‘Haydi tamam!.. Selam…’

0
338

Şubatı sevmem, ürkütür beni, canımızdan can almıştır, kaybetmişizdir hep bu aylarda, hep bu mevsimde olur olmasın istediklerim…

Yine böyle bir beyaz örtüydü son yolculuğunda üzerlerini örten…

Onların bana yaşattıkları, çocukluk ve gençlik yıllarımda yolumu hep aydınlatan duruşları, yaşamımı dolduran ölümsüz varlıkları…

Babamın ektiği son ekin tarlasından topladığım buğday başağını saklarım hâlâ.

Kasketi arabamın arka konsolunda tüm ağırlığıyla gelir benimle nereye gitsem, telefonu hâlâ kayıtlı rehberimde, “Babam” yazılı, silebilmek mümkünsüz…

Tespihini asmışım evdeki soyu xeku’den gelen atımızı andıran heykelden atın boynuna…

Ağaç dibinde oturduğu sırada aniden karşısına çöküp resmini aldığımda yıllardan 2009, konuşurum bazen resimle, olmayacak işlerde çatar meşhur kaşlarını son derece kararlı.

Bazen çok nadir bir gülümseme fırlatır, belli belirsiz, kararsız, tutarsız. Ve birden normale döner, umarsızlaşır, suskunlaşır, her zamanki gibi kelimelere ihtiyaç olmadan anlaşırız her baktığımda…

Kendisi ile ilgili yazdıklarımı okusa ne düşünür, merak ederim hep.

Ona sağlığında hiç yazmadıysam da o bana yazmıştı bir kez askerliğim sırasında.

Çok kısa ve öz bir mektup olsa da onu hâlâ okuyorum ve o mektubu hâlâ bitiremedim…

Bir hastalık sonucu askerde hayatını kaybeden küçük kardeşi onu derinden yaralamıştı…

Ondan mıdır bilinmez, dediği şu sonsuz cümleydi hâlâ okuduğum:

Selam kelamdan sonra “Amcan gibi yapma, kendini hasta etme… Haydi tamam!? Selam”…

Sanki biraderine yazamadığı son mektup bana kısmet olmuştu…

Namlı” bir köyde ilk katılmaya başladığım düğünün birinde karanlık bir köşeden herhangi bir kavga gürültü ihtimali, olasılığı için duran amcam, sabırla bekledikten sonra ilerleyen saatte ansızın kulağıma eğilerek “Yeter yaww, doymadın mı daha” diye azarladığında baktığım derin bakışlı gözleri hiç de “Zalim” görünmüyordu.

Zaten olası bir vukuatta beni oradan sağ salim çıkarmaktı derdi de, kıyamıyordu heyecanla durduğum ön saflardan beni almaya…

Onun da şapkasını aldım bir ocak ayında, bembeyaz örttüğünde üstünü…

Takarım şapkasını bazen, gezerim başımda bir korkusuz fedai gibi uzak coğrafyalarda, en karanlık sokaklara dalarım, asarım, keserim, yağmasam da gürlerim tüm yalnızlığıma aldırmadan…

Sanki bununla mı kaldı şubatın bize ettikleri?

Sabahın 4’ünde salladığı coğrafyada parçalanmayan ciğer bırakmayan, adına “Deprem” denen illet yine şubatta vurdu hepimizi yüreğimizden.

Niceleri kayıp, nicelerinin cansız bedenleri, nicelerinin yıllarca sürecek travması kazındı “Anadole Dışe Golage” diye başlayan yakarışlar arasına bu kanlı coğrafyaya…

Paylaşılan acılar biraz olsun hafifler mi bilemem, ama bu yıkımın, bu öfkenin gelecek nesiller üstünde de çok acı izler bırakacağı kesin..

13 milyon yıldan beridir sancısı bitmeyen bu coğrafya bize kader olmaya devam edecektir, ama bizler bununla yaşayabilecek aklı üretmek ve yeniden ayağa kalkmak zorundayız…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz