriyle alakasız gibi gözüken üç ayrı öyküden oluşmaktadır. “Kelimeler”, “Yüzler” ve “Fotoğraflar” başlıklarını taşıyan bu öyküler sonunda birbirleriyle kesişirler. Bir savaş atmosferinde ve politik çalkantıların zemininde talihsiz ve trajik aşkların anlatıldığı öykülerden ilki Makedonya’da bir Ortodoks manastırında, ikincisi Londra’da geçerken, üçüncü öyküde tekrar Makedonya’ya dönülür ve bu sonuncu öykü, ilk iki öyküyü birbirine bağlar. Başlıca karakterleri suskunluk yemini etmiş genç bir Ortodoks keşiş, çetelerden kaçan Arnavut kız, Londralı bir fotoğraf editörü ve bir savaş fotoğrafçısı olan film, içten öyküsüyle savaşın anlamsızlığını sorgulamakta, güçlü bir savaş karşıtı mesaj vermektedir. 

Filmin sürekli tekrar eden iki temel leitmotivi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bazen bir tişörtün üzerinde, bazen Londra’da bir sokak duvarında, bazen de bir rahibin ağzından dökülen sözlerde karşılaştığımız “Zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir” sözüdür. Diğeri ise filme de adını veren “yağmur” motifidir. Bu iki tekrar eden motif de birbiri ile ilişki içindedir. 

Yağmur  

Yağmur, filmde sıkıntılı şeyler olacağının habercisidir. Savaş, şiddet ve ölümün açık göstergesidir. Filmin açılış sekansında Kiril, manastır bahçesindeki bostanda domates toplarken görülür. Yüzüne konan küçük sinekler onu rahatsız eder ve onları uzaklaştırmaya çalışır. Sinekler, Kiril’i rahat bırakmaz; çünkü birazdan yağmur yağacaktır. Sessizlik yemini etmiş Kiril ile gezinti yapan Rahip, Kiril’e uzakta yağan yağmuru göstererek “Yağmur yağıyor, birazdan buraya da gelir” der. Bu uyarı, hem gökyüzündeki bulutlarla kendi anlamını kasteder hem de filmin sonunda anlaşılır ki bu yağmur Zamira’yı kurtardığı için öldürülen Kiril’in amcası, Zamira’nın babası Alex’in ölüsü üzerine yağan yağmurdur. Hemen ardından odasına giden Kiril, Zamira’yı orada bulacaktır. Kısa süre sonra Kiril’e âşık olduğu için Zamira öldürülecek, muhtemelen bu defa yağmur onun ölüsü üzerine yağacaktır. Dolayısıyla filmde ‘yağmurdan önce’ birileri ölür, kan dökülür, filmin başlığı dilsel gösterge olarak savaşın, ölümün, şiddetin yani ölüm zamanının geldiğinin habercisidir. Yağmurun birazdan gelecek olması, savaşın ve ölümün gelecek olması demektir. Yağmurdan önce ifadesi gerek başlık gerek zaman olarak bir gösterge biçiminde yorumlandığında ölümün habercisi olma anlamını içerir. Tüm bunların yanında kurgu düzlemi dışında Rahip’in “Orada yağmur yağıyor, birazdan buraya da gelir” ifadesi, filmin çekildiği zaman göz önüne alındığında Bosna Savaşı’nı da imler bir vaziyettedir. Bosna’daki etnik çatışmanın Makedonya’ya da sıçrama endişesi, bu cümlenin içinde mecazi bir anlam olarak durmaktadır. Ki bu sıçrayış yakın bir zamanda gerçekleşir de… Yani bulutlar Bosna’yı ıslattığı gibi, Makedonya’yı da ıslatmıştır.  

   

Çember 

Yağmur motifi “yuvarlak olmayan çember” metaforunu da açıklamamıza yardımcıdır. Yağmurun döngüsel hareket ettiği, yeryüzü ile gökyüzü arasında çember çizdiği söylenebilir. Şöyle ki yağmur toprağa düşer, ısı artınca buharlaşan yağmur suyu yeniden gökyüzüne yükselir, hava soğuyunca da tekrar yağmur olarak yeryüzünü ıslatır. Görüldüğü gibi yağmurun hareketi de daireseldir. Söz konusu yağmurun düştüğü topraklarda, ölen kişilerin kanları varsa, toprağa yağmur damlalarıyla beraber ölülerin kanları da karışacak ve yine yağmur damlalarıyla beraber buhar olup gökyüzüne yükselecek, insanların üzerine bu kanlar akacaktır. Yani kan, ölüm, savaş ve şiddet yağmur aracılığıyla somut şekilde bir döngü oluşturacaktır. Daha önemlisi, yağmur sularıyla yüklü bulutların bütün dünyayı dolaşması gibi, kanla yüklü bulutlar da farklı coğrafyalara gidecek ve kan, yağmurla beraber dünyanın her yerine dökülecektir. Bu yüzden filmde sıklıkla kırmızı bulutlar seyirciye gösterilir. Kanla dolu kızıl renkli bulutlar dünyanın her yerine yağmur bırakır. Bu nedenle savaş, şiddet ve ölüm bütün dünyayı dolaşacak, her yerde olacaktır. Böylece yağmurun çember gibi dairesel hareketi, filmin bütününde çemberin savaş ve ölümün kısırdöngüsünü, her yerde oluşunu simgelediğini çok daha açık gösterir. Bu noktada ‘yağmur’ anlam bakımından çemberle işbirliği içinde bir gösterge olarak son derece anlamlı hale gelir. 

 

Çemberi kırmak 

Filmdeki karakterleri Marksist estetik üzerinden okuduğumuzda diyalektik materyalist kapsamında bir çıkmaza hapsolduklarını anlayabiliyoruz. Filmdeki ana karakterler Alex, Kiril ve Zamira savaştan kaçmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu kaçış sonucunda üçü de kaçtıkları şeyin kucağına düşmektedirler. Sevgiden ve yaşamdan yana olan karakterler yenik düşmüş ve hatta savaşta taraf olmak zorunda kalmışlardır. Ancak öykü, savaşın kaçınılmazlığı ve bunun doğurduğu çaresizliği görünür kılsa da kendi tuzağına düşmüyor. Yağan yağmur ne öldürenlerin ne de ölüme duyarsız kalanların vicdanını yıkayıp temizliyor. Aksine onları bu ölüm döngüsüne dahil ediyor. Ne kadar uzakta olursak olalım yağmur gelip bizi buluyor. Bir yerde savaş oluyor, kan akıyor, insanlar ölüyorsa kimse kendini bunun dışında tutamıyor.  

Film kendi hazırladığı çözümsüzlük tuzağına, neyse ki tökezleyip düşmüyor. Evet, bu döngü hep böyle devam eder ama bu sırada insan da aynı kalmaz ve diyalektik bir etkileşimle değişir. Çünkü “Zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir”. İnsan, karşılaştığı şiddetin, akan kanın içinde bulunmasa dahi taraf olmak zorundadır. Çünkü döngü onu bir tarafa itecektir. Bu taraflılık hali de insanoğlunu diyalektik bir tepki vermek durumuna sokacaktır. Belki çok uzun sürecek ama nihayetinde toplumsal bir başkalaşım geçirmekten kaçamayan insanlar çemberi böylece kıracak ve üzerlerine yağan yağmur sularını kandan temizleyecektir.  

İnsanoğlu; üç yaşında, saf ve meraklı bir çocuğun gökten kola yağması için sokakta sular yerine kolaların akması gerektiğini kavrayabildiği gibi basit bir akıl yürütmesi yapınca altyapıdaki değişimler üstyapıyı da etkileyecek, belki tüm bulutlar dağılacak ve hep güneş olacak yakınlarda. 

Hakkı Yüksel
Hakkı Yüksel
1987’de İstanbul’da Eski Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak doğan Hakkı Yüksel, lisans ve yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. Aynı üniversitenin Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünde öğrenim görmektedir. Çeşitli Balkan derneklerinde ve Balkan kültürünün korunmasına yönelik faaliyet gösteren internet sitelerinde Eski Yugoslavya devletleri başta olmak üzere tüm Balkan coğrafyasının sinema, dil, kültür, müzik, edebiyat ve tiyatrosu hakkında çeşitli araştırmalar yapmış ve çalışmalar yayımlamıştır. Farklı dergilerde kısa öyküler, tiyatro oyunu, film, dizi ve kitap eleştirileri yazmaktadır. 2011’den bu yana Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Yeşil sahalardaki Dionysos

Karl Marx’ın “Din toplumların afyonudur” şeklindeki meşhur sözü, zamanla evrilerek futbol için de anılır olmuştur. Futbolun, kapitalist sisteme hizmet eder şekilde endüstrileşerek kirlenmesini bir...

Antigone sendromu

Tarih, tuhaf acımasızlığıyla tekerrür ediyor. 1999 yılının ağustosunda ekonomik krizle cebelleşen Türkiye, yeni bir yüzyıla girerken büyük bir depremle sarsılmıştı. Çeyrek asır sonra, daha...

‘Bu Şarkı Kimin?’

“Bir Yunan, bir Makedon, bir Türk, bir Sırp ve bir Bulgar bir restoranda müzik eşliğinde bir şeyler içip akşam yemeklerini yerler.” Bir fıkranın başlangıcı...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img