-Hüsnü Selim Ertüzün
İstanbul Fatih’te öğretmen olarak çalışıyorum. Depremden sonra Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile Göksun ilçesi “kardeş kent” oldular. İlçede ben de gönüllüler arasına adımı yazdırdım. 47 öğretmen olarak 10 Şubat Cuma saat 22.00’de İstanbul’dan yola çıktık. Sabah 11.00 gibi Göksun’daydık.
Göksun’a giderken Pınarbaşı’nda -18 dereceyi görünce, biz her ne kadar kılık kıyafet açısından hazır olsak da, içim bir cız etmişti. Daha önce askerde -30 dereceyi gördüm ama böyle üşüdüğümü hatırlamıyorum. Göksun’da Fen Lisesi’nin yurtlarına yerleştik. Arkadaşların bazıları binaya girmek istemeseler de mecburen eşyamızı yerleştirdik. İçeri girmek istemeyenler okulun spor salonunda kendilerine yer ayırdılar.
Bölgeye giderken Kayseri yönünden fazla bir depremden etkilenme, yıkım görmemiştim. Ama merkeze doğru ilerledikçe, insanlarla konuştukça yıkımlar artıyordu. İş makineleri hâlâ çalışıyordu. Yıkılan minareler, çatlayan ve yıkılan duvarlar, ölen insanlar… Göksun merkez Taştepe’deki eski yapıların hemen hepsi yıkılmıştı. Ama belediye binasının yanında inatla hâlâ dimdik ayakta duran eski ahşap yapının yanında, yıkılan veya hasar alan betonarme binaları görünce de bundan bir ders çıkarmamız gerektiğini düşündüm. İnsanların hırsları uğruna göğü delercesine çıkılan tabut binaların yanında bu konak, bütün mütevazılığı ve güzelliği ile dimdik duruyordu.
Haberlerde duyduğumuz, münferit vakalar da olsa, hırsızlık olayları olmuş. Beni ve arkadaşımı da onlardan zannedip, bir abimiz elinde sıkıca tuttuğu kürek ile yolumuzu kesti. “Burada ne arıyorsunuz deyince” durumu anlattık, o da olanları anlattı. Karşıki evde bir yağma ve hırsızlık olayının olduğunu söyledi. Kendince oraları korumaya çalıştığını anlattı. Bizim de AFAD ile koordineli olarak gittiğimizi duyunca çadır için yardım etmemizi istedi. Elimizden geldiğince durumu anlattık, nereden yardım alabileceğini söyledik ama onun, yıkık da olsa evini bırakmaya niyeti yoktu.
Kaymakamlık, belediye binası, müftülük, jandarma, kısacası resmi kurumlar yerinde duruyordu. Ama hepsinin önünde herhangi bir yağmaya karşı polis memurları bekliyordu, bizi de uyardılar. Aşevi kuyruklarında yemek bekleyenler, köylerine yardım götürmeye çalışanlar, hayvanlarına yem almak için uğraşanlar… Yıkılan ya da zarar gören binaların arasında, hiçbir şekilde çatlağı bile olmayan, içindeki masaları hazır, sürahileri doldurulmuş, müşterilerini bekleyen lokantada tek bir sandalyenin veya çatalın bile yeri oynamamıştı. Dedikleri gibi; deprem öldürmüyor, esas öldüren binalardı…
Gruplara ayrılmıştık. Benim olduğum grubun işi, elma deposu ve Karayolları depolarında AFAD ile koordineli çalışarak, gönderilen yardım malzemelerini düzenlemek, ayırmak ve istiflemekti. Vatandaşlarımız sağ olsunlar, ellerinden gelenin fazlasıyla gıda, kılık kıyafet, temizlik ve hijyen malzemeleri ve bilumum ihtiyaçları göndermişlerdi. Ama bunların insanlara daha kolay ulaşımını sağlamak için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekliydi. Biz de bu işle uğraştık. Yaklaşık 20, belki daha fazla yardım TIR’ını sadece Göksun’da bulunduğumuz üç günde biz boşalttık ve düzenledik.
Bir grup arkadaşımız da köylere yardım için gönüllü oldular. Araçlarla köylere çadır ya da ihtiyaç malzemelerinden taşıdılar. Göksun’da en büyük yıkımın yaşandığı köylerden biri olan Ericek’te esas yıkımın gözler önünde olduğunu söylediler. Sadece bu köyden 134 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, köy tamamen yıkılmıştı. Açıkta bekleyen cenazeler, yıkılan binalar, ölen hayvanlar… Hatta bir ahırdan yavru ineği kurtarma çalışmalarına katılmışlar ve bir can da olsa hayatta tutabilmişlerdi, bunu gururla bize anlattılar. Afşin ve Elbistan taraflarındaki yıkımların ve can kayıplarının daha fazla olduğunu söylediler.
Gündüz ayaktayken ya da çalışırken hiçbir şey hissetmiyorsunuz ama oturduğunuzda ya da gece olduğunda artçı sarsıntılarla yerinizden hopluyorsunuz. Her saat, bazen her on dakikada bir arka arkaya gelen sarsıntılar sizi daha da tedirgin ediyor, bir binanın içindeyseniz hemen sizi dışarı attırıyor. Daha önce asla duymadığınız korkunç bir ses ve alttan gelen vurma, arkasından gelen sallantı alışılabilecek bir şey değil.
Kaldığım üç gün boyunca gördüklerimden ve duyduklarımdan edindiğim izlenimler:
• Yardımların az çok demeden, nakdi ya da ayni yapılması gerekiyor. İnsanların öncelikli ihtiyaçlarının hemen halledilmesi gerekiyor. Özellikle çadır ya da konteynerlerin acilen bölgeye gönderilmesi ve insanların yerleştirilmesi gerekiyor. Yoldan geçen TIR’lardaki konteynerleri görünce de insan seviniyor. Vatandaşlarımız gerekli duyarlılığı göstermiş, yollarda TIR kuyrukları var.
• Yardımlar yapılırken daha profesyonel olup, ihtiyaçlar doğrultusunda, depremzedelere bizzat gidilerek yapılması gerekiyor. İnsanların sizden bir şey istemesini beklemeye gerek yok. Onlara sizin ulaşmanız lazım. Bunun için de gönüllülere gerek var. Çünkü orada yaşayanlar zaten korkmuşlar, arkada bıraktıkları var; onlardan çok da verimli çalışmalarını bekleyemezsiniz. Ayrıca onlar için de yeni insanlar görmek, tanımak, konuşmak içlerindeki hayat kıvılcımının canlanmasını sağlıyor. Onlara bir nevi doping oluyor.
• Ayrıca oraları gördüğünüzde gerçekten uğraştıklarımızın, yaptıklarımızın, konuştuklarımızın ne kadar boş olduğunu görüyorsunuz. -23 derece soğuğun bıraktığı etkiyi hiçbir resim veya video bırakmıyor.
• Hırslarımızın bizi felakete götürdüğünü de unutmamalıyız. Daha mütevazı bir yaşam sürmeliyiz. Depremin değil ama binaların bizi öldürdüğünü unutmamalıyız.
Yaradan, inşallah, bir daha böyle büyük bir felaketi vatanımıza yaşatmaz. Kalıcı konutlarına insanlarımız ivedilikle yerleşir; bu yıkımdan sonra daha sağlam ve bilinçli varoluşlar ve yapılanmalar yapılır.
Vatanımıza ve bizlere geçmiş olsun.